Mart ayının ikinci haftasından itibaren, diğer bir ifadeyle Türkiye’de pandeminin başlangıcından haziran ayına kadar geçen sürede çok hızlı bir kredi genişlemesi yaşandı. Bu dönemde Türk Lirası cinsi kredilere bakıldığında devlet bankalarının ticari kredi hacimlerini yüzde 27 artırdığını, devlet bankaları bireysel kredi hacimlerinin ise yüzde 15 arttığını görüyoruz. Özel bankalar ve yabancı bankalarda böyle bir hareketlilik bulunmuyordu. Mayıstaki hareketlenme ise aktif rasyosunun etrafından dolanma uğraşının yansımasıydı. Mayıs ayının sonunda yeniden tanzim edilen bu aktif rasyosu, KOBİ kredilerini, ihracat kredilerini paya çıkarıp bankaları daha uzun vadeli kredi vermeye zorluyor. Devlet bankaları ise yeni kredi destek paketleriyle bugünlerde tüketimi harlamaya devam ediyorlar.
Merkez Bankası’nın Kalkınma ve Yatırım Bankası’nı aracı kılarak (kendi kanununu zorlayan bir şekilde) yatırım taahhütlü ve uzun vadeli kredi vermeye kalkışması gibi hamleler ekonomi yönetiminin Türkiye’deki yatırım yetersizliği sorununa tekrar eğildiğini gösteriyor. 8 Haziran 2020 tarihli TRT yayınında Cumhurbaşkanı ekonominin sorunsuz işlediğini beyan ederken devlet bankalarının olanaklarını da hatırlattı: “Şimdi ben yatırımcımıza diyorum ki, bak şu anda faiz aşağı çekildi. Kamu bankaları her türlü desteği veriyor. Haydi bakalım, buyurun yatırıma.”
Peki, son yıllarda sıklıkla başvurulan yöntemlerle yatırımları canlandırma peşindeki ekonomi yönetimi istediğini alacak mı? Daha genel bir bağlama çekerek soralım: Türkiye’de son dönemde kalkınmacı bir devlet mi billurlaşıyor?
3-5-2?
Kalkınmacı devlet, fazlaca çekiştirilmiş bir kavram. Altyapı yatırımlarından teşvik politikasına, kredi genişlemelerinden yeni politika aracı aktif rasyosu hesaplarına her düzenlemeye dair, piyasaları destekleyen ya da “rayından çıkartan” uygulamaları tarif etmek üzere kullanılabiliyor. Türkiye’de liberal muhalefet açısından demokrasi eksikliğinin uzantısı olan bazı uygulamalar, iktidar yanlıları açısından kalkınma destanının dev adımları olarak görülebiliyor.
Aslında iki yaklaşım da resmin bir tarafını abartma eğilimindeler. Neoliberal yeniden yapılanma ve piyasacılık devlet müdahalesini dışlayan, sona erdiren ideolojik yönelimler değiller. Devletin sermaye birikimine müdahalelerinin piyasa inşası, kollanması ve derinleşmesi üzerinden gerçekleşmesi, başka bir ifadeyle biçim değiştirmesi yirminci yüzyılın son çeyreğinin belirleyici unsuruydu. Stratejik sektörleri destekleyen ve fakat farklılık arz eden 21'inci yüzyıldaki çeşitli devlet müdahaleleri Latin Amerika’da “yeni kalkınmacılık”, Doğu Asya’da “yeni kalkınmacı devlet” olarak tasvir edildi. Bu uygulamalar kalkınmacılığa yeni cilalar atarken, neoliberal merkezlerde üretkenlik ve rekabet sorunlarının aşılması uğraşı da bir önceki dönemde pek görülmeyen müdahaleleri öne çıkarmaktaydı.
21'inci yüzyılda ister kökten piyasacı ister daha korumacı ya da kalkınmacı olsun politika yapıcıların, sermaye birikimi temposunu hızlandırmak için çeşitli teşvikler, vergi kolaylıkları yanı sıra emeğin kontrol altında tutulması çabalarından da geri durmadıklarını söyleyebiliriz. Kısacası liberal ortodoksiyle mesafeli ve daha pragmatist çok sayıda uygulama da hem küresel güney hem de kuzey ülkelerinde görülebiliyor. Son yıllarda hızlı bir atılım sergilemek isteyen çeşitli güney devletleri tedarik zincirlerinde daha iyi bir konum elde etmek için pazarlıkçı rol üstlenebiliyor, çeşitli stratejik sektörleri desteklemek üzere oldukça cömert destekler tasarlayabiliyorlar. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve finansal piyasaların devasa büyüklüğü nedeniyle önceki on yıllardakine benzer bir kur kontrolü söz konusu olmasa da kur istikrarını sağlama ve hatta rekabetçi bir kur temin etmek üzere daha aktif merkez bankaları görülebiliyor. Sadece uluslararası gerginlikler ve jeo-ekonomik planlar nedeniyle değil, aynı zamanda çeşitli sermayelerin sorunlarının ertelenmesi için de korumacı önlemler devreye sokulabiliyor.
