Express'in 144. sayısında yer alan yazıyı, Kriz Notları okuyucusunun da dikkatini çekebileceği düşüncesiyle aşağıda paylaşıyorum.
Yazının künyesi şu: Ü. Akçay, (2016) “G7 Zirvesi ve Çatallanan
Yollar”, Express, (144): 40-41.
İyi okumalar.
***
Mayıs ayında dünya ekonomisi açısından iki kritik gelişme oldu. İlki 26-27 Mayıs’ta Japonya’da G7 zirvesinin 42.’sinin toplanmasıydı. Zirveye damgasını vuran temel konu küresel ekonominin giderek kötüleşen seyri idi. Hatta Japonya başbakanı Abe, küresel ekonominin yeni bir Lehman Brothers çöküşünün eşiğinde olabileceğini ileri sürdü. Mayıs ayındaki bir diğer önemli gelişme OECD tarafından yayımlanan küresel üretkenlik raporu idi. Rapora göre 1970’li yıllardan itibaren erken kapitalistleşmiş ülkelerde üretkenlik artış hızı düşüyor! Bu yazıda öncelikle G7 zirvesi ışığında küresel krizdeki güncel gelişmeleri ve merkez ülkelerde çatallaşmaya başlayan politika tepkilerini değerlendirip, ardından kapitalizmin tılsımlı gücü olan üretkenlik artışında yaşanan tıkanıklıklara krizin derinleşmesi bağlamında değineceğim.
Geçtiğimiz Mayıs’ın son haftasında G-7 zirvesi Japonya’da
toplandı. ABD, Almanya, İngiltere, Kanada, İtalya, Fransa ve Japonya
ülkelerinden oluşan G-7 zirvesinin temel gündem maddesi dünya genelinde
ekonomik canlanmanın nasıl sağlanacağı oldu. Zenginler kulübü G7’yi dünya
ekonomisi hakkında bu kadar endişeye sevk eden unsur, 2008’de patlak veren
küresel ekonomik krizin bir türlü geride bırakılamamış olması yatıyor. Express-141’de
kriz sonrası dünya ekonomisindeki gelişmeleri ana hatlarıyla özetlemeye çalışmıştım.[1] Burada
dikkat çekmek istediğim husus, kriz sonrasında krizden çıkış için uygulanan
ekonomi politikasının (neoliberal paket) kriz öncesiyle bir değişim göstermeden
devam etmesine karşın, G7 içinde önerilen ekonomi politikalarında 2016
itibariyle yavaş yavaş bir çatallaşmanın başladığıdır. Çatallaşma ile ekonomi
politikalarında radikal bir dönüşüm ya da esaslı bir kulvar değişikliği
yaşandığı imasında bulunmuyorum. Ancak neoliberal paketin su sızdırmaz
özelliğinin giderek aşındığına ve krizin somut ilerleyişinin mevcut paketi
zorlayıcı yönde şekillenebileceğine işaret etmek istiyorum.
Sağ Kanat Kemer Sıkma Bloğu
Kriz sonrasında en hızlı politika tepkisini veren ABD’deki
ekonomi politikaları üç aşamalı gerçekleşti. Firma kurtarmaları, faiz
indirimine ve parasal genişleme krizden çıkış için hızlıca uygulandı. Özellikle
işsizlik oranındaki düşüşte hem istihdamın daralması hem de düşük ücretli ve
sözleşmeli işlerin çoğalması etkili oldu.
ABD’den farklı olarak, başını Almanya’nın çektiği “kemer
sıkma bloğu”, ekonomi politikalarındaki mevcut çatallaşmanın bir boyutunu
oluşturuyor. Esasında kemer sıkma tedbirleri neoliberal ekonomi politikalarının
asli unsurlarından biri ve 2008 sonrasında da bu özelliğini yitirmedi. Ancak G7’de
Almanya’nın başını çektiği blok[2],
Avrupa’da neoliberal deneyin aşırı uçlarını hayata geçirmeye çalışıyor.
