28 Ağustos 2018 Salı

Ankara’nın Seçenekleri Neler?

Bayram tatili nedeniyle ara verilen kriz gündemi, Eylül ayı ile birlikte yeniden yoğunlaşacak. Geçen haftaki yazıda, ekonomi yönetiminin krize müdahalesini beş madde ile özetlemiştim. Bu yazıda, 10 Ağustos’ta zirveye varan döviz krizi sonrası ekonomi yönetiminin önündeki seçeneklere değineceğim. 


Ekonomi Yönetiminin Seçenekleri 

TL’deki değersizleşme, henüz kontrolden çıkmamışken, Ankara’nın ana senaryosu ‘ılımlı dengelenme’ ya da ‘yumuşak iniş’ senaryosu idi. Bu senaryo, resesyona varmayan bir ekonomik yavaşlama ile enflasyonun ve cari açığın kontrol altına alınmasını ve yeni bir kredi çevrimi ile ekonomik büyümenin toparlanmasını öngörüyordu. Ancak, zaten başından beri oldukça iyimser olan bu senaryo, geldiğimiz aşamada iyiden iyiye gerçekçi olmaktan çıktı. 

Ekonomi yönetiminin önündeki seçeneklerden ilki mevcut döviz krizinin etkilerini bertaraf ederek enflasyondaki ve cari açıktaki artışı engellemek için şok bir faiz artışına gitmek olabilir. Örneğin, geçtiğimiz yıllarda Rusya merkez bankasının yaptığı gibi 8 puan, hatta bizdeki döviz krizini de düşünürsek, biraz daha sert bir hamleyi, yani 10 puanlık bir faiz artışı yapıldığını varsayalım. Ankara’nın önündeki seçeneklerden biri budur. 

Ekonomi yönetiminin önündeki ikinci seçenek, faiz artışı yapmamaktır. Bu, aynı zamanda döviz şokunun etkilerinin ekonomiye yayılmasına izin vermek anlamına gelir. Üçüncü seçenek ise, ne şok faiz artışı yapmak ne de döviz şokunun etkilerinin ekonomiye yayılmasına izin vermek şeklinde özetlenebilir. Bu seçenek, aynı zamanda ılımlı faiz artışı seçeneği anlamına gelecektir. Aşağıda bu üç seçeneğin herhangi birinin takip edilmesi durumunda ortaya çıkabilecek sonuçları özetledim. 

Faiz Şoku 

Yüklü bir faiz artışının (en az yüzde 5’in üzerinde) yapıldığını varsayalım. Bunun yabancı para cinsinden etkilerini düşündüğümüzde, ilk olarak Türkiye’ye yabancı para girişlerinin artmasını bekleyebiliriz. Para girişleri hızlandığında ise yurt içinde döviz bollaşacağından, TL’deki hızlı değersizleşme duracak, hatta süreç, belli bir süreliğine de olsa, tersine dönecektir. TL’deki hızlı değersizleşmenin durması ise döviz kuru geçişkenliği nedeniyle enflasyona pozitif yansıyacak ya da en azından enflasyona döviz kuru geçişkenliğinin katkısı azalacaktır. 

Ancak dış siyasetteki krizin sürmesi bu tip bir faiz artışının etkisini büyük ölçüde sınırlayabilir. Ek olarak, olumsuz küresel ekonomik konjonktür bize, böyle bir dönemde bu tip bir faiz artışından beklenen etkinin çok daha azı ile yetinilmesi gerektiğini söylüyor. 

İkinci olarak yüklü faiz artışının TL cinsinden etkisini düşünelim. İlk etkisi, beyaz eşya, mobilya gibi dayanıklı tüketim malları; konut sektörü ve tüketici kredileri gibi faize duyarlı alanlarda görülecektir. Zaten krizde olan konut sektörünün batışı garantilenecek, 2013’te tıkanan finansal kapsayıcılık projesi iflas edecek ve dayanıklı tüketim mallarını üreten özellikle de iç piyasaya odaklanmış sektörler derin bir daralmaya sürüklenecektir. 

Yani, yatırımların ve kredilerin azalması, bu tip bir faiz artışının sonucu olarak görülebilir. Devamında, toplam talebin daralması ve bu sayede de enflasyon ve cari açığın, yaşanacak ekonomik daralma sayesinde kontrol altına alınabileceği düşünülebilir. Ancak kredi genişlemesinin zaten durduğu bir ortamda yapılacak bir faiz artışı, uzun bir resesyonun başlangıcı olabilir. 