Dolayısıyla devletlerin bazı stratejik/ekonomik hedefler doğrultusundaki müdahalelerini yeni bir devlet var-yok şeklinde görmekten vazgeçerek bir süreklilik üzerinde ele almak gerekiyor. Aşağıda kalkınmacı olarak da nitelenen uygulamaların kapsayıcı olmayan bir listesini oyun planı biçiminde sunuyorum. Neoliberalizmin esnekliğinin, piyasacılıkla bu tarz müdahale biçimlerinin bir süreliğine bir arada var olmasına imkân verdiğini dikkate almak gerektiğini, daha ortodoks ekonomi yönetimi anlayışlarıyla paylaşılanlar (kırmızı) yanı sıra çeşitli ve plansız bir şekilde devreye sokulabilen çok sayıda unsurun varlığını görmek gerektiğini düşünüyorum.
Ortaya çıkan melezlik, kapitalist kalkınmacılık açısından uç noktalar olarak tanımlayabileceğimiz sermayelerin disipline edilmeleri ve performans kriterlerine maruz bırakılmaları ya da kapsamlı sermaye kontrolleri uygulanması gibi forvetlere takımda yer verilmeden de iş görüldüğünü anlatıyor. Bu ileri uç olmadan da pragmatist/kalkınmacı uygulamalar görülebiliyor.
TAKTİK MAKTİK YOK
Sanırım gelmek istediğim nokta anlaşılmıştır. Son dönemdeki önlemler Türkiye’de piyasacılığa son verildiği anlamına gelmediği gibi kalkınmacı bir devlet ortaya çıktı demek için de henüz yeterli veri sunmuyor. Erdoğan yönetimi başka birçok ülke politikacılarının başvurduğu önlemlere biraz daha sık ancak sistematik olmayan bir şekilde, konjonktürel olarak başvuruyor. Nedeni açık: Kriz ortamı.
Canhıraş çıkış arayışına dayanarak Türkiye’de uzun süredir devam eden müdahalelere tamamen yeniymiş gibi bakmak sakıncalı. Son yıllardaki yatırım desteklerini ve teşvikleri kısaca hatırlayalım:
-Önlem Paketleri (2008-09): Eximbank kaynaklarının artırılması, sıfır faizli kredi temini, Kredi Garanti Fonu desteği, teşvik belgesine bağlanan kurumlar vergisi düzenlemeleri, KOSGEB destekleri, yatırımları canlandırmak için bazı makinelerde KDV indirimleri, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan işverenlere destek verilmesi öngörüldü (Aynı dönemde sermayenin maliyetlerinin bir kısmını üstlenen en az beş adet istihdam teşvik/destek paketi açıklandı).
-Teşvik Paketi (2012): Makine ve teçhizat yatırımlarında KDV istisnası, yatırım sonrasında 7 yıl sigorta primi işveren hissesi desteği, yapılan yatırımın yüzde 50‘sine kadar vergi indirimi imkânı ve yatırım yeri tahsisi gibi düzenlemeler yapıldı.
-Yapısal Dönüşüm Paketi (2014): GSYH’yi 2018’de 1,3 trilyon dolara çıkartma hedefli paket esasen çatı niteliği sergiliyordu. İhracatın ithalatı karşılama oranının artırılacağı, teknoloji geliştirme ve yerli üretimi destek için teşviklerin ve önlemlerin ardı arkasına geleceği belirtildi. 2015 seçimlerine kadar devam eden alt paketler “Afro-Avrasya’nın üretim ve tasarım üssü olma” hedefini beyan eden 2015-18 sanayi strateji belgesiyle uyumlu bir şekilde kapsamlı bir sanayi politikasının oluşmakta (ya da bazı metinlere göre yürürlükte) olduğu iddiasındaydılar.
-Ekonomik Müjdeler Paketi (2016): Uluslararası firmalara, fazla tedarikçiyle iş yapan katma değeri yüksek alanlardaki işletmelere vergi istisnaları getirildi. Kredilerde teminat gösterme kolaylaştırıldı.