Gerçekten de, örneğin Yunanistan’a önerilen krizden çıkış
tedbirlerine bakıldığında, bunların gerek teknik düzeyde, gerekse makroekonomik
anlamda Yunanistan’ı krizden çıkaracak ekonomik büyümenin yeniden
canlandırılmasını sağlayacak bir çerçeve önermediğini görebiliriz. O halde
başta Yunanistan olmak üzere, borçlu Güney Avrupa ülkelerine dayatılan bu kemer
sıkma programının anlamı nedir? Neden krizden çıkış için bir umut ışığı
uyandırmamasına rağmen kemer sıkma politikaları uygulanmaya devam ediyor?
Troyka programının uygulanmasının nedeni, Alman sermaye bloğunun tüm Avrupa
emekçilerini disipline etme iradesidir.[3] Bu
anlamda Almanya, İngiltere ile birlikte G7 içinde ABD’den farklı olarak kemer
sıkma programını obsesif bir şekilde savunan bir sağ kanat bloğu
oluşturmaktadır.
Pragmatik Genişlemeci Blok
Mevcut çatallaşmanın diğer ucu Japonya tarafından temsil
ediliyor. Japonya başbakanı Abe, G7 zirvesinde
yaptığı açıklamalarda dünya ekonomisindeki gelişmelerin kritik bir aşamaya
geldiğini vurgulayarak emtia fiyatlarının Haziran 2014-Ocak 2016 arasında yüzde
55 düştüğünü ve bunun Lehman Brothers'ın çökmesinin öncesindeki dönem olan
Temmuz 2008 - Şubat 2009'da aynı olduğunu söyledi.[4] Abe,
krizden çıkış için parasal genişlemenin devamının ve buna ek olarak maliye
politikasının da devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi.[5] Japonya
gibi, Kanda ticaret bakanı Chrystia Freeland da, Kanada’nın kemer sıkma
politikalarının değil ekonomik büyüme için yatırımların artırılmasının yanında
olduklarını açıkladı.
IMF, Kemer Sıkma Bloğundan Uzaklaşıyor Mu?
Geçtiğimiz Şubat ayında Çin’in Shanghai kentinde yapılan
G20 toplantısına damgasını vuran gelişme, IMF’in önerdiği mali genişleme
programının reddedilmesi olmuştu.[6]
IMF'e göre küresel büyümenin yeniden canlandırılabilmesi için para politikasında
genişleyici araçların kullanılması gereklidir. Ancak bilindiği gibi para
politikası ile yapılabileceklerin sonuna gelinmiş durumda. Merkez bankalarının
barutu giderek tükeniyorsa, alet kutusunda geriye maliye politikası kalıyor.
IMF'ye göre maliye politikası, para politikasının istenen sonuçları verebilmesi
için destekleyici olmalı. Özellikle bütçesi çok kötü durumda olmayan (mali
alanı bulunan) ülkeler kamu harcamalarını artırmakta tereddüt etmemeli. IMF’in
önerdiği bu çerçeve G20 zirvesinde özellikle Almanya’nın başını çektiği sağ
kanat kemer sıkma bloğu tarafından reddedilmişti.
IMF ve Almanya’nın yakın dönemdeki ikinci karşılaşması,
Yunanistan’ın yeni borç diliminin serbest bırakılması için yapılan görüşmeler
sırasında gerçekleşti. Orada da IMF, Yunanistan’daki ekonomik toparlanmanın
gerçekçi olabilmesi için borcun yeniden yapılandırılmasının kaçınılmaz olduğunu
vurguladı. Son olarak Mayıs’ın son haftası, IMF’in en önemli yayın
organlarından biri olan Finance &
Development dergisinde, başta sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi
gibi neoliberal politikaların ekonomik büyümeyi sağlamaktan çok eşitsizlikleri
artırdığı ve istikrarlı genişleme sürecini kötüleştirdiği ileri sürülmüştür.[7]
Yapısal Sorunlar Büyüyor
Kısacası, küresel kriz derinleştikçe, politika tepkisinin
neoliberal doğrultusu değişmese de, bazı sapma işaretleri belirmeye başlıyor.
