Eylül ayı sonunda hükümet
bir önlem olarak kredi kartı taksit sınırlandırmasında ve ihtiyaç kredileri ile
kredi kartı borç bakiyelerinin yapılandırılmasında yeni düzenlemelere gitti. Bu
düzenlemeler ilk bakışta taksit sayısında sınırlandırma ve kart borçlarında
asgari ödeme oranlarının yukarı çekilmesi gibi 2010-2013 yılları arasında
alınan önlemlerle zıtlık sergiliyor. Düzenlemeler arasında yer alan
unsurlardan, bankaların konut kredilerinde kredi tutarının, teminatın yüzde
80’ine varabilmesi konut piyasasında satışların düşüşü karşısında; borç
bakiyelerinin 72 aya kadar taksitlendirilerek yapılandırılması da birikmiş borç
nedeniyle iç tüketimin kısıtlanması karşısında sınırlı etkide bulunacak olsalar
da şimdiden adım atıldığını gösteriyor.
Hükümet kısaca önümüzdeki
aylarda hanehalklarının biraz daha borçlanabilmeleri ya da borçlarını
çevirebilmeleri için, 2010-2011’de kredi çılgınlığı sırasında başlayan ve
sonrasında devamı getirilen önlemlerle oynamaya başladı. Üstelik bunu ihtiyaç
kredilerinin ve kredi kartlarının takibe dönüşme oranları halen düşük bir
seviyedeyken gerçekleştirdi.
Hanehalkı borç verileri
Hükümetin bu tarz bir
aracı yavaş yavaş devreye sokmasının arkasında düşük büyüme temposu ve artan
işsizlik karşısında 2015 ortasından itibaren – IMF tarafından da – daha açık
bir şekilde dillendirildiği üzere iç talep olanaklarının kullanılması tercihi
var. Bu tercih finansal derinleşme ve içerilme stratejileriyle birlikte
önümüzdeki dönemde Türkiye’deki hanehalkı borçlanmasının tekrar kıpırdanması
anlamına gelebilir.
Hatırlanacağı üzere 2002
sonrasında hanehalkı borç miktarı krediye erişimin kolaylaşması ve kredi
bağımlılığının artışı sonucu sürekli bir şekilde artmıştı. TCMB verilerine
harcanabilir gelire oranla bakıldığında hanehalkı borcunun 2008-2009’da yerinde
saydığı sonra tekrar arttığı görülüyor (Bkz. aşağıdaki tablo).
Hanehalkı borcunun
harcanabilir gelire oranı faiz oranlarındaki düşüşün durması ve kısmen kredi
kartı kullanımı ile taksit sınırlamalarının da etkisiyle 2013 sonrasında düşmüştü.
Bu dönemde hanehalkı tasarruflarının harcanabilir gelire oranıysa (2003-2012
dönemindeki) büyük bir düşüşün ardından ancak küçük bir kıpırdanmayla
yükseldiği düzey olan yüzde 9 civarında seyretmeye devam etti (TCMB, Finansal
İstikrar Raporları). Bu oranın emeklilik sisteminde verilen prim katkısına
karşın bir süredir yerinde saydığını ancak önümüzdeki yıllarda Türkiye’de
piyasa finansının derinleştirilmesi çabalarına eşlik ederek artış göstereceğini
söylemek mümkün.[i]
Verilerin anlamı nedir?
Dünya Bankası finansal
içerilme endeksi oluşturma girişimi sonrası derlenen Türkiye’ye ilişkin borçlanma
verileri (Global Findex veri tabanı), Türkiye’de finansal hizmetlere erişim
konusunda hızlı bir dönüşümün söz konusu olduğunu anlatıyor. Ancak bu veriler
borçlanma bakımından sınıfsal konuma göre bir ayrıştırma yapmaya izin vermiyor.
Türkiye Bankalar Birliği verileri üzerindense (liberal iktisatçılardaki yaygın
düşüncenin aksine) düşük gelirlilerin Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı
altında artan oranda tüketici kredisi kullanımına yöneldiğini iddia etmek
mümkün görünüyor.[ii]
Bu resme AKP döneminde
artan esnekleştirmeyi ve reel asgari ücretin 2004-2013 arasında yerinde
saymasını ekleyelim (DİSK-AR verileri). Karşımıza büyük oranda kentli, tüketim
peşinde ancak borcu miktar olarak sürekli artan (harcanabilir gelire oranla da
artma eğiliminde olan) bir çalışanlar ordusu çıkacaktır.
