Yeni Ekonomi Program'da (YEP) gözüme çarpanları 5 maddede kısaca özetledim.
1. Yeniden, Yeniden Yapılandırma
24 Haziran seçimleri sonrasında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile, devletin kurumsal mimarisi tamamen değişti. Yeni sistemde, ekonomi yönetimi de neredeyse baştan aşağıya yeniden yapılandırıldı. Henüz bu yeniden yapılandırmanın sonuçları alınabilmiş değil. Cumhurbaşkanlığı'na bağlı kurum, kuruluş ve ofisler halen tam kapasite işlemeye başlayamadı. Programın 'Temel Hedefler' bölümünün 10. maddesi şöyle:
'Ekonomi yönetimi ile ilgili kurumlar yeniden yapılandırılacak, liyakat ve performans odaklı insan kaynağı yönetimiyle kurumlara güven artırılacak, hızlı karar alan, piyasaların ve özel sektörün önünden giden ve özel sektörün önünü açan bir yönetim anlayışı benimsenecek, finansal istikrarı ve güvenliği esas alan yeni bir finansal mimari oluşturulacaktır'.
Şok edici bir şekilde, YEP'te görüyoruz ki, programın temel hedefleri sıralanırken, ekonomi yönetiminin yeniden yapılandırılmasına yeniden yer verilmiş. Bu esasında, Haziran'dan sonra kurulan sistemin işlemediğinin bir itirafı. Modern Türkiye tarihinde devlet kapasitesinin bu kadar gerilediği bir başka dönem bulmak zor. Bu, kriz yönetiminin krizidir.
2. Kriz Günlerinde Finansallaşma
Programın sonlarına doğru yer verilen 'Programlar ve Projeler' kısmında, Finansal Sistem ile ilgili yapılan değerlendirmede, 'finansal derinleşme'nin ve 'banka bilançolarındaki varlıkların seküritizasyonu teşvik'in; 'Daha Adaletli Paylaşım' hedefi ile ilişkilendirildiğini görüyoruz. Burada iki sorun var.
İlki, TL faizlerinin bu denli yüksek olduğu bir ortamda finansal derinleşmenin sağlanması teknik olarak mümkün değil.
İkincisi de, 'seküritizasyon' olarak karşılanan menkul kıymetleştirme (securitization) mekanizmasının adaletli paylaşım ile ilişkilendirilmesi. Sadece 2008 krizini inceleyenler dahi, menkul kıymetleştirme mekanizmasının, adil bölüşüm ile bir ilişkisi varsa, bunun pozitif değil negatif olacağını kolaylıkla tahmin edebilir.
3. Güvencesizleştirme Atağı
Uluslararası neoliberal teknokrasinin Türkiye raporlarında ve Türkiye'deki sermaye örgütlerinin değerlendirmelerinde ısrarla tekrarlanan bir talep olan kıdem tazminatının kaldırılmasına, YEP'te yer verilmiş.
'Sosyal tarafların mutabakatıyla kıdem tazminatı reformu gerçekleştirilecektir'.
Kıdem tazminatı, Türkiye'de çalışanların iş güvenliğini bir ölçüde de olsa sağlayan bir düzenleme. Güvencesizliğin önündeki bu son set de kaldırılırsa, otoriter emek rejiminin pekişmesi sağlanacaktır.
4. 'Utangaç Kalkınmacılık'
YEP, yeni rejimin ekonomi yönetiminin doğrultusunun ne olacağı ile ilgili ilk temel metinlerden biri olması açısından önemli idi. Zira yapısal krizin başladığı 2013'ten itibaren, ekonomi yönetiminin belirlediği bir doğrultu yok. Şahit olduğumuz, daha çok bir sürüklenme. YEP'e, ekonomi yönetiminin temel politika tercihinin ne olduğu sorusunu sorarsak, net bir yanıt alamıyoruz ancak yine 'utangaç kalkınmacılığın' izlerini görmek mümkün. Örneğin aşağıdaki düzenlemeler, bir çeşit ithal ikameci modeli öngörüyor. Ancak bu, hiçbir şekilde bir yönelim olarak belirtilmemiş.
'İthalata bağımlılığı azaltmak ve ihracatı arttırmak amacıyla yerli üretim ve dünyadaki en iyi uygulamalar göz önünde bulundurularak teknoloji ve Ar-Ge yatırımları kamu-özel iş birliği modelleri ile gerçekleştirilecektir'.
'Lüks ve/veya ithal yoğunluğu yüksek ürünler listesi güncellenerek vergi düzenlemesi yapılacaktır'.
5. 1990'lara değil, 1980'lere Dönüş
YEP, Mehmet Şimşek’in anlattığı 'yeniden dengelenme' hikayesinin ve 'yumuşak iniş' senaryosunun devamı olarak kurgulanmış. Ancak Mayıs'ta bu senaryo dile getirildiğinde, kur şokları henüz döviz krizine dönüşmemişti. Mevcut döviz krizi ortamında, artık yumuşak iniş senaryosundan söz etmek mümkün değildir.
Peki, YEP'teki çıkış stratejisi ne? Açıkça belirtilen bir strateji bulmak zor. Ancak YEP'in 'ruhuna' bakıldığında, 1980 sonrasında asker postalının gölgesinde uygulanan ihracata dayalı büyüme döneminin izlerini görebiliz. YEP'in stratejisi, TL'deki sert düşüşü ve mevcut kriz ortamını fırsata çevirerek, ihracat artışı ile krizden çıkışı öngörüyor. İhracatın ithalata bağımlı olduğu bir ortamda bir ihracat patlaması yaşanacaksa, bunun kaynağı reel ücretlerin uzunca bir süre baskılanmasıdır.
3. Havaalanı işçilerinin isyanı ile gözler önüne serilen çalışma koşullarının Türkiye'deki vasatı temsil ettiğini düşünürsek, otoriter emek rejiminin pekiştirilmesi yoluyla girişilecek bir ihracat seferberliği, YEP'te işaret edilen çıkış stratejisi olarak görülebilir.
Bu stratejinin hayata geçmesi, teknik değil siyasi bir konudur. Zira YEP, emekçiler için çetin bir sürecin başlangıcı anlamına geliyor. Çalışanların bu 'tahtakurusu düzenine' verecekleri yanıt, gidişatı belirleyecek.