4 Nisan 2020 Cumartesi

2020 çöküşü ve ekonomide istikrar kalkanı

Borsalarda bir günde yüzde 8-9’luk değer kayıpları artık normalleşti. Borsada işlem gören hisselerin sahipleri trilyonlarca dolar kaybederken, güvenli sığınak arayışı dolar cinsi varlıklara olan talebi artırıyor. Ancak dolara olan hücum, ABD borsalarında art arda düşüşleri engellemiyor. 9 Mart ve 16 Mart’taki çöküşler 1987’dekiyle karşılaştırılabilecek büyüklükte, 18 Mart’ta da büyük bir gerileme var. Bilhassa bu koşullar altında, tıbbi terimlerle toplumsal olayları açıklamak çoğunlukla yanlışa sevk eder. Ancak Michael Leavitt’in salgın hastalıklar için daha önce sarf etmiş olduğu cümleyi biraz değiştirerek küresel finansal krizler için kullanmak yanlış olmayacak: Bir küresel finansal kriz öncesinde söylediğimiz herhangi bir şey yersiz telaşa neden olurken, sonrasında söylediğimiz hiçbir şey de yeterli olmuyor.

Finansal varlıkların hızlı değer kaybı (başka bir ifadeyle hayali sermaye erimesi) kredi piyasasında donma yaratabileceği için Merkez Bankaları el ve avuçlarında ne varsa seferber ediyorlar. Ancak yetmiyor. Talep durduğu, tüketim azaldığı için birçok küresel Kuzey ülkesinde, şimdiki müdahaleleri devlet harcamalarında artış ve kurtarma paketleri takip edecek ve ediyor. Fransa’da 300 milyar, Almanya’da 550 milyar avroluk kredi paketleriyle işletmelere destek sunulacağı açıklandı. ABD’de şirket borçlarını piyasadan toplamak ve talep gerilemesini hanelere para aktarımıyla karşılamak konuşuluyor.

Küresel ekonomideki durağanlaşmanın boyutları yaz başında anlaşılacak, fakat sorun kısa sürede kapsanamayacak, yönetilemeyecek kadar büyük. Bu nedenle “korku” hüküm sürmeye devam ediyor. Yine aynı nedenlerle Türkiye’de 18 Mart’ta açıklanan ve sermayedarların ilk akıllarına gelenlerin alt alta dizilmesinden oluşan Ekonomide İstikrar Kalkanı paketi son derece yetersiz. Bu paketin toplumun geniş kesimlerinin yaşayabileceği sorunlar karşısında önlem alma gibi bir amacı bulunmuyor.

Sırayla değinelim.

YENİ BİR EVRE

2008-09 sonrasında, birçok devletin ve Avro Bölgesi çeperinin mali krize girdiği 2010-12 dönemini krizin ikinci evresi olarak adlandırmak uygun. Türkiye ve benzeri ülkelerin ekonomik sorunlarının ağırlaştığı 2013 ve sonrası yıllar ise üçüncü evreye tekabül ediyordu. 2019 yılında küresel ekonominin merkezlerinde çeşitli sektörlerdeki durgunlaşma kaşları kaldırırken, finansal göstergelerdeki seyir işler yolunda demeyi sağlıyordu. 2008-09 krizi sonrasındaki üçüncü evrenin nihai olarak tamamlandığı ve bütün dünyanın eş zamanlı bir şekilde istikrarsızlığa savrulduğu 2020 yeni bir evrenin başlangıcına denk düşüyor. Ancak bu yeniliği şöyle görmek gerekli:

Küresel ekonomik merkezlerdeki sorunlar nedeniyle 2019’da daha genişleyici bir politika tercihine meyledilmişti. 2020’de olanlar, dünyada en ücra köşelerde gelir akımlarını birbirlerine bağlayan ve risk yönetimi adı altında belirli merkezlerde risk yoğunlaşması doğuran küresel finansal mimari çerçevesinde ve son kırk yıldaki finansal dönüşümünün damgasını taşıyarak gerçekleşti. Zamanlama yeni korona virüsünün yayılmasına, derinlik virüs karşısındaki çaresizliğe bağlı olarak biçimlendi. Süregiden korku krizle mücadele anlamında verilen tepkilerin önemlice bir kısmının 2008-09 sonrasında verilmiş olmasından ve fakat bugün aynı etkiyi göstermemelerinden de kaynaklandı. Dolayısıyla tetikleyici mekanizması, derinliği yeni, ancak piştiği ortam nedeniyle 2008-09 krizinin devamı niteliği sergileyen bir krizle (ya da krizin dördüncü evresiyle) karşı karşıyayız.

ŞAKAKLARI KOLONYAYLA MI OVALIM?

Nelerin yaşanacağı, Covid-19 karşısında nasıl bir tedavinin ne zaman bulunacağına, virüsün yayılmasının kontrol altına alınmasıyla ekonomik faaliyete sekte vuracak önlemler arasında nasıl bir hat tutturulacağına bağlı.

