Britanya siyasetini Black Mirror dizisinin muhteşem ilk bölümündeki kadar olmasa da yine de oldukça hızlı bir kamuoyu değişimi tanımlar
hale geldiyse bunda Avro Bölgesi krizinin etkisi büyük. Yaklaşık dört ay önce
tabanını sağlamlaştırmak, muhafazakar milletvekillerinin ağzına bir parmak bal
çalmak ve sağdan yükselen UKIP (aşırı milliyetçi, göçmen karşıtı Birleşik
Krallık Bağımsızlık Partisi) tehlikesine karşı milliyetçilik bayrağını kimseye kaptırmamak üzere bir AB referandumundan bahseden Başbakan David Cameron siyasi
dar görüşlülüğünün ceremesini çekmeye başlamış görünüyor. Bir kez gayya kuyusu
açıldı mı politikacıların içine bakmadan duramayacağını kulağına fısıldamayı
unutan danışmanlarının işine son vermediyse bu kendisini daha da zayıf
gösterecek bir hamle olduğunu düşünmesinden kaynaklanıyordur herhalde.
Cameron AB referandumu ile ilgili önceki açıklamasında son
derece muğlak bir tavır sergiliyordu. Böyle bir referandumun olup olmayacağı gibi
muhtemel tarihi de son derece belirsizdi. Tek vurgusu AB ile müzakerelerde
bulunmak istediği (ki müzakerelerin içeriği de net değildi) ve bu müzakereler
sonucunda AB ile ilişkilerin Britanya’nın istediği şekilde
biçimlenmesi sağlanamazsa bir referandumla halka danışmanın gerekli olacağıydı.
Bu Britanya siyasetinde muhafazakar siyasetçilerin yani Torylerin arkalarını
yaslayabileceği bir yönelime işaret eden, muhafazakarların UKIP karşısında
övünebileceği majoriter bir demokrasi manevrasıydı. Şimdi, Tory backbencher’ların (Parlamentoda arka
sıralarda oturan, parlamento grubunun tabanını oluşturanlar) coşkusu kısa
sürmüşe benziyor.
Aslında Torylerin Liberal Demokratlarla oluşturduğu
koalisyon hükümeti Brüksel’e bir güç aktarımı barındıran bir değişikliğin ancak
referandumla kabul edilebileceğine dair bir yasal düzenleme yaptı. Ancak şimdi
kartlar daha açık oynanıyor. Artık AB’yi terk etme zamanının geldiğini
dillendiren daha fazla muhafazakar bulunmakta. Kraliçe’nin parlamentonun
gündemini de ele alan konuşmasında bu doğrultuda bir ifadenin bulunmamasını
protesto eden yaklaşık 80 milletvekilinin girişimi sonrasında Cameron daha
büyük bir başkaldırıyı engellemek için bir yasa önerisi hazırlamak durumunda
kaldı. Ancak bu yasa önerisini Avrofil olarak da görülen Liberal Demokratlarla
olan koalisyonu sonlandırmamak için bir hükümet önerisi olarak değil kişisel bir girişim biçiminde parlamentoya sunacak. Proxy
olarak konuşacak milletvekilinin günün birinde kahraman olması ihtimali bile parlamenter
Michael Fabricant tarafından twitter’da dillendirildi. Ancak teklifin yasalaşma
ihtimali hükümet teklifi olmadığından ve koalisyon köprüleri atılmadığından oldukça düşük.
Torylerin başkaldırısı bu parlamentonun savaş sonrasında en fazla görüş ayrılığı ve yasa tekliflerine itirazın görüldüğü parlamento
olmasının nedeninde olduğu gibi Britanya’yı bekleyen sorunların büyüklüğünden
ve yönetme zorluğundan kaynaklanıyor. Büyük sosyal kesintiler ve vergi
artışlarına karşın toplam hükümet borcunun Reinhart&Rogoff barajı olan %90’a dayandığı, ekonomik sorunların üstesinden gelemeyen ülkede göçmenlerin
günah keçisi ilan edildiği ve hayatın emekçiler için giderek daha da
zorlaşacağı 2010 seçimlerine giderken oldukça açıktı. Asılı kalan
parlamentodaki hükümet sorununun kısa zamanda çözülmesi ise Britanya’nın
ekonomik sorunlarını rafa kaldırmadı. Çünkü krize verilen tepki sadece bütçe
önceliklerini değiştirmek ve finansal sektörün pisliklerini halı altına
süpürmekten ibaretti.
Göçmen karşıtlığının yükselişine eşlik eden AB’yi günah
keçisi ilan etme taktiği, Avroskeptik çizgiyi politikanın daha da merkezine
yerleştirirken, emek piyasasındaki ücretlerin daha da yükselmesini engelleyen
göçmenlerin İngiliz alt orta sınıf için oluşturduğu “tehdit” karşısındaki tepkinin
milliyetçi bir kanala bizzat muhafazakarlar tarafından dökülmesi muhafazakarları
köşeye sıkıştırmaya devam ediyor. Avro bölgesi krizi sadece krize verilen
tepkisel politika duvarlarıyla ve beklentilerin dibe vurmasıyla Kuzey Afrika’da
halk desteğinden yoksun otoriter rejimlerin çöküşüne değil Britanya
siyasetindeki merkezkaç kuvvetlerin güçlenmesine de katkıda bulunmuş durumda. Yarın
Kraliçe’nin konuşmasına dair bir tartışmanın yapılacağı Avam Kamarası’nda
belagat yarıştıracak muhafazakarlar bu kuvvetlere göz kırpacak. İki partili
sistem Liberal Demokratların yükselişiyle geçen seçimlerde sarsılmıştı. Şimdi
UKIP gibi bir partinin % 18’lere ulaşan oyuysa bütün poliitk sistemin
geleceğinin masada olduğunu gösteriyor. AB referandumu ile ilgili kriz bunun
göstergelerinden birisi ve en dikkat çekici olanı. AB üyesi ülkelerde bir dizi
referandumla çıkış koşullarının tartışılmaya başlanması ihtimali de cabası.