Gerek dünyadaki gerekse Türkiye’deki ekonomik konjonktür büyük zorluklara gebe olsa da, (i) petrol fiyatlarındaki düşüş, (ii) FED’in faiz artırımı kararının 2015 sonunda geleceği beklentisi, (iii) enflasyondaki dönemsel düşüş, (iv) AB’deki parasal genişleme gibi nedenlerle, Türkiye için Haziran seçimlerine kadar, ekonomideki sıkıntılardan kaynaklanacak bir sorun nedeniyle hükümetin bir zorluk yaşanması beklenmiyor.
Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık Merkez Bankası’nı eleştirip faiz oranlarının indirilmesi gerektiği yönünde baskı yapması, artık olağan bir durum halini aldı. Bunun dolaysız sonucu olarak da Merkez Bankası’nın bağımsızlığının zedelendiğini düşünen piyasa oyuncularının çıkış hareketi, dövizde tarihi zirvelerin yaşanmasına neden oldu.
Bu yazıda, ekonomik konjonktür analizi ya da dolar-faiz tartışması yapmak yerine, çokça gündeme gelen merkez bankası tartışmasının çerçevesini çizmek üzere; (i) cumhurbaşkanını ya da hükümeti eleştirmek adına Merkez Bankası bağımsızlığını ve bağımsız Merkez Bankası’nın izlediği enflasyon hedeflemesi sistemini savunmanın, muhalefet üzerindeki liberal hegemonyanın bir göstergesi olduğunu ileri süreceğim, (ii) bunun karşısında da AKP otoriterizmine alternatifin piyasa otoriterizmi olmadığını savunacağım.
Liberal Argüman: Siyaset Ekonomiye Karışmasın!
Dünya kapitalizminde 1970’li yıllardaki kriz sonrasında önemli değişimler yaşandı. Ekonomi politikaları köklü bir şekilde değişti ve bugün neoliberalizm olarak tanımlanan ekonomik ve siyasi program tüm ülkelerde uygulanmaya başladı. Bu değişim iktisat teorisi alanına da yansıdı. Bu alandaki temel dönüşüm, ekonomi yönetiminde “takdir hakkına” dayanan Keynesyen politikalar yerine “kural temelli” politikaların öne çıkarılması yönündeydi.
Rasyonel beklentiler okulu çerçevesinde gelişen yeni klasik iktisat, kamu seçimi okulu, anayasal iktisat, siyasi konjonktür teorileri gibi yeni liberal teoriler, esas olarak, piyasa sistemine yapılan Keynesyen yönelimli devlet müdahalesine karşı çıkmakta ve uygulanacak para ve maliye politikalarının uzun dönemde etkinsiz olduğunu ileri sürmekteydi.
Bu yeni-liberal argümanlara göre, para politikası kullanılarak işsizliği azaltmak, büyümeyi desteklemek ya da herhangi bir ekonomi politikası tercihine öncelik vermek, piyasanın işleyişini bozar ve uzun dönemde enflasyonla sonuçlanır. Dahası bu, kendi kendine işlediğinde otomatik olarak dengelenecek olan piyasa sistemine yapılan bir müdahaledir ve bu tür müdahaleler, genellikle yaşanan ekonomik krizlerin temel nedenleridir.
Dolayısıyla, gerek ekonomik krizlerin önüne geçilmesi, gerekse, en önemli ekonomik problem alanı olarak görülen parasal istikrarın sağlanması ya da enflasyonun düşürülmesi için yapılması gereken, ekonomi ile siyasetin ayrıştırılmasıdır.
Merkez Bankası’nın Bağımsızlaşması
Bu neoliberal dönüşümün merkez bankacılığı alanındaki yansıması şu argümanlar savunularak gerçekleşti: Merkez Bankası’nın hükümetin direktifleri altında çalışıyor olması, parasal istikrarsızlıkların kaynağıdır. Bu nedenle eğer enflasyonun düşürülmesi ve ekonomik büyüme için istikrarlı bir parasal sistem oluşturulması isteniyorsa, hükümetlerin merkez bankalarına müdahale etme olanakları ellerinden alınmalı ve merkez bankaları, siyasi mekanizmanın ulaşamayacağı bir noktada konumlandırılmalıdır.
Türkiye bu noktaya 2001 krizi sonra Kemal Derviş’in hazırladığı programla geldi. 2002 seçimlerine gidilirken para politikasının depolitizasyonu sağlanmıştı. Bu değişimden sonra seçimle gelen bir hükümetin ekonomi politikasının ne olacağı artık anlamını yitirmeye başladı.
