Türkiye ekonomisinin sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesi sonrasında oturduğu plato yüksek sermaye
girişlerinin ekonomiyi canlandırması daha sonrasında ise ani sermaye çıkışlarıyla
büyük bir daralmanın deneyimlenmesi şeklinde çevrimlerin görülmesine neden
oldu. Ekonomik performansın sermaye girişlerine göbekten bağlı olduğu ve
siyasal başarı ölçümünde bu kadar kritik bir rol oynadığı atmosferde, 2001
krizi sonrasındaki yapılanmanın daha da güçlendirdiği bir eğilim yakın dönemde
(2008-2009 uluslararası finansal krizi sonrası) daha açıktan gözlenebiliyor.
Kısaca bu eğilim siyasal iktidarın
temel ekonomi yönetimi konularında uluslararası yatırımcılara ve Türkiye’deki
sermaye gruplarına hesap vermesi; zevahiri kurtarmak adına yapılan kısa süreli
çıkışlara karşın, sermaye girişinin sürekliliğini sağlamak için Türkiye’de
ekonomi yönetiminin yatırımcı arzuları doğrultusunda bir yapısal reform
gündemine hapsedilmesidir. Bu yönelime yatırımcı demokrasisi adını uygun
görüyorum.
Neoliberal siyasal iktisadi çerçevenin
1990’lardan itibaren yeni kurumsalcılıkla tadilattan geçmesi ortaya oldukça
kaba bir kurumsallaşma ve ekonomik büyüme formülü çıkardı. Türkiye’de siyasal
iktidarın kaydadeğer kadrolarının özellikle 2001 sonrasındaki yıllarda dillendirdiği,
muhalefetin de hatırı sayılır bir kesiminin kabul ettiği bu formül Türkiye’de
ekonomi yönetiminde kurumsallaşma ve kural temelli bir siyaset yapma
çerçevesinin inşasının ve “demokratikleşme”nin Türkiye’yi yabancı sermaye
gözünde muteber bir ülke konumuna getireceği (kredi derecelendirme kuruluşları
terminolojisiyle yatırım yapılabilir ülke) ve orada tutacağı varsayımına dayanmaktaydı.
1990’lardan itibaren demlenen reçete
açıktı: öngörülebilir bir ortam hazırlayın, riski minimize edin, uluslararası
standartları ve pratikleri benimseyin; sermaye kapınızı bir değil iki kere
çalar.
Bugün Türkiye’de olan-biten ve
özellikle 2008-2009 uluslararası finansal krizi sonrasında deneyimlenenler bu
reçetenin sermaye girişleri ile “demokratikleşme”/kurumsallaşma arasında
kurduğu ilintinin sorgulanması gerekliliğini ortaya koyuyor. Kısaca ifade
edecek olursam, Türkiye’de yaşanan bir yatırımcı demokrasisidir. Bırakın geniş
kitlelerin politika yapım sürecinde etkide bulunması, herkesin temel haklarının
korunması ve hukuk devleti ilkelerine bağlılık gibi minimum-prosedürel unsurların
dahi ortada olmadığı bir dönemden geçiyoruz. İster yakın tarihli ve çoğu
düzmece delillerle başlatılan siyasi davaları, ister 2007’den itibaren
Türkiye’deki siyasal rejimin başkanlığa meyleden yarı-başkanlığa geçişi ve
kuvvetler arasındaki ilişkinin revizyonu ile başlatın, bu dönüşüm Türkiye’nin
daha demokratik standartları benimsemesi olarak okunabilecek bir dönüşüm değildir.
Buna karşın Türkiye’ye yabancı sermaye girişleri dalgalı bir şekilde de olsa
devam etmiştir.
Farklılaşma ve Finansal
Dalgalar
Bu bağlamda üzerinde durulması gereken
iki nokta bulunuyor: Birincisi sermaye girişlerinin kompozisyonundaki değişim,
ikincisi finansal akımların yarattığı dalgalar.
İlk nokta, aşağıdaki grafikten takip
edilebileceği üzere uluslararası yatırımların komposizyonunda 2008-2009
sonrasında bir değişimin yaşanmış olması ve doğrudan yatırımlardaki düşüşün
portföy yatırımlarıyla telafi edilmesi. Bu dönüşüm Türkiye’de başta Merkez
Bankası olmak üzere ekonomi yönetimin tepesindekileri heyecana sevk etmiş ve
Türkiye’de finansal kriz sonrasındaki sermaye girişlerine eşlik eden kredi
genişlemesinin hızını düşürmek ve sermaye girişi kompozisyonu değiştirmek
amacıyla 2010’dan başlayarak çeşitli önlemler alınmıştı.
Bu dönemde de sonrasında da Türkiye’ye
sermaye girişleri devam etti. Ancak hem yıllık rakamların hem de sadece
doğrudan yatırım ve portföy yatırım rakamlarının göstermediği bir dalgalanma
ile bu gerçekleşti.