Bu işaretleri dikkatle izlemek gerekiyor ancak köklü bir değişim ancak sınıfsal
güç dengelerinin değişimi ile mümkün. G7 ülkeleri arasında krizle baş etme
konusundaki öneriler farklılaşmaya başlasa bile, bu öneriler yaşadıkları ortak
sorunlara çözüm getirecek nitelikte değil.[8] Bu
yapısal sorunların başında ise emek üretkenliğindeki gelişmenin artış hızında
yaşanan yavaşlama geliyor. Bildiğiniz gibi ekonomik büyümenin teknolojik
gelişmelerin getirdiği olanaklarla hızlanarak artması ya da üretici güçlerin
gelişimi, kapitalist gelişmenin kalbinde yatan özelliklerdi. Emek
üretkenliğinin artış hızındaki yavaşlama, kapitalizmin “kalbinin teklemesi” anlamına
geliyor olabilir.
Arkwright’ın Mirası
Oysa hikâye ilham verici bir şekilde başlamıştı! 18.
yüzyılın ikinci yarısında Büyük Britanya’nın Manchester kentinde yaşayan
Richard Arkwright, modern fabrika
sisteminin doğuşunda ve sanayi devriminin gelişiminde kritik bir isim olarak bilinir.
13 çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1732’de dünyaya gelen Arkwright
berberlik yaparak hayatını sürdürürken, kurduğu iplik eğirme fabrikasıyla yeni
bir çağın kapısını aralamış oldu. Kapital’in Birinci Cildinde Marks, Arkwright’ın
kurduğu iplik eğirme mekanizması ile James Watt’ın geliştirdiği buhar
makinesinin birleşmesiyle emek üretkenliğinde muazzam artışların yaşandığını
kaydeder.[9]
Kapitalist üretim ilişkilerin gelişmesiyle beraber, emek
üretkenliğindeki artışlar - ya da aynı anlama gelmek üzere teknolojik gelişim -
Arkwright gibi icatçıların bireysel kabiliyetlerine bırakılmaz. Hatta
kapitalist üretimi kendinden önceki üretim sistemlerinden ayıran temel
özelliklerden biri emek üretkenliğindeki artışın sistematik hale gelmesidir.
Sistemin sürekli teknolojik gelişmeleri teşvik eden doğası ise, işleyiş
mekanizmalarından kaynaklanır.
Kapitalist Gelişme ve Kriz
Bu mekanizma basitçe şöyle işler. Bireysel kapitalistler
arasındaki rekabet, her bir işletmeyi rakiplerine göre daha verimli çalışmaya
zorlar. Bu verimlilik iki alanda hayata geçer. İlki, emek üretkenliğini
artıracak teknolojik gelişmelerin üretime uygulanması, ikincisi de çalışanların
daha yoğun çalıştırılması. Her iki uygulamanın da amacı tektir: diğer firmalara
göre daha fazla kar etmek. Bu çerçevede, çalışanların daha yoğun
çalıştırılmasının fiziksel bir sınırı olduğuna göre ilk seçenek, gerek kar etme
faaliyetinin gerekse de kapitalist gelişmenin tam kalbinde yer alır.
Dolayısıyla “... aynı sayıda işçinin, daha fazla makine ve genellikle daha çok sabit
sermaye kullanması sayesinde aynı sürede, yani daha az emekle, gitgide artan miktarda
ham ve yardımcı maddeleri ürüne çevirmesi” anlamına gelen emeğin toplumsal
üretkenliğindeki artış[10],
kapitalist gelişmenin üzerinde yükseldiği temeldir. Emek üretkenliğinin sürekli
artırılması zorunluluğu, aynı zamanda teknolojik gelişmelerin hızlanmasının da
temel tetikleyici unsudur.
Ancak yukarıda kısaca özetlediğim mekanizmanın işleyişi,
kapitalist gelişmenin olduğu kadar kapitalist krizlerin de işleyiş
mekanizmasıdır. Nedeni şu basit gerçeğe dayanır: Kapitalist üretimde değerin
kaynağı makineler değil emek gücüdür. Mekanizmanın işleyişine dönersek, kapitalistler
rakiplerinin önüne geçebilmek için, elde ettikleri artı değerin giderek daha
fazla bir kısmını emek verimliliğini artıracak yatırımlara yönlendirirler.
