Geçen haftaki yazıya
şöyle başlamıştım: “Artık adını koymak gerekiyor: Türkiye ekonomisi krizde ve
krizin adı, stagflasyon”. Bu yazıda, yapısal unsurlardan ziyade güncel
gelişmelere değineceğim. Zira güncel gelişmelerin temel tespitleri
etkileyebilme potansiyeli olan bir dönemden geçiyoruz.
Kur Fren Tutmuyor
TL’deki değersizleşme bir süredir hızlandı. Bu hareket
2017 başına kadar diğer ülke paraları ile beraber hareket ediyordu, bunu dolar endeksinden
takip edebiliyoruz. Ancak geçtiğimiz on gündür dolar endeksi düşüşte olmasına
rağmen, yani diğer paralar dolara karşı değer kazanırken, TL bu trendin dışında
kaldı. Piyasa tabiri ile söylersek “negatif ayrıştı”. Aşağıda 2017’nin ilk 8 iş
gününde farklı ülke paralarının dolara karşı pozisyonunu gösteren bir tablo
var.
Kaynak: Bloomberg |
Tablodan da net bir şekilde görüldüğü gibi, TL dolar
karşısında dünyada en çok değer kaybeden para birimi durumunda. On günde yüzde
9’a yaklaşan bu çöküş, Trump ile başı dertte olan Meksika’dan daha fazla. Daha
da ilginci, Meksika ve Türkiye dışındaki ülkelerin paralarında ciddi bir değer
kaybı olmayan bir dönemde gerçekleşiyor bu. Dolayısıyla ilk tespitimizi
yapalım: TL’nin değersizleşmesi hızla devam ediyor.
Küresel Sermaye Hükmünü İcra Ediyor
Yılbaşından beri TL’deki hızlı değersizleşme ve bu
gidişatın nerede duracağının kestirilememesi, uluslararası sermaye çevrelerinin
endişelerini yüksek sesle dile getirmeye başlamalarına neden oldu. Financial Times’ta üst üste çıkan yazılar özellikle dikkat çekicidir. Bu seslerin ortak
yönü (mealen) şudur: “Türkiye’ye yatırım yapmak daha riskli hale geliyor. Yine
yatırım yapılabilir ancak bunun karşılığında faiz artırılmalıdır”. Nitekim Commerzbank tarafından yapılan “TCMB, keskin faiz artırımına gitmeli” yorumu, bu
sesleri özetliyor.
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in yaptığı son
değerlendirme, Türkiye’deki bankacılık sistemi ile ilgili. Moody’s,
“banka kârlarında ciddi düşüş beklendiği ifade ederek, bankaların varlık
kalitesinin de kötüleşeceğini öngörüyor”. Moody’s’in bir başka vurgusu ise
bankalardaki batık kredi oranının yüzde 4 düzeyini geçebileceği üzerine. Moody’s’e ek olarak ay
sonunda Fitch tarafından yapılacak değerlendirme de önemli olacak. Bu
çerçevede, ikinci tespitimiz, küresel sermayenin Türkiye’ye gelmek için daha
isteksiz hale geldiğidir.
24 Ocak Kararı?
Merkez Bankası 10 Ocak’ta bu gidişata iki kanalla
müdahale etti. İlki TL likiditesini kısmak, ikincisi de döviz cinsinden zorunlu
karşılık oranlarını düşürmek oldu. Bununla 1.5 milyar dolarlık bir ilave
likidite sağlanmış oldu. Ancak bu müdahalenin etkisi iki saatte buharlaşıp uçtu. Tıpkı Kasım ayındaki faiz artışının buharlaşması gibi. Şimdi önümüzde 24 Ocak’ta yapılacak olan Para Politikası Kurulu
toplantısı var. 24 Ocak’a kadar bir olağanüstü toplantı yapmak zorunda kalmasa
dahi (ki Ocak 2014’teki gibi bir olağanüstü toplantı ihtimali hiç de az değil) Merkez
Bankası’nın önündeki seçenekler sınırlı.
Faiz artışının, zaten durgunlaşan ekonomik büyümeyi
büsbütün boğması, ekonomi yönetiminin en önemli endişesi. Hele ki önümüzde
Türkiye’nin kaderini etkileyecek bir referandum belirmişken. Zira Kasım ayı
sanayi üretimi verileri sanayi üretiminin durduğunu
gösteriyor. Diğer yandan TL’deki değersizleşme bu hızla devam ederse, özel
sektör kaynaklı bir borç krizi gibi, faiz artışının yaratacağı etkiden çok daha
büyük hasarlar oluşabilir. Her ne kadar büyük firmaların ve mega projeleri
üstlenen şirketlerin döviz borçlarına Hazine garantisi getirilmiş olsa da, TL’deki değersizleşme bu sefer
bütçeye baskı oluşturacaktır. Dolayısıyla 24 Ocak’ta yapılacak tercih, ancak en
az maliyetli olanı seçmek şeklinde olacaktır. O zaman üçüncü tespiti de
ekleyebiliriz, ekonomik durgunluk ortamı derinleşiyor ve buna müdahale giderek
zorlaşıyor.
Ara Sonuç: Dolu Dizgin Stagflasyona!
Yukarıda, yılbaşından bu yana yaşanan gelişmeleri izleyerek
üç tespit yapmış olduk. Özetleyelim:
İlk tespitimiz TL’deki değersizleşmenin hızla sürmesidir.
Bunun etkilerini enflasyonun artışı olarak göreceğiz. Bu kaçınılmaz. Zira son
iki ayda benzin yüzde 9 zamlandı,
gerisi de gelecek. TL’deki değersizleşmenin sonuçlarından biri, enflasyondaki
artış olacak.
İkinci tespitimiz, küresel sermayenin Türkiye’ye girmek
için daha isteksiz hale geldiğidir. Bu da ilk tespiti destekler nitelikte. Önümüzdeki
dönemde net sermaye çıkışlarının yaşanması yüksek bir ihtimaldir. En iyi
olasılık, borçlanma maliyetlerinin artması olacaktır.
Üçüncü tespit ise, üretimindeki yavaşlama emarelerinin
devam etmesidir.
Bu üç tespit bizi şu sonuca götürüyor: stagflasyonist kriz
ortamı derinleşecek. Ekleyelim: başkanlık referandumu, stagflasyonist kriz
eşliğinde, yani enflasyonun arttığı ve ekonomik aktivitenin yavaşladığı bir
dönemde yapılacak.