8 Ekim 2018 Pazartesi

İşsizlik Sigortası Fonunu Kullanmanın Dayanılmaz Hafifliği (II)

Dünkü yazıda Fonun kaynaklarının emekçiler lehine kullanılmadığını, istihdama verilen desteğin işlevsiz olduğunu, Sayıştay raporlarında usulsüzlükler ve şeffaflık eksikliğinin tespit edildiğini vurgulamıştım. Bugün mevzuata ve son finansal operasyona bakalım:

İşsizlik Sigortası Fonu klasik bir yatırım fonu değil. Yatırım yapabileceği menkul kıymetler sınırlandırılmış (sadece devlet tahvilleri). Dahil olabileceği finansal işlemler de sınırlandırılmış (repo ve mevduata yatırım). Kısacası, para piyasalarında her işleme giremiyor.

Kanunla tevdi edilen esas görevi işsiz kalanların sıkıntılarını hafifletmek. 2011 yılındaki değişiklikle prim gelirlerinin yüzde 30’u işsizlik riskini azaltmak ve istihdamı koruyucu, istihdama destek verici tedbirler almak üzere kullanılabiliyor. Ancak bu alanda da Fon tablolarına bakılırsa limit her seferinde geçiliyor. Sadece limitin geçilmesi nedeniyle değil Fonun kaynaklarının işverenlere bilimum aktarım sürecinde kullanılması gerektiği / kullanılabilir olduğu argümanının da temellerinde yer alan bu düzenlemenin AKP otoriterliğinin belirgin bir özelliği olarak her seferinde görüldüğü gibi önce yap sonra kılıf uydur düşüncesini desteklediğini söyleyebiliriz.

Açıktır ki, Fonun kullanım koşullarının hızla işsizler ve şu an çalışanlar lehine değiştirilmesi gerekiyor. İşçilerini çıkartsa zaten Fondan ödenek bağlanacağını bu nedenle Fonun İşçi ücretlerini ödemek için bir süreliğine kullanılması gerektiğini söyleyenlere karşı net bir argüman geliştirebilmek gerekli: Madem ücretleri devlet verecek, bir zahmet işyeri mülkiyeti de devletin olsun. Ya da madem batıyorsunuz, bırakın işçi denetiminde kamulaştırılsın. Siz de isterseniz İşkur’a gidin, o işletmede çalışmak için başvurun. Sonra belki mülakatta üretim sürecine dair sorular karşısında ter dökeceğiniz bir görüşme ayarlarız...

İler tutar yanı olmayan ve açgözlülük dışında bir açıklaması bulunamayacak göz dikme bir karşı koyuş göremezse Fonun kaynaklarının kriz döneminde çabucak sermaye hizmetine aktarılması olası.

Ama devlet mülkiyeti demek işi çözmüyor, onu da eklemeliyiz. Eylül ayının sonundaki finansal operasyon bu bağlamda da önemli.

Nereye gitti tahviller?


Kamu Aydınlatma Platformu verilerine göre Türkiye Halk Bankası A.Ş., Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. ve Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. (Eximbank) 26 ve 27 Eylül tarihlerinde 10,8 milyar Liralık tahvil ihracı gerçekleştirdi. Eylül ayı sonundaki sermaye niteliği taşıdığı SPK onayıyla netlik kazanan tahvil ihraçları ile bankaların sermaye yeterlilik oranları yukarı çekildi.

Bu ölçekte ve kısa bir sürede gerçekleşen satış ancak İşsizlik Sigortası Fonu ya da Merkez Bankası’nın devreye girmesiyle gerçekleşebilirdi. Nitekim bu meblağa denk ölçüde Borçlanma Araçları Piyasasında satılan tahvillerin devlet iç borçlanma senetleri olduğu, 2013-17 yıllarında ihraç edilmiş bulundukları ve rekabetçi olmayan tekliflerle kamu kuruluşları tarafından (yani İşsizlik Sigortası Fonu tarafından) satın alınmış olduğu görülebilir (bkz. tahvil serileri TRT080323T10, TRT240724T15, TRT120325T12, TRT110226T13 ve TRT240227T17. İhraç bilgilerine Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan uşlaşmak mümkün, ikincil piyasada Eylül 2018’deki satış bilgileri için Borsa İstanbul Borçlanma Araçları Piyasa verilerine bakılması gerekli).