2020 Mart ayının ilk yarısındaki küresel tepkilerden şunu anlıyoruz. Sorunları öteleme imkanı tanıyacak faiz indirimleri ve takas hattı adımları sonrasında artık maliye politikası devreye giriyor. İş kaybının engellenmesi için görüşmeler, gelir desteği, gelir vergisi indirimleri, kira ve fatura ertelemeleri, ücretsiz izin düzenlemeleri, devletin yönlendirdiği fiyatlarda düşüş ve devlet harcamalarının artırılması gibi önlemler tartışılıyor. Bu önlemler birçok insanın dayanma gücünü artırabilir. Fakat, 2008-09 sonrasında hem şirketlerin küresel toplam borcu çok arttığı için, hem de çok sayıda devletin borçlarının GSYH’lerine oranı kritik seviyelerde gezindiği için şirket iflasları ve temerrütler gözlenmesi kaçınılmazlaşıyor.

Bu “olay”ların sıklığı ve yaratacağı toplumsal sorunlar, siyasal tepkiler bilinemez, öngörülemez. Sadece “kayıp halka” olarak adlandırılan devlet borç krizleri geri dönecek. Kısa ve orta vadede daha fazla istikrarsızlık yaşanacak.

EKONOMİDE KILIÇ KALKAN YETER Mİ?

18 Mart’ta açıklanan Ekonomide İstikrar Kalkanı Paketi yukarıda sıraladığım gelişmeler nedeniyle yetersiz. Açıklanan 21 madde Türkiye’de sermaye çevrelerinin acilen beklediği birkaç adımın atılacağı beyanını simgelemenin ötesine geçmiyor.

Paketin temel sorunu, işverenlerin acil taleplerine dikkat edilerek hazırlanmış olması ve çok boyutlu çöküşün 2-3 ay süreceğini öngörmesi. Kolonya, pardon, Kredi Garanti Fonu limiti 50 milyar TL’ye çıkarılarak yeniden kredi genişlemesi teşvik ediliyor. Esnaf ve sanatkarların Halkbank’a olan kredi borçlarının 3 ay ve faizsiz ertelenmesi öngörülüyor. Havayolu taşımacılığında KDV yüzde 1’e çekiliyor. Belirli sektörlerde SGK prim ödemeleri 6 ay erteleniyor. “Sosyal amaçlı” kredi paketleri teşvik ediliyor. Kısa çalışma ödeneği süreci hızlandırılıyor. Güvencesiz, kayıtdışı çalışan; devlet nazarında ise ihtiyaç sahibi sıfatını hak etmeyen çalışanlar için sadece yeni kredi öneriliyor. Emeklilere Mayıs ayında yapılacak toplamda 12 milyar TL kadar olan ödeme Nisan’a çekiliyor. Ekonomi yönetimindekiler zor durumda olana kredi, kendilerinin daha zor durumda olduğunu düşündüklerine sistematik olmayan yardım verme taraftarılar. İnsanların dayanma gücünü artırabilecek önlemler, esasen pakette yer bulamamışlar.

Söz konusu önlemler ayrıca 2017’de özellikle referandum öncesinde ekonominin canlandırılması için, 2018-19’da çöküşün hafifletilmesi için uygulanmış olanları büyük ölçüde kopyalıyor. Çünkü bunlar riski toplumsallaştırmada işe yaradı, maliyeti topluma yıktı, küresel koşullar değiştiğinde sermaye için toparlanma başladı. Kısacası, işveren örgütlerinin katkısıyla hazırlanan paket Türkiye’de “sosyal mesafelenme” önlemlerinin kısa süreli olacağı düşüncesinde. Mümkün müdür? Evet, ancak salgının boyutları ve başka ülkelerdeki yayılma hızı düşünüldüğünde oldukça zor.

Bahsettiğim varsayımlar daha önce uygulanan sosyal ve finansal içerilme mekanizmalarıyla, tıkanmalar sırasında ise herkesi kredi genişlemesine davet eden yeni ittirmelerle karşımızdaki sorunun atlatılacağını düşünüyor. Bu kısa geçiş sırasında kaynak gerekirse nereden bulunacak? Merak etmeyin, vergi topla(ya)mayanlar, borçlanarak maliyeti gelecek nesillere ve toplumun geneline yaymasını da biliyorlar. Ekonomide İstikrar Kalkanı Paketini hazırlayanlar bir başka öngörüde daha bulunuyor: Küresel ekonomi açısından birçok ülkenin maliye politikasını devreye sokması işe yarayacak, Türkiye’nin ihracat pazarlarına can verecek. Düşük faiz ve piyasaları dolara boğma girişimleri de Türkiye’deki ekonomik aktörlerin işini kolaylaştıracak. “Yeni bir dönem” vurgusu, buradan başarılı çıkarız imasının altına bu beklenti yatıyor. Lakin, bu kadar çok varsayım başa bela.

Kısacası, salgının küresel ölçekte birkaç hafta gibi bir sürede kontrol altına alınmaması halinde varsayımların beklendiği gibi işleme ihtimali yok. Sanıyorum, Türkiye’deki mükerrer çalkantılar öncesinde söylediklerimiz yersiz telaşa neden olurken, sonrasında söylediğimiz hiçbir şey de yeterli olmuyor. Siyasi sermayesi kutuplaşma olan bir blokun, nasıl bir olay yaşanırsa yaşansın, toplumun bütün kesimlerini kucaklayacak bir siyasi hat geliştirmesinin fıtratına aykırı olduğunu akılda tutalım, ekonomide kılıç kalkan paketinin çalışanlara hiçbir şey sunmadığına dikkat edelim.



not: bu yazı 19 Mart 2020'de Gazete Duvar'da yayımlanmıştır.