Bunun sonucunda bir yandan emek üretkenliğinde muazzam artışlar yaşanır, diğer
yandan da ortaya çıkan metadaki canlı emek miktarı giderek azalır. Yani daha az
bir emek miktarıyla daha çok üretim aracı kitlesinin harekete geçirilebilmesi
sonucunda, ortaya çıkan her bir meta “daha az canlı emek emer”[11].
Bu sayede ucuzlayan metalar, rakipleriyle mücadele eden kapitalistler için
önemli bir avantaj oluştururken, metaların daha az değer muhteva ediyor olması,
kar oranlarında düşmelere neden olabilir.
Üretkenlik Krizi Mi?
Kapitalist gelişme ve kriz dinamiklerinin işleyiş
mekanizmasına dair yukarıda yaptığım özet ışığında güncel verilere bakmak,
küresel krizdeki gelişmeleri anlayabilmek için yararlı olabilir. Geçtiğimiz ay
OECD[12]
ve Conference Board[13]
adlı düşünce kuruluşu ayrı ayrı ama ikisi de üretkenlik konusunda dikkate değer
raporlar yayınladılar. Raporların ortak noktası, merkez kapitalist ülkelerde emek
üretkenliğinin artış hızının düşüyor olmasıdır.[14]
OECD raporunun temel bulguları, gerek erken gerekse geç
kapitalistleşen ülkelerde emek üretkenliğinin artış hızının 1970’lerden
itibaren azalma trendinde olduğunu gösteriyor. Özel olarak üç önemli kapitalist
merkezdeki (ABD, Almanya ve Japonya’daki) emek üretkenliği artış trendlerini
gösteren grafiğe baktığımızda, ABD için neoliberal paketin hayata geçtiği
1980’li yıllardan kabaca 2000’lerin ortalarına kadar emek üretkenliğindeki
artışın yönünün yukarı olduğu, ancak bunun 2008 krizi sonrasında trendin
yönünün aşağı döndüğünü görebiliriz. Almanya ve Japonya’daki trendler ise
2000’ler boyunca artış hızının gerilediğini gösteriyor. Literatürde farklı
şekillerde tartışılan bu üretkenlik artış hızındaki yavaşlama sürecini tüm
boyutlarıyla ele almak bu yazının konusu değil. Ancak bu verileri, yukarıda
kısaca özetlediğim kapitalist gelişme ve kriz teorisi ışığında
değerlendirdiğimizde üç temel gelişmeye işaret edebiliriz[15]:
İlki, emek üretkenliğindeki artışların, genellikle, kar
oranlarındaki düşme eğilimini destekleyen dinamiklerden olmasıdır. Bu çerçevede
OECD verilerinde görülen emek üretkenliğinin artış hızının azalması, halen kar
oranlarının düşme eğilimini destekleyen bir dinamik olarak işlemeye devam
edecektir. Ancak bu süreçte emeğin denetimi ve reel ücretlerdeki artış hızının
baskı altına alınması, kar oranlarının düşmesine karşı eğilim olarak
çalışmıştır.
İkincisi, emek üretkenliğindeki artış hızının azalması,
sabit sermaye yatırımlarının tempo kaybetmesiyle bağlantılandırılabilir ki bu
da krizin derinleşmesinin bir göstergesidir. Özellikle erken kapitalistleşmiş
ülkelerde ekonomik büyümenin ortalama olarak 1970’li yıllardan itibaren
azalmayı sürdürdüğünü göz önüne alırsak, üretkenlik artış hızındaki yavaşlamayı
daha iyi anlayabiliriz.
Son olarak, emek üretkenliğindeki artışın yavaşlaması, (i)
sermayenin bir yandan değişken sermaye miktarını azaltma çabası, (ii) diğer
yandan da kar oranlarının düşmesini engelleme yönündeki uğraşı nedeniyle
gelişen finansallaşma sürecinin sonuçlarından biri olarak gerçekleşiyor
olabilir.
