6 Aralık 2019 Cuma

Bilinmeyen bir işsizlik bölgesine giriyoruz

Türkiye ekonomisinin durgunlaşma eğilimi devam ediyor. Yaz aylarında faiz indirimi ve küresel parasal genişleme çevrimi etkisiyle görülen hareketlenmenin üretim faaliyeti ve satış hacmine kayda değer etkide bulunmadığı, söz konusu olanın toparlanma ve atılım değil durgunlaşma olduğu ortaya çıktı.

Bu hafta içinde açıklanan ağustos ayı verilerine göre sanayi üretimi bir önceki yılın aynı dönemine nazaran yüzde 3,6 azaldı. Perakende satış hacminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 4,3 düşük kaydedildi. Takvim etkisinden arındırılmış veriler de kredi hacmi seyri de şunu söylemeye izin veriyor: Erdoğan yönetiminin “dengelenme” olarak pazarladığı ekonomik beklenti baharda küresel konjonktürün değişmesiyle gerçekleşme olasılığına kavuştu. Ancak bizzat IMF uzmanlarının tespitine göre Nisan 2019’da başlayan yeni parasal çevrim konjonktürü halen devam etse de, bir seferlik gelir aktarımlarıyla devasa harcama temposu sürdürülmüş olsa da varılan nokta yıl sonunda sıfır büyüme olacak. Sonuç kronik işsizlik ve yıkım.

TARİHİN EN YÜKSEK SEVİYELERİ

TÜİK’in sorunlu milli gelir tahminlerine göre dahi sıfır büyüme ile 2019’u kapatması beklenen Türkiye ekonomisinde, küresel parasal çevrime, sermaye hareketlerine ve ana ihracat pazarlarındaki daralmanın tersine çevrilmesine bağlı olarak 2020 ortasında durgunlaşma geride bırakılabilir. Ancak bu koşullar altında dahi yüksek işsizlik sorununun bir süre daha devam edeceği görülüyor.

Yıkım ve sonrasında durgunlaşma olduğu gibi işsizlik verilerinde görülebiliyor. Bunu ifade edebilmek için sadece mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranının yüzde 14,3’le yakın tarihin en yüksek seviyesinde olduğunu hatırlatmak yetmiyor (TÜİK bu alanda 2005 öncesine ilişkin veri sunmuyor). Türkiye’de son bir yıl içinde resmi verilere göre inşaat sektöründe 465 bin, sanayide 102 bin, toptan ve perakende ticarette 254 bin istihdam kaybı görüldü. Ancak dahası var. Bu oran ve rakamların ötesinde bilinmeyen bir bölgeye girmekte olduğumuzu hatırlatan gelişmeler mevcut.

Türkiye tarihinde ilk kez bir yıldan daha uzun süreli işsiz sayısı resmi verilere göre 1 milyonu aştı. Yine Türkiye tarihinde ilk kez işini yeni (son 2 ayda) kaybetmiş insan sayısı 2 milyonun üstünde kaydedildi. Veriler 2018 sonbaharında işini kaybedenlerin hatırı sayılır bir kısmının takip eden dönemde iş bulamadığını söylemeye izin veriyor.



Aynı zamanda Erdoğan yönetiminin içine düştüğü açmazlar, şık durması için üzerinde çalışılmış rakamların dahi korkutucu olmasını engellemiyor. Örneğin Türkiye’nin demografik yapısı her yıl işgücüne 1 milyona yaklaşan sayıda kişinin katılımını getiriyor. Bu rakamların altında istihdam artışı zaten işsizliğin artması demek. Kısacası, Strateji ve Bütçe Başkanı Naci Ağbal’ın 17 Ekim’de, 2020 bütçe rakamlarına ilişkin açıklamaları arasına yerleştirdiği 1 milyon 52 bin istihdam artışı beklentisi Türkiye’de işsizlik oranının yüzde 14 civarında dolanması hedefi demek.