Bunun ötesinde gözlemlerde
bulunmak da olasıdır: Türkiye’de son yıllarda (2008-9 uluslararası finansal
krizi sonrası) finansal derinleşme süreci daha sistematik bir şekilde ele alınıp,
sermaye piyasaları bu amaçla yeniden düzenlendi. Bu sürecin borç ve tasarruf
oranlarına orta vadedeki etkilerinin bugünden kesin bir şekilde tarif edilmesi
henüz mümkün değil. Ancak ilk göstergeler formel finansal sisteme erişimi artan
hanehalklarının toplam borcunun da arttığını, tasarruf hesabı ya da yatırım
fonlarının hacmindeki artışa nispeten hafife alınamayacak bir kredi
bağımlılığının gözlemlendiğini belirtmeyi mümkün kılıyor.
Kısaca, veriler siyasal
iktidarın eserini özetliyor: finansal sistemle daha fazla bütünleştirilen halk
kesimleri, gelirler yerinde sayarken tüketim seviyelerini arttırmak ya da
korumak için dahi olsa daha fazla borçlanıyor. Hayatın olağan akışının parçası
haline getirilen işsizlik dönemleri ya da gelir düzensizlikleri, içinden
çıkılamayan borç kapanları yaratıyor.
Devlet müdahalesi ve
devamı
Söz konusu borçlanma
süreci, finansal sistemle eşitsiz bir ilişki içinde bulunan ancak aynı zamanda
farklı eşitsiz konumları resmi söylemde “tüketici” olarak eşitlenen toplumsal
kesimlerin kredi kullanımının dertsiz tasasız olmayacağının da işareti. Kredi
mekanizması sorunları geleceğe erteleyebilse ve üretim alanındaki çelişkileri
başka alanlara kaydırma olanakları sunsa da, kredinin kaynağına geri dönüp
ödenmesi zorunluluğu (ve bunun gerçekleşmemesinin yarattığı kriz dinamikleri)
sürekli müdahalelere kapı açıyor.
Eylül ayı sonundaki
yönetmelik değişiklikleri, aynen 2010-2013 dönemindekiler gibi, bu
müdahalelerden bir demet. Daha önce düzenlemelerdeki kredi genişlemesini
yavaşlatma derdinin yerini bu dönemde borçların yapılandırılması,
çevrilebilmesi ve daha fazla borçlanılabilmesi kaygısının alması ve takibe
dönüşüm oranları bu kadar düşükken düzenlemelerin yapılması Türkiye ekonomisinin
pek de geçici olmayan bir yavaşlama sürecine girdiği düşüncesinin iktidar
çevrelerinde de güç kazandığının işaretidir.
Bu müdahalelerin
sıklaşmasını beklemek yerindedir. Türkiye’nin dış politika şahinliklerinden,
içeride berkitilen baskı ortamına kadar birçok uygulamayı bu perspektifle ilişkilendirerek
de ele almak gerekmektedir.
** Bu yazı politikyol.com sitesinde 1 Kasım 2016'da yayımlanmıştır.
[i] Bu artış, artışın mekanizmaları
ve finansal piyasalara etkisi, yapılacak düzenlemelere göre değişiklik
gösterecektir. Piyasa finansı mekanizmalarının desteklenmesi ve sermaye
piyasalarının derinleşmesi sürecinde “yatırımcı” konumu edinebilen kesimler ya
da sürekli olarak bireysel emeklilik sistemine (BES) katkıda bulunabilen
kesimler Türkiye toplumunun azınlığını oluştursa da bireysel emeklilik
sistemine çalışanların dâhil edilmesini zorunlu kılan yasal değişikliğin etkisi
ancak 2017 yılsonundan itibaren netleşecektir. Üstelik BES fonlarının
işletilmesi ve kullanımı da Türkiye’de hem piyasa finansının derinleşme
sürecine hem de bireysel borçlanmanın seyrine etkide bulunacaktır. Biriken
fonların kamu yatırımlarında kullanılması ve devlet katkısının hesaplanma ve bireysel
hesaplara aktarım yöntemindeki farklılıklar da uzun vadede devlet borçlanması
dinamiklerine etkide bulunacaktır.
[ii] Bu konuda derli toplu bir döküm için
Karaçimen, E. (2015) “Tüketici Kredisinin Ekonomi Politiği: Türkiye Üzerine bir
Değerlendirme”, Praksis 38.’e ya da
yazarın diğer çalışmalarına bakılabilir.