Brezilya Maliye Bakanı Mantega 2010 yılında kur savaşlarının geri döndüğü fikrini ortaya attığından beri aralıklarla bu durum konuşuluyor. Bir ülkenin rekabet gücünü korumak – arttırmak ve daha dar anlamda ihracatı arttırmak için başvurabileceği yöntemlerden birisi olarak kabul edilen para değerini düşürmenin başka ülkeler tarafından da uygulanması ve karşılıklı devalüasyonların birbirini takip etmesi anlamına gelen kur savaşlarını Mantega’nın vurgulaması, miktarsal kolaylaştırma adı verilen para politikasının birçok ülkede para birimi değerini düşürme isteği doğuracağına inanmasına bağlıydı.
Kur savaşlarının en son geçtiğimiz hafta tekrar gündeme gelmesinde birçok Merkez Bankası’nın paranın değerlenmesine izin vermeyecekleri ve gerektiğinde müdahalede bulunacaklarına dair açıklamalarının etkisi var. Bu açıklamaların en önemli nedeni ise ekonominin baş aşağı gittiği ve büyüme performansının umut vaat etmediği durumlarda kendisini daha avantajlı konuma getirmek isteyen sermaye gruplarının ve kriz yönetimi konusunda ellerinden pek bir şey gelmeyen teknokratların ve politika yapıcılarının para değerini düşük tutmaya başvurmak zorunda kalınabilecek bir araç olarak bakmaları.
Son haftalarda Japon Başbakanı Shinzo Abe, para değerinin düşmesi konusunda Japonya Bankası’ndan yardım istedi. Eurogroup başkanı Jean-Claude Juncker Avro’nun değer kaybetmesinin iyi olacağını açıkladı. Kısa süre önceki Yunan borç operasyonu ve Avrupa mali ve ekonomik bütünleşmesinde bir gerilemenin olmayacağı yönlü beklentiler İtalyan ve İspanyol tahvillerinin getirilerinin düşmesine vesile olmuş, Avro’nun değerlenmesine de yol açmıştı. Rusya Bankası’ndan Alexey Ulyukakev Japonya’daki gelişmelerin çeşitli devalüasyonlar tarafından takip edilebileceğini açıkladı, Çek Cumhuriyeti’nde koruna’nın değer kaybetmesi için müdahale edilebileceği konuşuldu.
Ekonomi alanında komşunun kuyusunu kazmak (beggar thy neighbour) olarak adlandırılan bu yönelim zaman zaman daha büyük bir bütünleşme karşısında ulusal çıkarların savunulduğu şeklinde yorumlanıyor, popüler söylemlere zemin kazandırarak korumacı politikaların daha yüksek sesle dillendirilmesine yol açabiliyor. Ancak 1930’lar dünyasındakine benzer bir “görüyorum ve arttırıyorum” devalüasyonlarını beklemek safdillik olacaktır. Daha ziyade Avro’ya dahil olmama kararı vermekle övünen Tony Blair ve Gordon Brown’un temsil ettiği çizgiyi “AB’den çıksak daha iyi olabilir” noktasına götüren Britanya Başbakanı Cameron’un referandum önerisine benzer siyasi manevralar ve kurumsal bağımsızlığını kazanmış Merkez Bankalarıyla hükümetler arasında gerilime yol açabilecek bir “nasıl müdahale” tartışması beklemek gerekiyor. Ayrıca kura müdahalenin son derece sınırlı ve geçici etkiler yaratacağı konusunda piyasa hakimiyetini kabullenmiş bir ekonomi teknokratları zümresinin birçok ülkede iş başında olduğunu unutmamak gerekli.
2013’teki kur savaşları, küresel finansal krize merkez ülkelerde verilen miktarsal gevşeme tepkisinin uzantısı gibi görünüyor. Sermayenin daha karlı mecralara akışı sonucu “yükselen piyasa” olarak adlandırılan ve daha fazla gelişme potansiyeli vaat eden ülkelerin para birimleri değerleniyor. Bu ülkeler rezerv birikiminde bulunurken ve aşırı değerlenme ve bunun yaratabileceği cari açık gibi sorunlarla boğuşurken enflasyonist bir baskı yaratmadan kendi para birimlerinin değerini düşürmenin yollarını arıyorlar. Öte yandan gelişmiş kapitalist ülkelerdeki teknokratlar da kendi ülkelerinde, diğer ülkelerde tahvil alımı yoluyla piyasada dolaşan paraya müdahale etme ve kendi reel faizlerini aşağı çekerek durgunluğu aşmaya çalışıyorlar. Bu gelişmeler, geç kapitalistleşen ülkelerde de faiz indirimlerini kolaylaştırıyor. Ancak burada otomatik bir bağ bulunmuyor. Karlı mahreç arayışındaki sermayenin giriş ve çıkışları ile ülkenin örneğin kamu borç oranı gibi bazı makroekonomik göstergeleri ve bu göstergelerin siyasal projelere tahvili dolayımıyla bu eğilimin somuta dönüşüp dönüşmediğini görmeye çalışıyoruz.
Kur savaşları piyasaya sürekli müdahalenin gerçekleştiğinin, piyasaların sürekli olarak yeniden kurulduğunun ifadesi. Aynı zamanda krize verilen tepkinin yeni kriz koşulları ürettiğinin.