Hukuk Yok, Siyasi Garanti Verelim
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, giderek artan ekonomik kriz baskısını bir nebze de olsa hafifletebilmek için, gerek uluslararası firma temsilcileri gerekse resmi yetkililerle görüşmek üzere Eylül ayının son haftasını ABD ve Almanya ziyaretlerine ayırdı. ABD ziyaretinden hemen önce Erdoğan, Microsoft, Citibank, Google, Amazon, Philip Morris, Boeing, Pepsi Cola, Coca Cola ve IBM gibi 30 küresel firmanın temsilcileri ile buluştu. Bu sayfanın okuyucusunun aşina olacağı gibi, uluslararası yatırımların cezbedilmesi için hukuki değil siyasi güvence verilmiş. Abdülkadir Selvi’nin aktardığı şekliyle siyasi garanti konusu şu şekilde gündeme gelmiş:
‘Erdoğan toplantının sonunda şirket temsilcilerine çok önemli bir güvence veriyor: “Kendinizi ülkenizde hissedin. Sıkıntılı olduğunuzda ben buradayım” diyor.’
Yatırımcılara hukuki değil siyasi garanti verilmesi formülünün işlemesi için gerekli olan koşullara daha önceki yazılarda değinmiştim, o nedenle burada detaya girmiyorum. Sadece şunu belirtmekle yetineyim: Kriz ortamında bu formülün işlemesi zor. Ancak krizin dibi görüldüğünde mevcut iktidar halen siyasi garanti verebilecek pozisyonda kalmayı başarabilirse, bu formül tekrar işlemeye başlayabilir.
Almanya Ziyaretinin Önemi
Gelelim Erdoğan’ın Almanya ziyaretine. Almanya, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı ve tahmin edeceğiniz gibi, bu ticarette Türkiye net ithalatçı durumunda. Ticaretin yanında, Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımlar içinde Almanya kökenli şirketler önemli bir ağırlığa sahip. Zaten tarihsel olarak, 1800’lerin sonlarındaki Berlin - Bağdat demiryolu hattı yapımından beri Almanya kökenli sermaye, Türkiye’de aktif bir yatırımcı olarak iş yaptı. 2017 itibariyle Türkiye’de 7000’den fazla Almanya kökenli sermayesi olan firma bulunuyor. Bunun dışında, turizm sektörü de Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileşmesinden olumlu etkilenen bir alan.
Kısacası, iki ülke arasında güçlü ekonomik bağlar var ve Türkiye ekonomisindeki herhangi bir olumsuzluk, Türkiye’de iş yapan Almanya kökenli firmalar için de bir sorun. Cumhurbaşkanının zorlu bir ekonomik konjonktürün ortasındayken yapacağı Berlin ziyareti, bu açsından çok önem arz ediyor. Ziyaretin önemini açmadan önce, bir yıl öncesine dönüp, şimdiki ‘normalleşme’ sürecinin arka planında yatan gerilime kısaca göz atalım.
Almanya – Türkiye Gerilimi
2017 yılı yaz aylarında Almanya – Türkiye ilişkileri son zamanların en gergin dönemini yaşadı. Özellikle Türkiye’nin Alman makamlarına ilettiği ve sonradan sehven iletildiğini söyleyip geri çektiği, terörle iltisaklı olduğu ileri sürülen firmalar listesi sonrasında Alman hükümeti Türkiye ile olan ilişkilerini yeniden gözden geçireceğini duyurdu. Açıklamanın diplomatik tonu oldukça sertti. Buna ek olarak Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye ile Gümrük Birliği anlaşmasının güncellemeyeceğini söyledi. Türkiye tarafı, bu tepki karşısında hızla geri adım attı. Zamanın Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin açıklamaları şu şekildeydi:
“Almanya’yla yaşadığımız bir olumsuz süreç oldu. Bu da maalesef sorumluluk makamında bir boşluktan kaynaklanan bir soruşturmayla ilgili. Bunun Almanya veya Interpol aracılığıyla diğer ülkelere yansıtılmasında bir sorumsuzluk, bir anlık bir boşluk diyelim. Bununla ilgili düzeltmeler, düzenlemeler yapıldı. Bir daha böyle bir hata asla söz konusu olmayacak”.
Özellikle gazeteci Deniz Yücel’in 2018’in başında salıverilmesi ardından yumuşamaya başlayan gerilim, özellikle Türkiye’nin ekonomik krizi ile ‘normalleşme’ sürecine dönüştü. İki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi çağrısı, zamanın başbakanı Binali Yıldırım tarafından yapıldı.
Ancak Yücel henüz salıverilmemişken, Aralık 2017’de önemli bir Alman firması Türkiye’de enerji sektörü alanında yatırım yapmaktan geri durmamıştı. Yücel’in tahliyesinden hemen önce yapıldığı anlaşılan silah anlaşması sonrasında, Şubat’ta otomotiv, Nisan’da da önemli bir enerji yatırımı gerçekleşti. Bir başka ifadeyle, siyasi gerilim sırasında dahi ekonomik ilişkiler çok da aksamadan sürebilmişti.
‘Normalleşme’ Süreci
Bir süredir ‘normalleşme’ olarak adlandırılan gündemin gerisinde üç gelişme var.
İlki, bir ekonomik kriz neticesinde Türkiye’nin istikrarsızlaşması, Almanya’nın istemediği bir gelişme. Zaten bu görüş, bizzat Merkel tarafından defalarca dile getirildi.
İkinci gelişme, Pastör Brunson’ın tutukluluğu konusunda Türkiye ile ABD arasında yaşanan gerilim sırasında, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar ve ABD’nin dış ticareti aktif bir siyasi araç olarak kullanması, Avrupa Birliği tarafından eleştirilen bir yaklaşım idi. Bu süreçte Almanya’daki yetkililerin Türkiye’ye destek niteliğindeki açıklamaları, ABD yaptırımları karşısında sıkışan Ankara için çok değerli bir destek anlamına geliyordu.
Üçüncü ve en önemli gelişme ise, özellikle Almanya’da değişen siyasi tablo nedeniyle, AB ile Türkiye arasındaki göçmen anlaşmasının sürdürülmesinin çok daha önemli hale gelmesidir.
Göçmen Krizi ve Yükselen Sağ Popülizm
Geçtiğimiz ay Almanya’nın Chemnitz’te bir Alman vatandaşının öldürülmesi sonrasında başlayan ırkçı isyan, Almanya'nın yeni İçişleri Bakanı Horst Seehofer ile Başbakan Merkel arasında göçmenler konusunda yaşanan gerilim ve AfD’nin önlenemeyen yükselişi; AB ile Türkiye arasında yapılmış olan anlaşmayı, öncesine göre çok daha önemli hale getirdi. Zira hem Avrupa’nın diğer ülkelerinde, hem de Almanya’da, ortaya çıkabilecek yeni göçmen dalgalarını kabul edebilecek bir siyasi iklim mevcut değil.
Mevcut siyasi iklim faşist sağ tarafından rahatlıkla yönlendirilen ve merkez sağın giderek faşist sağ ile rekabete girmek zorunda kaldığı bir yörüngeye girmiş durumda. Bu ortamda Türkiye ile göçmen anlaşmasının bozulması ve yeniden 2015 yılındaki gibi kitlesel göç hareketini yaşanması halinde AfD gibi bir partinin, en azından koalisyon ortağı olarak yönetime gelmesi kaçınılmaz bir gelişme olabilir. Dolayısıyla Merkel hükümeti için Erdoğan’ın anlaşma taahhütlerine uymayı sürdürmesi, hayati önemde.
Berlin’in Ankara’ya Yardımı Ne Olabilir?
Ankara, tüm bu gelişmelerin farkında olarak, mülteci anlaşmasını önemli bir kaldıraç olarak masaya koyacaktır. Karşılığında ne istenebileceği konusunda farklı görüşler var. Örneğin, bir IMF anlaşmasının yaratacağı siyasi maliyeti doğurmayacak, ancak finansal destek mekanizmalarını da içeren bir programın hazırlanabileceği seçeneği üzerinde duruluyor. Ancak bu seçenek, taraflar tarafından yalanlandı. Geçtiğimiz hafta Ankara’yı temsilen Berlin’e gelen bir bakanlar heyetinin Alman mevkidaşlarıyla görüşmesi sırasında Almanya Maliye Bakanı Olaf Scholz, Türkiye’ye olası mali yardım spekülasyonları hakkında net konuşarak, “Türkiye bugün mali yardım talep etmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti sırasında da etmeyecektir” dedi.
Doğrudan Yatırımlar
Eğer doğrudan finansal destek masada yoksa, diğer seçenekler neler olabilir diye düşündüğümüzde Türkiye’ye yatırımların artması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konuları akla gelebilir. Yatırımların artması konusunda, ABD’dekine benzer bir şekilde hukuki değil siyasi güvencenin verileceğini tahmin edebiliriz.
Önümüzdeki ay, Almanya’daki firma temsilcilerinden oluşan geniş bir heyetin Türkiye’ye geleceği, şimdiden ilan edildi. Zira ekonomik kriz döneminde Türkiye’ye yapılacak yatırımlar Ankara için hayati önemde. Bu bağlamda, Siemens ve Alman Demiryolları’nın (Deutsche Bahn) ortak olarak yapmayı tasarladığı yaklaşık 35 milyar Avroluk Türkiye’nin demiryolu altyapısının yenilenmesi projesi, eğer gerçekleşirse Merkel yönetiminin Erdoğan’a vereceği en büyük destek olacaktır.
Gümrük Birliğinin Güncellenmesi
Artık neredeyse 30 yaşına basacak olan Gümrük Birliği’nin yenilenmesi bir süredir AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerde önemli bir gündem maddesi haline geldi. Berlin’in güncelleme müzakerelerine yönelik engellemesini kaldırması, bu dönemde Ankara’ya verebileceği bir diğer destek olabilir. Güncelleme sonucunda Ankara’nın beklediği, Gümrük Birliği anlaşmasının sınırlarının hizmetler ve tarım sektörünü de içine alacak şekilde genişletilmesi ile özellikle AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları söz konusu olduğunda, Türkiye’nin de söz hakkının olması gibi değişikliklerin hayata geçmesi.
Bu süreç sadece Almanya ile yapılabilecek bir pazarlık neticesinde bir sonuca ulaşmayabilir ancak en azından bu yöndeki engellemenin kalkması, Ankara açısından önemli. Zira geçtiğimiz hafta açıklanan Yeni Ekonomik Program’da da gördük ki, Ankara döviz krizini fırsata çevirip emeğin üzerinde baskıyı daha da artırarak bir ihracat patlaması stratejisi ile krizden çıkmayı hedefliyor.
***
Kısacası, Erdoğan’ın ABD ve Almanya temasları, önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağını bildiğimiz ekonomik sorunlara karşı bir destek arayışı anlamına geliyor. Son olarak şunun altını çizelim: Kriz vesilesi ile Türkiye’nin Avrupa Birliği ile yakınlaşacağı, bunun ise Türkiye’deki mevcut siyasi iklimi ‘yumuşatacağı’ düşüncesi herhangi bir düzeyde gerçekçi değildir.
***
[1] Bu yazı, 25.09.2018 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/09/25/erdoganin-almanya-ziyaretinin-onemi/