Küresel Hegemonyanın İçselleştirilmesi Olarak Bağımsızlık
Kapitalizmin 1970’li yıllardaki yapısal krizine paralel bir şekilde Bretton Woods sisteminin sonlanması, uluslararası finans siseminin derin bir istikrarsızlığa düşmesine neden oldu. Parasal istikrarı kurmak ve sürdürmek için dışsal bir baskının yokluğu, enflasyonun temel bir problem haline gelmesine neden oldu. Dışsal bir sınırlamanın yokluğunda enflasyonun önüne geçmek siyasi iktidarlar açısından oldukça zordu.
Bu ortamda, her bir devlet içindeki ekonomi bürokrasisinin ayrıcalıklı kurumları, sermayenin yeniden üretilmesi için gerekli olan koşulları sağlamakla görevlendirildi. Dolayısıyla merkez bankası bağımsızlığı, IMF politikalarının IMF’ye gerek olmadan yürütülmesinin kurumsal düzenlemesi anlamına geliyordu. Finansal disiplinin her bir ülkede merkez bankalarının siyasi iktidarın uzanamayacağı bir noktada konumlandırılmasıyla sağlanması gündeme geldi.
Paranın Depolitizasyonu ve Piyasa Otoriterizmi
Merkez bankasının bağımsızlaşması, parasal disiplinin inşa edilmesi anlamına gelmektedir. Toplumsal ilişkilerin parasal disipline tabi kılınması, basitçe daraltıcı ekonomi politikası uygulamalarının parasal zeminini ifade etmektedir. Bu ise, sadece çalışanları, sendikaları ve onların etkin pazarlık yapabilmelerini değil, aynı zamanda işçi sınıfının siyasal gücünü de hedef almakta ve devletin sınıf karakterinin bir kez daha deşifre edildiği bir alanı ifade etmektedir.
Dolayısıyla, para politikası gibi tüm toplum kesimlerini ilgilendiren, doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bir alanın, siyasetin etkisinin dışına çıkarılması siyaseti, en basit deyimle teknokratik-otoriter bir yönetim şeklinin habercisidir.
Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Emekçiler
Merkez bankası bağımsızlığının emekçiler açısından anlamı, reel ücretlerin yükselmesi karşısında yasal olarak tanımlanmış bir bariyerin kurulmasıdır. Bağımsız merkez bankası tarafından fiyat istikarını sağlamak üzere yürütülen enflasyon hedeflemesi sistemi, ücretlerin baskılanması ve emekçilerin ücret artışı için mücadele kapasitelerinin azalmasını amaçlar. Bu aynı zamanda artı değer hedeflemesi, yani emeğin sıkı bir şekilde disipline edilmiş olması anlamına gelir. Dolayısıyla bağımsız merkez bankası, emekçilerin hapsolduğu demirden kafesin bekçisidir.
AKP Otoriterizminin Alternatifi Piyasa Otoriterizmi Değildir!
Ekonomi kanallarındaki yorumcular, liberaller, elbette merkez bankası bağımsızlığını savunacaklardır. Benzer şekilde sermaye çevreleri ve yatırımcılar da bunu savunacak, çünkü merkez bankasının bağımsız olması, bir kar garantisi anlamını taşır. Uluslararası yatırımcılara, “bu ülkede piyasa dostu ekonomi politikası uygulanıyor” sinyali verilmiş olunur böylece. Dolayısıyla bu kesimlerin bağımsız merkez bankasını savunmaları kendi pozisyonları gereğidir.
Ancak ne gerekçeyle olursa olsun, merkez bankası bağımsızlığını savunanlar, bilerek ya da bilmeyerek, enflasyon hedeflemesi, kemer sıkma politkalarının sürekliliğini, yani piyasa otoriterizmini savunuyor. Dolayısıyla, hükumeti eleştirmek için kullanılan “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı zedeleniyor” argümanı, sermaye çevrelerinin ve liberallerin argümanıdır.
Bu argümanın sol cenahta karşılık bulması ise, ya (iyi niyetle düşünürsek) konunun yeterince bilinmemesinden ya da (gerçekçi olursak) muhalefet üzerindeki liberal hegemonyadan kaynaklanıyor.
Kısacası, AKP’nin otoriter uygulamalarının alternatifi, piyasa otorierizmine sarılmak değildir!