Sonuç: Küresel Kriz Derinleşiyor
Bu kısa değerlendirmeden çıkan temel sonuç, 2016’nın ilk
yarısı itibariyle küresel ekonomik krizin geride kaldığını söylemenin mümkün
olmadığı, aksine kapitalist üretim sisteminin kendi tarihi içindeki en esaslı
krizlerinden birinin içinden geçiyor olduğumuzdur. Kriz sonrasındaki ana
doğrultunun “daha fazla neoliberalizm” olarak şekillenmesi, kriz sürecinde
dünya genelinde sınıflar arasındaki güç dengesinin emekçi sınıflar aleyhine
olmasının bir sonucu olarak gerçekleşti. Bu temel değişmeden, ekonomi
politikalarında köklü değişimler beklemek gerçekçi olmayacaktır. Ancak krizin
derinleşmesiyle birlikte G7’de ortaya çıkan çatallaşma, erken kapitalistleşen
ülkelerin krizin gidişatını senkronize ve birbirleriyle uyumlu olarak yönetebilme
kapasitelerinin giderek azaldığını gözler önüne seriyor.
[1] Ü. Akçay, (2015) “2016’da Dünya ve Türkiye:
İstikrarsızlıkta İstikrar”, Express,
(141): 38-40.
[2] Patrick
Donahue ve Josh Wingrove (2016) “Merkel’s Austerity Allies Dwindle as Trudeau
Debuts at G-7” Bloomberg, 26.05.2016,
Erişim: http://goo.gl/zxk9uf
[3]
Ümit Akçay, (2016) “Yunanistan Aynasında Avrupa’nın Krizi ve Emperyalizm”, Der.
Ahmet Bekmen ve Barış Alp Özden, Emperyalizm:
Teori ve Güncel Tartışmalar, İstanbul: Habitus Yayınları.
[4]
Isabel Reynolds ve Maiko Takahashi (2016) “Abe Invokes Lehman Crisis
Comparisons at G-7 Economic Talks”, Bloomberg,
26.05.2016, Erişim: http://goo.gl/lqWQUF
[5]
Robin Harding ve Hiroyuki Akita (2016) “Abe seeks stimulus for world economy”, Financal Times, 25.05.2016, Erişim: https://goo.gl/zdiZ1q
[6]
Ümit Akçay, (2016) “G20 Shanghai Zirvesi: IMF Planının Reddi ve Tükenen
Seçenekler”, Kriz Notları,
28.02.2016, Erişim: http://goo.gl/Mhw8ZF
[7] Jonathan
D. Ostry, Prakash Loungani, ve Davide Furceri (2016) “Neoliberalism:
Oversold?”, Finance & Development,
53(2). Erişim: http://goo.gl/MNJ7L0
[8]
Michael Robert (2016) “G7 Economies in Trouble”, Michael Robert’s Blog, 26.05.2016, Erişim: https://goo.gl/nQgK5y
[9]
Karl Marks (2004) Kapital Birinci Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, 7. Baskı, Ankara:
Sol Yayınları, 15. Bölüm: Makine ve Büyük Sanayi.
[10]
Karl Marks, (2006) Kapital Üçüncü Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol
Yayınları, s. 189.
[11]
Age. s. 200.
[13] The
Conference Board, Erişim: https://www.conference-board.org/,
ayrıca raporun haberleştirilmiş hali için bkz: Sam Fleming and Chris Giles
(2016) “US productivity slips for first time in three decades” Financial Times, 26.05.2016, Erişim: https://goo.gl/tAfJpu
[14]
Üretkenlik ile ilgili ölçümlerin nasıl yapılması gerektiği konusu, gerek ana
akım iktisat içinde gerekse ana akım iktisat ile Marksist iktisat arasında
tartışma konusu. Marksist analiz kategorilerinin operasyonel hale getirilmesi
için bkz: Anwar Shaikh ve E. Ahmet Tonak (2012) Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi, Ankara: Yordam Yayınları.
[15] Bu
üç değerlendirme, sırasıyla Prof. Dr. Ahmet
Tonak, Doç. Dr. Özgür Öztürk ve Dr. Ali Rıza Güngen ile yaptığım görüş
alışverişlerinde onların işaret ettiği noktaları yansıtmaktadır.