Korkut Boratav “Finans Dalgaları: Batı’da Türkiye’de”
(Birgün Gazetesi, 19 Ağustos 2016) yazısında Türkiye ekonomisinin 2011’den
itibaren yedi finansal dalgadan geçtiğini gösteriyor. Bu çevrimlerin esas
belirleyeni yabancı sermaye girişleri. Boratav’ın hesaplamaları üzerinden son
iki çevrimlik bölüme bakalım:
Tablo: Yabancı Sermaye ve Toplam
Sermaye Hareketleri: Aylık Ortalamalar, Milyon USD ve % Değişim
Dönem
|
Özellik
|
Yabancı Sermaye
|
% Değişim
|
Toplam Sermaye
|
Değişim
|
2015 Şubat-2016 Ocak
|
Düşüş
|
2698
|
-55,5
|
1331
|
-70,4
|
2016-Şubat-2016 Haziran
|
Artış
|
5068
|
87,7
|
4978
|
274
|
Buna göre yabancı sermaye
hareketlerine Türkiye’li şirket, banka ve bireylerin sermaye hareketlerini ve
kayıtdışı sermaye giriş çıkışlarını ekleyerek toplam sermaye (yabancı, yerli ve
kayıtdışı sermaye akımlarının toplamı) rakamı bulunuyor. Kayıtdışı sermaye
girişleri ve Türkiye’li sermayenin çıkışlarına karşın, son iki çevrimde yabancı
sermaye ve toplam sermaye akımları aynı doğrultuda (artış ve iniş olarak)
hareket etmiş. Bir önceki döneme göre değişim oranları da Türkiye’nin 2016
baharından itibaren yüksek girişler yaşadığını anlatıyor.
Son Aylardaki Girişler
Resmi tamamlamak için Türkiye’ye son
dönemdeki girişlerin önemli bölümünü oluşturan tahvil ve hisse senedine
yatırımlara bakalım. İçinden geçtiğimiz bu dalganın bir özelliği Türkiye’de
tahvil ve hisse senedi piyasasına ilginin son iki ayda daha önceki aylara göre
artışı. International Institute of
Finance verilerine göre özellikle aşağıdaki grafikte maviyle gösterilen
tahvillere ilgi Temmuz ayı sırasında artmış ve portföy girişleri Ağustos
boyunca devam etmiş.
Uluslararası doğrudan yatırım girişinin
son aydaki verileri elde olmasa da Ocak-Mayıs 2016 tarihinde bir önceki yılın
aynı dönemine göre % 41,5 azalarak 3,5 milyar USD’ye düşüş yaşandığını
biliyoruz. Ekonomi Bakanlığı’nın verilerindeki eğilim ve portföy
yatırımlarındaki artış devam ederse, uluslararası yatırımlar kompozisyonu ve
miktarının 2013-2014’teki görünümü tekrarlayacağını öngörebiliriz.
Peki, bu veriler bize neyi ifade
ediyor?
Kasım 2015 tarihli 64. Hükümet
programı Amerikan Merkez Bankası FED’in faiz artırma olasılığının ve Türkiye
benzeri ülkelerden sermaye çıkışlarının yoğunlaşması ihtimalinin tartışıldığı
sıralarda esasen yatırımcıya güven, yurtiçi tasarrufların artırılması ve
finansal derinleşme sürecinin devamı dışında finansal alana ilişkin bir
değişiklik vaat etmiyordu. FED’in 2016’da gerçekleşmeyen faiz artışları ve
aralarında Türkiye’nin de bulunduğu küresel Güney ülkelerine 2016 bahar
aylarından itibaren sermaye girişlerinin gerçekleşmesi Türkiye’deki siyasal
iktidarın elini bir süreliğine rahatlattı. Veriler bize Türkiye’deki politik
risklere ve otoriterleşmeye karşın sermaye girişlerinin merkez kapitalist
ülkelerdeki politika tepkilerinden etkilenerek dalgalı bir şekilde devam
ettiğini, yatırımcıların kar elde etmek için Türkiye’nin “demokratikleşme”sini
beklemediklerini gösteriyor.
Kısaca uluslararası doğrudan
yatırımlarda gerileme söz konusu olsa da Türkiye’ye sermaye girişleri,
öngörülemezlik ve artan jeopolitik risklere karşın devam ediyor. Ancak bu
yatırımların kompozisyonu zaman içinde değişim sergiliyor. Şu an içinden
geçilen finansal dalga daha kısa vadeli girişlerin ağırlık kazanmakta olduğunu
anlatıyor.
Demokrasi herkese lazım
Mehmet Şimşek’in 15 Temmuz darbe
girişiminden hemen sonra 560 uluslararası yatırımcıyla telekonferans
gerçekleştirmesi ve bunu ilerleyen haftalarda tekrarlaması yatırımcı
demokrasisinin iş başında olduğunu muştuluyor. Uluslararası doğrudan
yatırımlardaki durgunluğun telafi mekanizması kısmen portföy yatırımlar oldukça
ve Türkiye’deki politik/jeopolitik riskler arttıkça uluslararası yatırımcıya
hesap verme yükümlülüğü artıyor.
Ancak Türkiye’ye sermaye girişleriyle
kurumsallaşma/”demokratikleşme” arasında kurulan güçlü illiyet bağının iler
tutar yeri olmadığını da deneyim gösteriyor. Konuya “Uluslararası Yatırımlar ile Demokrasi İthal Edilebilir mi?” (gazete duvaR, 15 Ağustos 2016) başlıklı
yazısında değinen Ümit Akçay’ın belirttiği üzere “demokrasiye yatırımcı çekmek
için değil, adil, eşit ve özgür bir ülke ve dünyada yaşamak için ihtiyacımız
var”.
Bu perspektiften uzaklaşıp neoliberal
ve yeni kurumsalcı zemine sıkışmak demokrasi mücadelesini giderek uluslararası
finansın kaprislerine havale ediyor, demokratik uygulamalardan daha da
uzaklaşanlara gösterilen sermaye teveccühünü kavrayamıyor. Üstelik bir tür
demokrasinin, yatırımcı demokrasisinin 2008-2009 finansal krizinden bu yana çok
daha açık bir şekilde Türkiye ve birçok ülkede iş başında olduğunu unutuyor.
------------------------------------------------------------
Bu yazı ilk olarak 1 Eylül tarihinde www.politikyol.com sitesinde yayımlandı. Erişim: http://politikyol.com/yazar/ali_riza_gungen/sermaye_girislerine_bagli_turkiye_ekonomisi_ve_yatirimci_demokrasisi/6422