Vekillerin ve gazetecilerin tutuklandığı, bombaların
patladığı ve büyük dramların yaşandığı bir atmosferde ekonomi üzerine yazmak
giderek zorlaşıyor. Ancak yine de çabalayalım. En azından “nereye gidiyoruz?”
sorusuna ekonomik gelişmeler açısından yanıtlar üretebilmek için bu çabaya
ihtiyaç var. Geçtiğimiz hafta ekonomi yönetiminin ekonomik gelişmeleri
yönlendirme kapasitesinin daralmakta olduğuna işaret ederek, her bir sorun için
getirilen çözümlerin, tek seferlik ve tedaviden çok pansuman niteliğinde
olduğuna işaret etmiştim. Bu hafta borç yapılandırması konusu üzerinde durmak istiyorum. İki
nedenle: (i) mevcut koşullarda gelirin artmadığı bir ortamda borçlanmanın
artması, ekonomik büyümeyi sağlamanın yegâne yolu olarak görünüyor, (ii) ekonomik
yavaşlamanın daha fazla borçlanma ile aşılmaya çalışılması, sorunları çözmüyor
sadece geleceğe erteliyor.
Bireysel Borçlarda Yeniden Yapılandırma
Geçtiğimiz Eylül ayında alınan karar ile kredi kartı
borçlarının yeniden yapılandırılması, bazı alanlarda taksit sayısının
artırılması ve konut alımlarındaki peşinatın azaltılması gibi önlemler,
bireysel borçlanma alanında bir borç yapılandırması anlamındaydı. Genelde, borç
yapılandırmasının gündeme geldiği durumlar, borçluların borçlarını ödemekte
zorlanmaya başladığı, takipteki alacakların oransal olarak arttığı dönemlerde
gündeme gelir. Ancak bu borç yapılandırması biraz farklı.
Eylül kararlarının gerisinde böyle bir ihtiyaçtan çok
ekonomik yavaşlamaya karşı bir politika aracı olarak bireysel borçlanmanın daha
da artırılması tercihi var. Dr. Ali Rıza Güngen, geçtiğimiz hafta, bireysel
borç yapılandırılması sürecine işaret ettiği yazısında,
Eylül kararları ile 2010-2013 döneminde Türkiye’ye gelen sermaye akımları
sayesinde gerçekleşen kredi genişlemesini dizginlemeye çalışan ekonomi
yönetiminin güncel müdahalesinin, 2010-2013 döneminin aksi yönünde
şekillendiğine dikkat çekmişti:
“Daha önce düzenlemelerdeki kredi genişlemesini yavaşlatma derdinin yerini bu dönemde borçların yapılandırılması, çevrilebilmesi ve daha fazla borçlanılabilmesi kaygısının alması ve takibe dönüşüm oranları bu kadar düşükken düzenlemelerin yapılması Türkiye ekonomisinin pek de geçici olmayan bir yavaşlama sürecine girdiği düşüncesinin iktidar çevrelerinde de güç kazandığının işaretidir.”
Güngen’in vurgusu önemli. Zira kısa süre içinde aksi
yönlü iki uygulama, geçtiğimiz yıllarda “moda olan” makro ihtiyati tedbirler
paketinin ne kadar konjonktür bağımlı olduğunu, ekonomik durgunluk gündeme
geldiğinde bu tedbirlerden eser kalmadığını gösteriyor.
Firma Borçlarının Yeniden Yapılandırılması
Eylül kararları ile bireysel borçlardaki yeniden
yapılandırma, borçluların borçlarını ödemekte yaşadıkları sorunlardan çok,
durgunluğa karşı alınmış bir önlem niteliğindeydi. Ancak borç yapılandırması
bir kez gündeme geldiğinde, bunun genelleşmesini engellemek zordur. Zira
bireysel borç yapılandırması sonrası bu sefer gündemde ticari borçların yeniden
yapılandırılması var. Geçtiğimiz hafta, Dünya Gazetesi’nden Hüseyin Gökçe
sermaye kesiminin borç yapılandırma taleplerini haberleştirdi. Buna göre, Türkiye’ye “5 milyon civarındaki işverenin parasal yönden
rahatlatılması gerektiği” vurgulanıyor. Bu vurgu, ödemeler zincirindeki
esnemenin sınırlarına yaklaştığımızı gösterir nitelikte.
Henüz resmi istatistiklere yansımasa da, piyasada borç
yapılandırılmasının fiili olarak yapıldığı biliniyor. Örneğin normal şartlarda
borç ödemelerinin ertelenmesi bir istisna iken, son dönemde ödemelerin
ertelenmesi giderek daha kabul edilebilir hale geldi. Ödemeler zinciri,
şimdilik borç vadelerinin ötelenmesiyle fiili olarak esnetilebiliyor. Ancak bu
esnekliğin bir sınırı var. Bir süre sonra ödemeler zincirinin bazı noktalarında
meydana gelecek kırılmalar, hızla bankacılık sistemine yansıyabilir.
2001 Krizi Sonrası Borç Yapılandırmaları
Türkiye’de ticari krediler için borç yapılandırması, 2001
krizi sonrasında iki dalga olarak gündeme gelmişti. İlki, 2003 yılında
uygulamaya konulan ve kriz sonrasında bankalara olan borçlarını ödemekte güçlük
çeken büyük firmaların borçlarının yeniden yapılandırılmasını öngören, “İstanbul Yaklaşımı” programı idi. İkincisi, 2006’da uygulamaya konulan, bu
sefer KOBİ’lerin borç yapılandırmasını öngören, “Anadolu Yaklaşımı” programı
idi. İstanbul Yaklaşımı kapsamında yaklaşık 6 milyar dolarlık borç yeniden
yapılandırılırken, Anadolu Yaklaşımında bu miktar çok daha düşük kaldı.
Ticari kredilerdeki sorunlar henüz 2001 krizi sonrasındaki
düzeyde değil. Ancak sermaye kesimleri tarafından borç yapılandırma
taleplerinin gündeme getirilmesi, ekonomik durgunluğun belirtilerinin
ekonominin genelinde hissedilmeye başladığının bir göstergesi olarak alınabilir.
Zira IMF tarafından geçtiğimiz hafta yayımlanan değerlendirmede, Türkiye
ekonomisinin 2016’da yüzde 2.9 büyüyeceği tahmin edildi. Bu manzaraya döviz kurundaki hızlı tırmanışı da eklersek, önümüzdeki
dönemde muhtemel bir borç yapılandırması, öncekilerden farklı olarak, döviz borçlusu
firmalardan başlayabilir. Döviz kurundaki sert tırmanışa ekonomik durgunluğun
derinleşmesi eklendiğinde, karşımıza genel bir borç yapılandırması
zorunluluğunun ortaya çıkması ihtimali çıkıyor. Böyle bir ihtimal gerçekleşirse,
özel borçların kamuya transfer edilmesi, yani hepimize ödetilmesi gündeme
gelebilir.[1]
[1] Bu yazı,
7.11.2016 tarihinde Gazete Duvar’da yer almıştır. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/11/07/genel-borc-yapilandirilmasina-dogru/