5 Eylül 2016 Pazartesi

Sermaye Girişlerine Bağlı Türkiye Ekonomisi ve Yatırımcı Demokrasisi

Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrasında oturduğu plato yüksek sermaye girişlerinin ekonomiyi canlandırması daha sonrasında ise ani sermaye çıkışlarıyla büyük bir daralmanın deneyimlenmesi şeklinde çevrimlerin görülmesine neden oldu. Ekonomik performansın sermaye girişlerine göbekten bağlı olduğu ve siyasal başarı ölçümünde bu kadar kritik bir rol oynadığı atmosferde, 2001 krizi sonrasındaki yapılanmanın daha da güçlendirdiği bir eğilim yakın dönemde (2008-2009 uluslararası finansal krizi sonrası) daha açıktan gözlenebiliyor.


Kısaca bu eğilim siyasal iktidarın temel ekonomi yönetimi konularında uluslararası yatırımcılara ve Türkiye’deki sermaye gruplarına hesap vermesi; zevahiri kurtarmak adına yapılan kısa süreli çıkışlara karşın, sermaye girişinin sürekliliğini sağlamak için Türkiye’de ekonomi yönetiminin yatırımcı arzuları doğrultusunda bir yapısal reform gündemine hapsedilmesidir. Bu yönelime yatırımcı demokrasisi adını uygun görüyorum.

Neoliberal siyasal iktisadi çerçevenin 1990’lardan itibaren yeni kurumsalcılıkla tadilattan geçmesi ortaya oldukça kaba bir kurumsallaşma ve ekonomik büyüme formülü çıkardı. Türkiye’de siyasal iktidarın kaydadeğer kadrolarının özellikle 2001 sonrasındaki yıllarda dillendirdiği, muhalefetin de hatırı sayılır bir kesiminin kabul ettiği bu formül Türkiye’de ekonomi yönetiminde kurumsallaşma ve kural temelli bir siyaset yapma çerçevesinin inşasının ve “demokratikleşme”nin Türkiye’yi yabancı sermaye gözünde muteber bir ülke konumuna getireceği (kredi derecelendirme kuruluşları terminolojisiyle yatırım yapılabilir ülke) ve orada tutacağı varsayımına dayanmaktaydı.

1990’lardan itibaren demlenen reçete açıktı: öngörülebilir bir ortam hazırlayın, riski minimize edin, uluslararası standartları ve pratikleri benimseyin; sermaye kapınızı bir değil iki kere çalar. 

Bugün Türkiye’de olan-biten ve özellikle 2008-2009 uluslararası finansal krizi sonrasında deneyimlenenler bu reçetenin sermaye girişleri ile “demokratikleşme”/kurumsallaşma arasında kurduğu ilintinin sorgulanması gerekliliğini ortaya koyuyor. Kısaca ifade edecek olursam, Türkiye’de yaşanan bir yatırımcı demokrasisidir. Bırakın geniş kitlelerin politika yapım sürecinde etkide bulunması, herkesin temel haklarının korunması ve hukuk devleti ilkelerine bağlılık gibi minimum-prosedürel unsurların dahi ortada olmadığı bir dönemden geçiyoruz. İster yakın tarihli ve çoğu düzmece delillerle başlatılan siyasi davaları, ister 2007’den itibaren Türkiye’deki siyasal rejimin başkanlığa meyleden yarı-başkanlığa geçişi ve kuvvetler arasındaki ilişkinin revizyonu ile başlatın, bu dönüşüm Türkiye’nin daha demokratik standartları benimsemesi olarak okunabilecek bir dönüşüm değildir. Buna karşın Türkiye’ye yabancı sermaye girişleri dalgalı bir şekilde de olsa devam etmiştir.

Farklılaşma ve Finansal Dalgalar

Bu bağlamda üzerinde durulması gereken iki nokta bulunuyor: Birincisi sermaye girişlerinin kompozisyonundaki değişim, ikincisi finansal akımların yarattığı dalgalar.

İlk nokta, aşağıdaki grafikten takip edilebileceği üzere uluslararası yatırımların komposizyonunda 2008-2009 sonrasında bir değişimin yaşanmış olması ve doğrudan yatırımlardaki düşüşün portföy yatırımlarıyla telafi edilmesi. Bu dönüşüm Türkiye’de başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi yönetimin tepesindekileri heyecana sevk etmiş ve Türkiye’de finansal kriz sonrasındaki sermaye girişlerine eşlik eden kredi genişlemesinin hızını düşürmek ve sermaye girişi kompozisyonu değiştirmek amacıyla 2010’dan başlayarak çeşitli önlemler alınmıştı.
Bu dönemde de sonrasında da Türkiye’ye sermaye girişleri devam etti. Ancak hem yıllık rakamların hem de sadece doğrudan yatırım ve portföy yatırım rakamlarının göstermediği bir dalgalanma ile bu gerçekleşti.