Dolayısıyla İşsizlik Sigortası Fonu’nun elinde bulunan ve değeri 110 milyar Lirayı aşan devlet tahvillerinin 10,8 milyar Liralık kısmı, yasaların etrafından dolanarak üç devlet bankasına sermaye yapıldı diyebiliyoruz. Meclis’te Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmelerde işlemin kanuna uygun olduğunu, SPK ve BDDK onaylı olduğunu söyleyen Hazine ve Maliye Bakan yardımcısına 2014 tarihli yönetmeliği hatırlatmak gerekli:

İşsizlik Sigortası Fonu Kaynaklarının Değerlendirilmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (29.1.2014 tarihli değişiklikler işlenmiş hali) 3. Maddede yatırım araçlarının “Fon kaynaklarının değerlendirileceği Devlet borçlanma senetlerini, ters repo işlemlerini ve mevduatları” ifade ettiği yazıyor. Banka tahvili demiyor. Mevzuatın bu şekliyle tutulmasının iki amacı olabilir: İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken paranın riskli finansal araçlara verimlilik adına aktarılmasını engellemek ve Türkiye’deki finansal piyasalarda kayırmacılıkla sonuçlanabilecek finansal operasyonlara meydan vermemek.

Gerçekleşen yatırım işlemini Cumhurbaşkanlığı sözcüsü “kamu fonları devletin içerisinde zaman zaman farklı yerlerde kullanılmıştır” şeklinde geçiştirdi. Bu nedenlerle de kendimize hatırlatmakta fayda var: bir işletmenin devlet mülkiyetinde olması kamu yararına çalışması anlamına gelmeyeceği gibi, İşsizlik Sigortası Fonunun devlet bankalarına aktarılması da kamunun parasının kamuya aktarıldığı anlamına gelmiyor. Çünkü devlet bankaları 2001 sonrasındaki yeniden yapılandırma sonrasında ve giderek AKP politika yapıcılarının tercihleri sonucunda kamu yararına faaliyetleri aşınmış olan finansal kuruluşlar. 

İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarının, varlıkların görünür değeri değişmemiş dursa dahi daha riskli yatırım araçlarına aktarılmış olduğu açıklamalar ve verilerle sabit. Kısaca bir suç işlendi ve görünüşe bakılırsa henüz iyi bir kılıf uydurulmadı, ya da gerek duyulmadı. SPK ve BDDK’nın nasıl onay verdiklerini bilmiyoruz. Yapılan açıklama bu onay belgelerini kapsamıyor, ama onay vermişlerse de bu kanuna/mevzuata uygunluğu değil, onay verenlerin suç işlediğini gösterir.

Konunun uzandığı başka unsurlar da var: Bu devlet bankaları neden sermaye yeterliği sorunu çektiler? Bu acele neden? İşsizlik Sigortası Fonu Bültenlerinde devlet tahvilleri olarak değil de tahviller olarak sunulan kalem hakikaten bir süredir devlet tahvili değil de başka tahvillerden mi oluşuyor? Kamunun parası kamunun bir cebinden diğerine aktarıldı dedikleri işlemlerin benzerleri daha önce yapıldı mı?

Sonuç yerine 

Sorular uzar gider. Aslında halen aynı yerdeyiz. Karşı koyuş olmadığı müddetçe, hukuk olmadığı müddetçe Fon kaynakları bir şekilde sermayeye aktarılıyor. Fonun aktif işgücü programlarına desteği ya da sermayeye teşviki zaten bir işe yaramıyor. Kriz arka planında hukuka uygun olmayan şekillerde aktarımların artabileceğini seziyoruz.

İş bilmez sermayedarların zararlarını toplumsallaştırmak için de Fona başvurulması ihtimali, o kaynakların oluşumunda işçiler ve işverenler kadar devlet katkısı da olduğundan, herkesin cebine el uzatılması anlamına geliyor.