Aralarında
Türkiye’nin de olduğu orta gelir düzeyi ülkelere portföy yatırımları ağırlıklı
sermaye girişleri 2016 yazında devamlılık sergiledi. Bu durum Türkiye’de 15
Temmuz darbe girişimi sonrasında doların yükselişinin frenlenmesini getirdi. Ancak
önce FED faiz artışı ihtimalinin bir süreliğine de olsa güçlenmesi, sonrasında
ABD ekonomisindeki belirsizliklere karşın güvenli liman arayışının yoğunlaşması
çok sayıda orta gelir düzeyi ülkeye (Çin dışarıda bırakılırsa bir bütün olarak
“yükselen piyasalara”) net sermaye girişlerinin azalarak devam etmesi anlamına
geldi. ABD seçimleri sonrasında ise yabancı yatırımcıların bu kategorideki
ülkelerden çıkışı yoğunlaştı. Örneğin Çin haricindeki 8 yükselen piyasa ülkesinden
para-sermaye çıkışı sadece 9-11 Kasım tarihlerinde 2,5 milyar doları buldu.
Türkiye
bu dinamiklerden muaf değil. Ancak kur artışını en şiddetli deneyimleyen
ülkelerin belki de başında geliyor. Eylül ayında dillendirilen yılsonunda 3,15
seviyesine ulaşma, 2017 içinde de Türkiye’deki enflasyon artışına paralel bir
değer kaybı beklentisi artık çok gerilerde kaldı. Amerikan doları Türk lirası
karşısında dört aylık dönemde yaklaşık yüzde 10 değer kazandı, hatta zaman
aralığı Eylül sonundan itibaren 45 gün olarak alınırsa bu değer kazanımı yüzde
11 civarında gerçekleşti.
Liranın
hızlı değer kaybının etkilerinin görülmesi ve değerlendirilmesi zaman alacak. Türkiye’de
ekonomi politika yapıcılarının ısrarla halkın hafızasızlığına başvurması ve sık
sık verileri çarpıtması nedeniyle bir ekonomik çöküntü ile karşı karşıya
olunduğunu hatırlatmakta fayda bulunuyor.
Verileri hatırlamak
Kur
artışı karşısında Türkiye’nin oturduğu düşük büyüme platosundan ayrılmasının
zorlaştığını, bunun işsizlik rakamlarındaki artışı ivmelendireceğini söylemek
mümkün. Özellikle geliri lira, borcu dolar üzerinden olan firmaların üzerindeki
yük büyük oranda artmıştır. Üstelik Kasım başında yayımlanan verilere göre
Ağustos 2016 itibarıyla reel sektörün döviz açık pozisyonu 210 milyar doları
geçmiştir. Bu rakamın son aylarda daha da arttığını ve kur artışının dikkate
alınması gereken sayıda iflasa yol açacağını söylemek abartı olmayacaktır.
Dolayısıyla
sonbaharda daha açık bir şekilde görülen ve bütçe dengelerine yansıyan kamunun
desteğinden iç talebin canlandırılmasına yönelik borç yapılandırması
düzenlemelerine kadar çeşitli önlemler ilk etapta yaşanacak çöküntüyü
önleyemeyebilir. Bu koşullar altında daha da yükselecek işsizlik oranındaki
seyir, görünümü tamamlamaktadır. Ağustos 2016 itibarıyla dar tanımlı işsizlik
yüzde 11,3’e yükselmiştir. Kadın ve genç işsizliği sorunu ağırlaşarak devam
etmektedir. DİSK-AR tarafından yayımlanan, Ağustos ayı verileri üzerinden yıl bazında gidişatı gösteren aşağıdaki tablo tarım dışı işsizliğin daha hızlı
arttığını işaret etmektedir.
Bu
veriler ve kurdaki artış nedeniyle başbakan tarafından 4 Ekim’de açıklanan orta
vadeli program hedefleri (2017 yılında yüzde 4,4 büyüme ve yüzde 6,5 enflasyon
oranı) deyim yerindeyse mürekkep kurumadan geçersiz hale gelmiştir.
Ekonomi politikasının
çarpıklıkları
Türkiye’de
neoliberal dönem boyunca uygulanan ekonomi politikalarının sonucu olarak ihracatın
ithalat bağımlılığı son derece yüksektir. Üretim sürecinin mevcut örgütlenmesi ve
firma bağlantıları kur artışının ihracat avantajına çevrilmesine izin
vermemektedir. Daha önemlisi faiz oranlarının yüksekliği ve istikrarsızlık
karşısında iç tüketimin kamçılanması tercihinin beklenen sonuçları üretmeme
olasılığı bu koşullar altında yükselmektedir. 2016 için hedeflenen büyüme rakamının
tutturulamayacağı neredeyse kesinleşmiştir.
Ekonomide
durgunluk ihtimalinin belirmesi piyasaya bel bağlayan ve fiyatları piyasaya
bırakan bir anlayışın mevcutta devam eden sorgulanmasını arttırmaktadır.
Örneğin kamunun mevduatlarına faiz sınırı getirilmesi planı ile bankaların
kredi maliyetlerinde azalma hedeflenmekte, OHAL koşullarında kredi faizlerinin
düşürülmesi için devam eden baskı ile sorunların ertelenmesi uğraşı devam
etmektedir. Ancak bu girişimler palyatif nitelik taşımaktadır. Tekrarlamak gerekirse,
geçici önlemlerle alınan mesafenin önemsizliği aralarında Türkiye’nin de
bulunduğu ülkelerden çıkışın belirlediği kur artışında Türkiye’nin benzer
kategorideki ülkelerden daha fazla kayıp yaşaması ile görünür hale gelmektedir.
Bu
arka plan karşısında ekonomi politikasında neoliberal ve yeni kurumsalcı bir
çizginin belirlediği söylem ile kriz karşıtı ve geçici olmakla birlikte
kalkınmacı sıfatıyla paketlenip sunulacak çeşitli müdahaleci uygulamalar
arasındaki gerilim daha da artacaktır. Gerilimi Mehmet Şimşek’in ve AKP’li
ekonomi bürokratlarının savunduğu bir tür yatırımcı demokrasisiyle değil çalışan
sınıflar yararına aşmak alternatif ekonomi politikası tartışmasını
derinleştirmekten geçmektedir.
Not: Bu yazı www.politikyol.com sitesinde yayımlanması için kaleme alındıktan sonraki 2 günde Türk lirası % 2'yi aşan değer kaybına uğradı.