Yükselen sağ ve faşizan hareketlerin ve yabancı
düşmanlığının küresel ekonomik krizle irtibatı yeterince kurulmayınca ortaya
tatsız anıştırmalar, yersiz benzetmeler çıkabiliyor. Donald Trump’ın ABD
başkanı seçilmesi ile ilgili olan analizlerde de Brexit referandumuna ilişkin açıklamalarda da değişim isteği ile krizin
yarattığı çöküntü arasında bağ kurma çabaları mevcuttu. Ancak bu dalganın genel
karakterinin tespit edilmesi yine de gecikmiş görünüyor. 4 Aralık'taki İtalyan referandumunu bu dönüşüm, Avrupa'da siyaset sahnesindeki temel bir bölünme ve kriz karşısında esaslı politika tepkisi geliştirememe sorunu ile ilişkilendirmek gerekli.
Kriz ne getirdi?
İtalya’da Avro Bölgesi krizi hem işsizliği radikal bir
şekilde arttırdı, hem de teknokratik bir yönetim anlayışıyla Avro Bölgesi
içinde kalarak gerçekleşen müdahalelerin bir işe yaramadığı görüldü. İtalya'da kamu borcu/GSYH oranı 2015 sonunda % 130’u geçti. Bankaların takipteki kredi
oranları bu dönemde 350 milyar avroyu buldu (GSYH’nin beşte biri, ayrıca bkz. takipteki kredilerin toplam kredilere oranını bankalara göre gösteren tablo). Hazine’nin
ortak olduğu kalkınma bankası aracılığıyla açıklanan 160 milyar avroluk yatırım programının etkisi henüz görülmedi. Krizin ağırlaşması karşısında devletin doğrudan müdahalede
bulunmasının önünde yüksek kamu borcunun etkisi (büyük kurtarma planlarının karşılanamayacak olması) kadar Avro Bölgesi düzenlemelerinin getirdiği "yük
paylaşımı" anlayışı da bulunmaktaydı.
Bu düzenlemelere göre finansal sektörün kurtarılmasında
vergi ödeyen sıradan vatandaşların cebine uzanmadan önce banka hissedarlarının
ve yatırımcıların “fedakarlıkta” bulunması gerekliydi. İşlerin daha da
çığrından çıkmasının önünde bir engel olarak tasarlanan bu yük paylaşımı
düzenlemeleri İtalya’da ters tepmiş görünüyor.
Dünyayı sırtlanan,
İtalya’yı kurtaramayan Atlas
İtalya’da banka hisselerinin 2015 sonunda % 40’lara varan düşüşü
banka kurtarma fonu oluşturulmasına yol açtı. Nisan ayında oluşturulan Atlante (Atlas) 5 milyarlık ilk
sermayesiyle ilk etapta sermaye yeterliliği sorunu yaşayan bankalara destek
oldu. Aynı dönemde takipteki krediler menkul kıymetleştirilerek satılıyordu.
Bütün bu süreç devlet gözetiminde ve desteğindeydi, ancak kurtarma planı kamu
borcunu kağıt üzerinde artırmıyordu.
Atlas'ın elindeki fonların meseleyi çözmeyeceği anlaşılınca
Atlas II özellikle bankaların takipteki kredilerini almak için kuruldu. 3,5
milyar avroluk hedeflenen parayı toplayamayan fon orijinal Atlas’tan transferle
banka kurtarma operasyonunu sürdürüyor. 2016 Kasım sonunda bir yıl önce
kurtarılan üç küçük bankaya destek olacağını ilan eden Atlas II’nin bu desteği
nasıl gerçekleştireceği ie bir muamma.
2016 yazında kurtarma sürecinde AB düzenlemelerini by-pass etmeyi tartışan Renzi, benzer bir konum üstlenerek doğrudan müdahaleyi tekrar
savunmak zorunda kalabilir. Ancak bütün bunlar referandum sonucuna da bağlı.
Değişim isteği
İtalya’da da başka yerlerde olduğu üzere refah üretmeyen ve
gelir eşitsizliklerini artıran uygulamalar karşısındaki tepkilerin nereye ve
nasıl sevk edileceği tartışması sürüyor. “Yapısal” reformları uygulayamadığı,
İtalya’nın hantal sisteminde istediği adımları atamadığı gerekçesiyle Renzi bir
referandum gündemini pişirerek dolaşıma soktu ve Anayasa değişikliği
gerçekleşmezse istifa edeceğini açıkladı.
İtalya’da oylanacak olan şey merkezi hükümetin bölgesel
yönetimlere karşı yetkisinin arttırılması ve Senato’nun gücünün zayıflatılması.
Aynı zamanda yeni seçim kanununun devreye sokulması ile güçlü bir yürütmenin yaratılması, hızlı kararlar alması gereken başbakanın elinin kolaylaştırılması amaçlanıyor. Karşıt
kampta ise Avro bölgesinden ayrılmak isteyenler kadar yürütmenin güçlenmesini
eleştirenler de bulunuyor. Bunlar içinde de değişim söylemini milliyetçi bir içerikle
doldurmak isteyenler ağırlıkta.
Aynen Brexit sürecinde olduğu gibi siyasi kariyerini
referanduma bağlayan bir başbakan, kriz karşısında mevcut tepkiyi siyasal
sistemin işleyişindeki sıkıntılara atfetmeye, Avro Bölgesi teknokratları
karşısında pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalışıyor. Renzi, devletin finansal
sektörü kurtarma kapasitesinin aşındığı koşullarda ve Avro Bölgesi
düzenlemeleri karşısında, daha fazla yetkiyi elinde toplamış bir başbakanın reformlara daha
rahat girişebileceğini ve kendi piyasacılığı karşısında yükselen Avro karşıtı
popülizmi kontrol altına alabileceğini hesaplıyor.
Bütün bağlam farklılıklarına karşın Avrupa’da piyasacılık ve
sağ popülist/faşizan muhalefet arasındaki yarılma ve mücadele baskın bir karakter kazanmış görünüyor.
Siyaset sahnesinin bu yarılması, çalışanların çıkarları doğrultusunda siyasi
muhalefet kanallarını zorlaştırıyor ve boğuyor.
Krizden çıkamama, tepkilerin yönetilememesi ve değişim
isteğini güçlü yürütme yaratmak üzere bir referanduma akıtma...
Şimdi tekrar
soralım, İtalyan referandumunun Türkiye ile ilgisi nedir?