Geçen yıla benzer biçimde, eylül sonunda açıklanan orta vadeli programın birçok rakamının mürekkep kurumadan geçersiz hale geldiğini görüyoruz. 2020-22 Ekonomi Programı’nın işsizlik tahmininin gerçekleşmesi için ağustos ve kasım ayları için ortalama yüzde 12 işsizlik kaydedilmesi gerekiyor. Oysa yukarıda sunduğum sanayi üretimi ve perakende satış verileri işsizliğin düşmesinin pek mümkün olmadığını ima ediyor. Berat Albayrak’ın iki hafta önce açıkladığı program hedeflerinden örneğin 2020 yılı işsizlik hedefinin gerçekleşmesi için işgücüne katılım oranında büyük bir farklılık olmayacağı üzerinden hesap yaparsak 2020 yılında 1,5 milyona yaklaşan bir istihdam artışı gerekli.

Kısacası, Hazine ve Maliye Bakanı’nı iki hafta sonra Strateji ve Bütçe Başkanı yalanlıyor, onu da zaten resmi veriler ve gelişmeler yalanlayıp duruyor.

FİNANSAL OHAL

ABD yönetiminin az sayıda kişi ve kurumu hedef alan Başkan imzalı yaptırımları, Kongre baskısıyla genişletilirse ya da Halkbank’a yönelik milyarlarca dolarlık ceza isteminde yeni adımlar atılırsa sıra dışı gelişmeler birbiri ardına gelecek. Elbette, burada bir hatırlatmada bulunmak gerekiyor. Türkiye’nin krizi Trump’ın eseri değildi. Türkiye ekonomisi kredi öncülüğünde büyüme modeli tıkanınca krize sürüklendi. Krizin ömrünün uzaması ihtimalini ABD yönetiminin uygulamaları ya da adımları güçlendiriyor. Fakat, Türkiye ekonomisini “felakete sürükleyen” büyüklük sanrısı içinde dillendirdiği iddialarının aksine Trump değildi.

2019 yılı baharından başlayarak görece genişleyici para politikalarının dünya ekonomisinin yüzde 70’inde etkili olmasının arkasında küresel yavaşlama yatıyor. Ekonomik faaliyetin bir fanusta küresel gelişmelerden yalıtılmış durumda devam ettiği yanılsamalarından uzaklaşmakta fayda var. Küresel yavaşlama konjonktürüne verilen para politikası tepkileri Türkiye benzeri ülkelere sermaye girişinin zeminini sağlıyor, fakat küresel yavaşlama eğilimi aynı ülkelerin diken üstünde durmasını ve örneğin 15 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında yerlerde sürünen büyüme oranları kaydetmelerine neden oluyor.

Jeopolitik gerginlikler, sınır ötesine seferlerden tutun da sanık sandalyesine oturtulan Halkbank’a yönelik yaptırım olasılıklarına kadar bu derecede çeşitli ve önemli gelişme altında gidişata ilişkin net resim çizmek zorlaşıyor. Bu sırada, kısa süreli dramatik önlem ve müdahalelerle sınırlı başarıların elde edildiğini görüyoruz. Örneğin yedi banka hissesinin açığa satışının yasaklandığı 16 Ekim günü Borsa’da daha sert bir düşüşün önüne geçildi. Aynı gün uluslararası piyasada TL’nin hızlı değer kaybının engellenmesi için çeşitli “tavsiye”lerin devreye girdiği yazıldı. Kısa süreli finansal olağanüstü hal altında ekim ayında iki haftada yüzde 3 değer kaybı yaşayan Türk Lirası’nın daha fazla değersizleşmesi engellendi. Sınırlı başarı ile kastım bu.

Fakat giriyor olduğumuz yüksek, kronik ve milyonlar açısından daha önce deneyimlenmedik derecede uzun süreli işsizlik bölgesi ani değer kayıplarını engellemek, hızlı sermaye çıkışlarını önleyebilmenin ötesinde adımlar gereksiniyor. Kısa vadede işsizlikle mücadele anlamında yaratıcı hamlelere girişilmesi, kamunun ağırlığının artması için adımlar atılması ve bir yandan da uluslararası alanda bir manevra alanına sahip olarak küresel ekonomiyle bu kadar bütünleşmiş bulunan ekonomide fırsatlar kollanması gerekiyor. Ancak bu tarz önlemler almaya AKP blokunun harcının uygun olmadığını biliyoruz.

İktidardakilerin şimdiki sıkışmışlığı aşmaları kendilerine rağmen gerçekleşebilecek bir şey haline geldi. Bütün olan bitenlerde komik bir taraf varsa, sanıyorum, halen kendilerine teşekkür edilmesini beklemeleridir.

not: bu yazı 18.10.2019'da gazeteduvaR'da yayımlanmıştır.