-Ekonomik Önlem Paketi (2016): Eximbank desteklerinin genişlemesi, ilk yılı geri ödemesiz kredi temini ve prim destekleri yanı sıra yatırıma yönelik inşaatlarda KDV iadesi kararları alındı.
-Yatırım Teşvikleri (2017): Cari açığın azaltılması amacıyla ithalat bağımlılığı yüksek olan ara malı ve ürünlerin üretiminin artırılması, teknolojik dönüşümü sağlayacak yüksek ve orta-yüksek teknoloji içeren yatırımların desteklenmesi, en az gelişmiş bölgelere sağlanan yatırım desteklerinin artırılması kararları alındı.
Süper Teşvik Paketi (2018): Stratejik nitelikleri ve teknolojik özellikleri nedeniyle proje bazlı olarak desteklenecek yatırımlar açıklandı. Bazı alanlarda, yatırım harcamasına ulaşacak desteklerin sağlanacağı beyan edildi.
Daha yakın tarihlileri hatırlamak sanırım daha kolay olacak. Dengelenme, disiplin ve değişim başlığıyla pazarlanan Orta Vadeli Program 2018 Eylül’ünde, Yapısal Dönüşüm Adımları 2019 Nisan’ında açıklandı. Önceki on yılla aynı hedefler ve vaatler kriz sırasında da varlıklarını korudular.
2018-19 krizi arka planında, çok sınırlı sermaye kontrolleri süregiden uygulamalara eklendi. Türkiye’nin sıkışmışlığı, bir yelpaze üzerine yerleştirilebilecek “kalkınmacı” olarak anılan bazı önlemlerin ardı arkasına alınmasına neden oluyor. Fakat, AKP dönemindeki teşvik ve desteklerin sonuçları ortada. Üstelik sermaye birikimine iktidar yanlısı sermaye grubu yaratmanın ötesinde müdahalelerin arzulanması, bunların bir program dahilinde hayata geçirildiği anlamına da gelmiyor.
OYUNA YENİK BAŞLAMAK
Türkiye’yi orta vadede durgunluğa itecek kadar güçlü olan yatırımları askıya alma eğilimini teşvikle sonlandırmak mümkün görünmediği, Erdoğan yönetiminin 2020’de beklenen yüzde 5’lik daralmayı sineye çekme niyeti olmadığı ve yeni bir teyakkuz dönemine giriliyor olduğu için önümüzdeki aylarda daha fazla düzenleme ve zorlamalar görülebilir. KOBİ’lere kredi vermenin teşvik edildiği noktadan, KOBİ’lere kredi vermeyenin cezalandırıldığı bir noktaya geldik. Fakat aynı zamanda yatırımcı demokrasisine adanmış, yatırımcıları aile mensubu görmeye hevesli bir yönetimin çıkış arayışlarını izliyoruz. Son ayların yeni kredi çılgınlığı kadar mevcut önlemlerin sürekliliği de soru işaretleri taşıyor.
Salgın sırasında vatandaşına maske dağıtamayan, milyonlara kayda değer gelir desteği sunamayan ekâbir, sermaye faaliyetlerini belirli hedefler doğrultusuna daha yüksek bir enerjiyle sevk etmeye kalkarsa da istediklerini tam alamayacak, bunu önceki paketlerden ve uygulamalardan anlayabiliyoruz. Sanırım, anlaşılması zor olan husus, ortada ne bir atılım ne de büyüme söz konusuyken AKP’nin gücünü koruyabilecek ve siyasal planların akamete uğramasını engelleyerek kısa süreli bir ekonomik canlanmayı pazarlayabilecek olması. Nedenleri kısmen küresel finansal koşullardan ve iktidarın ekonomi politikalarındaki esnekliğini söylem bazında dahi sergileyemeyip alternatif bir programa tahvil edemeyen muhalefetin yetersizliğinden geçiyor. Milyonları defansa çağıranların vaatleri muğlak vergi düzenlemeleri, sermayeye teşvikler ve mevcut otoriter emek rejiminin devamı iken oyuna yenik başlamak kaçınılmazlaşıyor.
Not: Bu yazıdaki bazı ifade ve değerlendirmeleri Sümercan Bozkurt, Ümit Akçay ve Galip Yalman ile diyaloglarımız sayesinde biçimlendirdim, ekonomik paketlerin daha ayrıntılı bir dökümünü ise Ekin Değirmenci ile birlikte çıkarmıştık. Hatalar varsa elbette bana aittir.