Döviz Şoku 

Ülke kredi notunun düşürülmesi ve risk priminin artması sonrasında faiz artmazsa, en olası sonuç, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye miktarının azalmasıdır. Döviz miktarının azalması, fiyatının artması; yani TL’deki değersizleşmenin sürmesi anlamına gelir. TL’deki değersizleşmenin sürmesinin ise iki önemli sonucu var. İlki firmaların döviz borçlarının çevrilmesinin daha da zorlaşması; ikincisi ise, ekonomik daralma ortamında dahi, döviz geçişkenliği nedeniyle enflasyonun gerilememesi, yani stagflasyonist sıkışmanın oluşmasıdır. 

Faiz artışı yapılmamasının TL cinsinden anlamı ise, TL cinsinden verilen kredilerin yeniden canlandırılabilmesi olabilirdi. Ancak zaten oldukça yüksek olan faizlerle bunun gerçekleşmesi çok zor. Bunun yanında, başta konut sektörü olmak üzere faize duyarlı sektörlerin desteklenmesinin sürdürülmesi ve yerli üretimi teşvik için ucuz kredi uygulamasına geçilmesi gibi gelişmeler, faiz artışının gerçekleşmediği ortamda daha olası hale gelebilir. Ancak bu seçeneğin sonucu ise, enflasyondaki artışın iyice kontrolden çıkması olacaktır. 

Kısacası, döviz şokunun etkileri, bir faiz artışına gidilmeden ekonomiye yansıtılırsa; firma iflaslarının artması, kredi daralması ve ekonomik daralma yanında enflasyonun sürekliliği, yani stagflasyonist kriz beklenebilir. Bu seçenekte mevcut olan yegane pozitif unsur, ihracat arışına neden olma potansiyelidir. Ancak ihracatın da önemli orada ithalata dayandığını düşünürsek, bu pozitif etkinin sınırlı olacağını öngörebiliriz. 

Ilımlı Faiz Artışı 

Son olarak, ekonomi yönetiminin 13 Ağustos haftasında verdiği politika tepkisinin süreceğini varsayarsak, döviz krizinin kontrolden çıkmaması için yapılan örtülü faiz artışlarına devam edileceğini düşünebiliriz. Bu seçeneğin gerçekleşmesi durumunda TL, döviz ve enflasyon üzerinde mevcut ana eğilimleri değiştirebilecek bir etki yapması beklenmemelidir. 

Bunun dışında, ılımlı da olsa artan faizler nedeniyle TL cinsinden kredi genişlemesinin sürdürülememesi ekonomik daralmanın gerçekleşmesine, ancak mevcut kur şoku nedeniyle de yine bunun enflasyon ile birlikte yaşanmasına yani, bu seçeneğin stagflasyonist bir kriz ile sonuçlanmasına neden olabilir. Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığım seçenekleri aşağıdaki tablo yardımıyla da takip edebilirsiniz. 

[2]


Ekonomi Yönetiminin Karar Matrisi 

Kısacası Türkiye ekonomisi için kolay çözümler aşaması, çoktan geride kalmıştır. Ankara açısından döviz krizinin etkisi, yüklü bir faiz artışının etkisine göre siyaseten daha az riskli görülüyor olabilir. Özellikle döviz krizinin bankacılık sektörüne yansımalarının sınırlı tutulabileceği hesap ediliyorsa, TL’deki hızlı değersizleşmenin bir ihracat patlaması ile fırsata çevrilmesi bile hesap edilebilir. 

Bu durumda, faizlerin şok bir oranda olmasa da, TL’deki değersizleşmeyi kısmen kontrol altına alacak kadar artırılması, bu sırada da dış siyaset alanındaki krizlerin çözülmesinin bekleneceği bir döneme girilebilir. Ekonomi yönetimi, özellikle batması durumunda kendi iktidarının da sarsılacağını düşündüğü sermaye kesimleri için döviz krizinin mi, olası şok faiz artışı sonrası daha da derinleşebilecek bir ekonomik daralmanın mı daha az hasarlı olacağını düşünerek karar alıyor. Bundan sonra da ekonomi yönetiminin hesap edeceği budur. 

Yoksa Ankara için mesele, teknik olarak ekonominin gereklerini bilip bilmemek değil; iktidarının sürdürmesini sağlayacak uygun ekonomi-politik programı keşfetmektir. O ekonomi-politik program ise, krizin maliyetinin hangi toplum kesimine ve ne oranda bölüştürüleceği ile ilgili. Görünen o ki, bu tip bir programı ortaya çıkarmak giderek zorlaşıyor. 

***

[1] Bu yazı, 28.08.2018 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/08/28/ankaranin-secenekleri-neler/

[2] ABD ile olan dış siyasi gerilim ve olumsuz küresel ekonomik konjonktür nedeniyle, faiz şokunun enflasyon üzerindeki etkisi beklenenden çok daha düşük olacaktır.


***
Yukarıdaki yazı çerçevesinde Medyaskop TV'de yaptığımız programı da aşağıya ekliyorum: