Türkiye ekonomisi bir süredir yavaşlıyor. Ekonomik
yavaşlamaya karşı alınan önlemler de ardı ardına açıklanıyor. En son geçtiğimiz
hafta açıklanan Orta Vadeli Program’da da bu yavaşlamanın 2016’da süreceği resmi olarak
tespit edilmiş oldu. Bu yavaşlama eğilimlerine karşı ekonomi yönetimi ne
yapıyor diye baktığımızda ise ortada yer yer birbiriyle çelişen, belli bir
bütünlükten yoksun ve geçici, yama yapmaya yönelik önlemler bütünü olduğunu görüyoruz. Bu
sendeleme, 2000’li yıllar boyunca süren ekonomik modelin tıkanmasının emareleri.
Neoliberal Popülizmler
2000’li yıllarda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir
dizi ülkelerdeki siyasi iktidarlar, sert neoliberal programlar uygulamalarına
rağmen, bu programın yaratabileceği toplumsal hoşnutsuzlukların törpülenebilmesi
için iki olanağa sahip oldular. Bunlardan ilki sosyal yardım programlarının
uygulanması, ikincisi de bireysel borçlanmadaki muazzam artış oldu. Sosyal
yardımların, siyasi iktidarların toplumsal meşruiyetlerini sağlamada ve seçim
kazanmadaki rolü üzerinde yeterince duruldu. Ancak ikinci boyut genellikle
gözden kaçırılıyor. Bireysel borçlanmanın artışı ya da geniş toplum
kesimlerinin finansal sistem tarafından içerilmesinin iki temel sonucu oldu.
İlki, gelirleri harcamaları oranında artmayan haneler
için borçlanmanın bir seçenek olarak mümkün hale getirilmesi, bu haneler için
nispi bir refah etkisi yarattı. Yani geniş kesimler, bütçelerinin elverdiği
koşulların üzerinde harcama yapabilme olanağına kavuştu. Ancak gelirleri
harcamaları kadar artmayan kesimler için borçlanma bir olanak olduğu kadar bir
zorunluktu. İkincisi, bireysel borçlanmadaki artış, kişilerin kaderlerini
piyasanın işleyişine bağladığı oranda, toplumdaki ekonomik istikrar talebi
arttı. Kişiler örneğin faiz oranlarının artışına daha fazla duyarlı hale geldi,
zira bu bizzat kendi yaşam koşullarını etkiler hale geldi. Ekonomik istikrarın
ise siyasi istikrarla, bunun da mevcut iktidar partisinin yeniden seçilmesiyle
sağlanacağı düşüncesi yaygındı.
Krizde Uzatmalar
Yukarıdaki yapıyı mümkün kılan ise, 2000’ler boyunca
özellikle ABD kökenli yaşanan kredi genişlemesi ve ekonomik canlanma idi. Bu
sayede Türkiye gibi ülkelere hatırı sayılır miktarda para girişi oldu ve bu hem
ekonomik büyümeyi canlandırdı, hem de sosyal yardımların ve bireysel
borçlanmanın artırılması için gerekli ortamı sağladı.
2008’de patlak veren küresel ekonomik krize ABD, AB ve
Japonya gibi önemli merkezlerin politika yanıtı faizleri sıfırlamak ve parasal
genişleme programlarını devreye sokmak olarak şekillenince, Türkiye gibi
ülkelerde kriz sadece 2008 ve 2009’daki daralma olarak yaşandı. Ardından 2010
ve 2011’de coşkulu sermaye akımları sayesinde Türkiye’de büyüme rekorları
kırıldı. Ancak 2013 sonrasında bu ortam sürdürülemez hale geldi. Bunun nedeni
ABD’nin miktarsal kolaylaştırma programına son vermesi idi. 2013’ten itibaren
esasında aralarında Türkiye’nin de olduğu ve “yükselen piyasalar” olarak
adlandırılan ülkeler için kriz etkili olmaya başladı. Bunun en önemli
belirtisi, bu ülkelerdeki ekonomik büyümenin tempo kaybetmesiydi. Ancak gerek
dünya ekonomisinin gerekse ABD ekonomisinin krizden bir türlü çıkamıyor olması,
olası yükselen piyasalar krizinin sürekli ertelenmesini mümkün kıldı.