Korkut Boratav  “Finans Dalgaları: Batı’da Türkiye’de” (Birgün Gazetesi, 19 Ağustos 2016) yazısında Türkiye ekonomisinin 2011’den itibaren yedi finansal dalgadan geçtiğini gösteriyor. Bu çevrimlerin esas belirleyeni yabancı sermaye girişleri. Boratav’ın hesaplamaları üzerinden son iki çevrimlik bölüme bakalım:

Tablo: Yabancı Sermaye ve Toplam Sermaye Hareketleri: Aylık Ortalamalar, Milyon USD ve % Değişim
Dönem
Özellik
Yabancı Sermaye
% Değişim
Toplam Sermaye
Değişim
2015 Şubat-2016 Ocak
Düşüş
2698
-55,5
1331
-70,4
2016-Şubat-2016 Haziran
Artış
5068
87,7
4978
274

Buna göre yabancı sermaye hareketlerine Türkiye’li şirket, banka ve bireylerin sermaye hareketlerini ve kayıtdışı sermaye giriş çıkışlarını ekleyerek toplam sermaye (yabancı, yerli ve kayıtdışı sermaye akımlarının toplamı) rakamı bulunuyor. Kayıtdışı sermaye girişleri ve Türkiye’li sermayenin çıkışlarına karşın, son iki çevrimde yabancı sermaye ve toplam sermaye akımları aynı doğrultuda (artış ve iniş olarak) hareket etmiş. Bir önceki döneme göre değişim oranları da Türkiye’nin 2016 baharından itibaren yüksek girişler yaşadığını anlatıyor.

Son Aylardaki Girişler

Resmi tamamlamak için Türkiye’ye son dönemdeki girişlerin önemli bölümünü oluşturan tahvil ve hisse senedine yatırımlara bakalım. İçinden geçtiğimiz bu dalganın bir özelliği Türkiye’de tahvil ve hisse senedi piyasasına ilginin son iki ayda daha önceki aylara göre artışı. International Institute of Finance verilerine göre özellikle aşağıdaki grafikte maviyle gösterilen tahvillere ilgi Temmuz ayı sırasında artmış ve portföy girişleri Ağustos boyunca devam etmiş.


Uluslararası doğrudan yatırım girişinin son aydaki verileri elde olmasa da Ocak-Mayıs 2016 tarihinde bir önceki yılın aynı dönemine göre % 41,5 azalarak 3,5 milyar USD’ye düşüş yaşandığını biliyoruz. Ekonomi Bakanlığı’nın verilerindeki eğilim ve portföy yatırımlarındaki artış devam ederse, uluslararası yatırımlar kompozisyonu ve miktarının 2013-2014’teki görünümü tekrarlayacağını öngörebiliriz.

Peki, bu veriler bize neyi ifade ediyor?

Kasım 2015 tarihli 64. Hükümet programı Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz artırma olasılığının ve Türkiye benzeri ülkelerden sermaye çıkışlarının yoğunlaşması ihtimalinin tartışıldığı sıralarda esasen yatırımcıya güven, yurtiçi tasarrufların artırılması ve finansal derinleşme sürecinin devamı dışında finansal alana ilişkin bir değişiklik vaat etmiyordu. FED’in 2016’da gerçekleşmeyen faiz artışları ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu küresel Güney ülkelerine 2016 bahar aylarından itibaren sermaye girişlerinin gerçekleşmesi Türkiye’deki siyasal iktidarın elini bir süreliğine rahatlattı. Veriler bize Türkiye’deki politik risklere ve otoriterleşmeye karşın sermaye girişlerinin merkez kapitalist ülkelerdeki politika tepkilerinden etkilenerek dalgalı bir şekilde devam ettiğini, yatırımcıların kar elde etmek için Türkiye’nin “demokratikleşme”sini beklemediklerini gösteriyor.

Kısaca uluslararası doğrudan yatırımlarda gerileme söz konusu olsa da Türkiye’ye sermaye girişleri, öngörülemezlik ve artan jeopolitik risklere karşın devam ediyor. Ancak bu yatırımların kompozisyonu zaman içinde değişim sergiliyor. Şu an içinden geçilen finansal dalga daha kısa vadeli girişlerin ağırlık kazanmakta olduğunu anlatıyor.

Demokrasi herkese lazım

Mehmet Şimşek’in 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra 560 uluslararası yatırımcıyla telekonferans gerçekleştirmesi ve bunu ilerleyen haftalarda tekrarlaması yatırımcı demokrasisinin iş başında olduğunu muştuluyor. Uluslararası doğrudan yatırımlardaki durgunluğun telafi mekanizması kısmen portföy yatırımlar oldukça ve Türkiye’deki politik/jeopolitik riskler arttıkça uluslararası yatırımcıya hesap verme yükümlülüğü artıyor.

Ancak Türkiye’ye sermaye girişleriyle kurumsallaşma/”demokratikleşme” arasında kurulan güçlü illiyet bağının iler tutar yeri olmadığını da deneyim gösteriyor. Konuya “Uluslararası Yatırımlar ile Demokrasi İthal Edilebilir mi?” (gazete duvaR, 15 Ağustos 2016) başlıklı yazısında değinen Ümit Akçay’ın belirttiği üzere “demokrasiye yatırımcı çekmek için değil, adil, eşit ve özgür bir ülke ve dünyada yaşamak için ihtiyacımız var”.

Bu perspektiften uzaklaşıp neoliberal ve yeni kurumsalcı zemine sıkışmak demokrasi mücadelesini giderek uluslararası finansın kaprislerine havale ediyor, demokratik uygulamalardan daha da uzaklaşanlara gösterilen sermaye teveccühünü kavrayamıyor. Üstelik bir tür demokrasinin, yatırımcı demokrasisinin 2008-2009 finansal krizinden bu yana çok daha açık bir şekilde Türkiye ve birçok ülkede iş başında olduğunu unutuyor.    
------------------------------------------------------------
Bu yazı ilk olarak 1 Eylül tarihinde www.politikyol.com sitesinde yayımlandı. Erişim: http://politikyol.com/yazar/ali_riza_gungen/sermaye_girislerine_bagli_turkiye_ekonomisi_ve_yatirimci_demokrasisi/6422