ABD gibi kapitalizmin önemli merkezlerinde krize karşı
verilen tepkinin para politikası kullanılması üzerine şekillenmesi, krizin
etkilerini geleceğe ertelemiş oldu ve kriz ağır çekimde ilerledi. 2016
itibariyle para politikasının etkinliğinin sonuna geliyoruz. Ancak dünya ekonomisinde canlanma belirtilerinden hala
eser yok.
Ekonomi Yönetiminin Sıkışması
Dolayısıyla 2016 sonu itibariyle, 2013’ten itibaren
uzatmaların oynandığı yükselen piyasalardaki olası krizin eşiğindeyiz. Bu
ortamda, eğer sermaye akımlarında hissedilir bir azalma olacaksa, Türkiye gibi
ülkelerin 2000’ler boyunca uyguladığı neoliberal popülist ekonomik programın sürdürülmesi
giderek zorlaşacaktır. Ancak merkez ülkelerde ekonomik toparlanmanın bir türlü
gerçekleşmemesi, Türkiye ekonomisinin 2000’ler boyunca uygulanan neoliberal
popülizmi sürdürebilmesini mümkün kılıyor. Geldiğimiz nokta, dünya ekonomisinin
mevcut yapısı neoliberal popülizm programını uygulamaya halen müsaade etse de,
bu alan giderek daralıyor. Gerek orta vadeli programı, gerekse ekonomi
yönetiminin geçtiğimiz yıldan itibaren aldığı bir dizi önlemi bu bağlamda
değerlendirmeliyiz.
Program, dünya ticaretinin tıkandığı bir ortamda iç
piyasaya önem vermek zorunda kalan, ekonomik büyümenin tüketim ile tüketimin de
borçlanma ile desteklendiği, kamu harcamalarının arttığı, esasen kamu
kaynaklarının özel sermaye birikimine tahsis edildiği ve ekonomide herhangi bir
yapısal değişimi önüne koymayan bir ekonomi politikası çerçevesi olarak
tanımlanabilir. Yani bugüne kadarki programın aynısını sürdürme çabası!
64. Hükümet’in kuruluşundan itibaren bu çerçevede alınan
önlemlere baktığımızda, Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerine olan bağımlılığını azaltıcı
yönde ilerlemekten çok, tüketimi borçlanma yoluyla desteklemek yönünde
şekilleniyor. Her ne kadar iktidar çevrelerinde söylem olarak “Batı karşıtlığı”
yükselse de, ekonomik olarak “Batı” denen soyutlamanın özü olan kapitalizme
dair herhangi bir sorgulama ya da buna yönelik herhangi bir alternatif ekonomik
program hazırlığı göremiyoruz. Peki, kapitalizm sorgulaması olmasa da hakim
neoliberal paradigma sorgulanıyor mu? Söylemsel olarak bunu andıran yazılar
görsek de genellikle bunlar içeriksiz.
Buradaki temel soru, ekonomi yönetiminin 2000’li yıllar
boyunca işlediği ispatlanan sosyal yardımlar + bireysel borçlanma formülünü
uygulamayı sürdürüp sürdüremeyeceği. Petrol fiyatının artmaya başladığı,
Türkiye’ye gelecek olan paranın azaldığı ya da daha maliyetli hale geldiği bir
ortamda bu formülü sürdürebilmek, (i) dünya ekonomisindeki krizin sürmesine ve
(ii) bütçe olanakları izin vermesine bağlı olacaktır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazı, 10.10.2016 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı.
Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/10/10/orta-vadeli-program-aynisinin-fazlasi/