Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) faiz politikası üzerine yazanlar arasında bir süredir iki kutup oluştu. İlki neoliberal ortodoksinin deforme edilmesinden hoşlanmayan “endişeli liberaller”, ikincisi de herhangi bir iktisadi akım ile ilişkilendirilmesi mümkün olmayan ve sadece faizin düşmesini savunan “büyüme koalisyonunun” sözcüleri. Karşılıklı alınan bu pozisyonlar her vesilede aynı tezlerin tekrarlanması ile neredeyse katılaşmış durumda. Son yazısında Mahfi Eğilmez, bu tartışmadaki pozisyonları güncel olarak özetledi.
Tartışmanın kısırlığının en önemli nedeni, Türkiye’de ekonomi politikasının para politikasına, kur ve faiz arasına sıkıştırılmış olması. Esasında bu Türkiye’ye özgü de değil. Dünya da benzer bir tıkanıklık var. Oysa para politikası, ne Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmede anahtardır, ne de dünya ekonomisini düzlüğe çıkaracak bir sihirli değnek. O halde neden sürekli faiz oranlarıyla yatıp kalkıyoruz?
Finansallaşma
Dünya ekonomisinde 1970’li yıllarda yaşanan dönüşümler, pek çok açıdan bugünün temellerini attı. Erken kapitalistleşmiş ülkelerde krizden çıkış için formüle edilen politikalar, geç kapitalistleşen ülkelerdeki büyük sermaye kesimlerinin çıkarlarıyla örtüştüğünde, ikinci kategorideki ülkelerde de birikim modeli değişti. Sonrasında devletin ekonomiden çekilmesi çabaları ile finansallaşma süreçleri kuralsızlaştırma uygulamaları eşliğinde gerçekleşti.
Dünya ekonomisinde 1970’li yıllarda yaşanan dönüşümler, pek çok açıdan bugünün temellerini attı. Erken kapitalistleşmiş ülkelerde krizden çıkış için formüle edilen politikalar, geç kapitalistleşen ülkelerdeki büyük sermaye kesimlerinin çıkarlarıyla örtüştüğünde, ikinci kategorideki ülkelerde de birikim modeli değişti. Sonrasında devletin ekonomiden çekilmesi çabaları ile finansallaşma süreçleri kuralsızlaştırma uygulamaları eşliğinde gerçekleşti.
Devletlerin, firmaların ve bireylerin ekonomik faaliyetlerinde finansın giderek daha artan oranda rol oynaması olarak görülebilecek olan finansallaşma sürecinin farklı boyutları var. Finansal olmayan firmaların karlarının, giderek daha fazla faaliyet dışı kalemlerden sağlanması bu sürecin bir yönü idi. 1970’li yıllardan çok daha eski bir tarihi olan devlet borçlanmasının yönetilmesinde yaşanan değişimler de ikinci yönü. Üçüncüsü de, bireysel borçlanmadaki muazzam artış. Kısacası, her üç düzeyde de artan borçlanma ve bunun yönetimi günümüzde kritik derecede önemli.
Merkez Bankalarının İktidarı
1990’lı yıllarda yoğunca yapılan küreselleşme ve devletin dönüşümü tartışmaları, devletin ekonomi alanından geri çekilmesi, özelleştirmeler ya da kuralsızlaştırmalar gibi alanlar vurgulanarak yapıldı. Vurgulanan bu alanların yanında, tartışmada zaman zaman gözden kaçsa da, bu dönemde dünya genelinde devlet içi kurumlar hiyerarşide kritik değişimler yaşandı. Özellikle ekonomi bürokrasisi düşünüldüğünde, 1970’li yıllardan bugüne Türkiye’deki Devlet Planlama Teşkilatı benzeri yapıların hakimiyetinden Merkez Bankalarının hakimiyetinin yaşandığı bir döneme geçildi.
1990’lı yıllarda yoğunca yapılan küreselleşme ve devletin dönüşümü tartışmaları, devletin ekonomi alanından geri çekilmesi, özelleştirmeler ya da kuralsızlaştırmalar gibi alanlar vurgulanarak yapıldı. Vurgulanan bu alanların yanında, tartışmada zaman zaman gözden kaçsa da, bu dönemde dünya genelinde devlet içi kurumlar hiyerarşide kritik değişimler yaşandı. Özellikle ekonomi bürokrasisi düşünüldüğünde, 1970’li yıllardan bugüne Türkiye’deki Devlet Planlama Teşkilatı benzeri yapıların hakimiyetinden Merkez Bankalarının hakimiyetinin yaşandığı bir döneme geçildi.
Bu basitçe, kurumlar arası bir çekişme değil tabii ki. Devletin iç mimarisindeki bu değişim için üç neden sıralanabilir. (i) dünya genelinde sermaye birikim dinamiklerinin değişimi, (ii) bunun taşıyıcısı olan sınıfsal aktörlerin arasındaki güç dengesindeki değişimler ve (iii) bunun devlete yansıması. Kısacası finansallaşma çağında ekonomi para politikasına, para politikası da merkez bankalarının alacağı kararlara sıkıştırılmış oldu. Ekonomi yorumcularının ve politika yapıcıların yatıp kalkıp faiz hakkında konuşmalarının nedeni, bu alanda yaşanan güç yoğunlaşması.
23 Ağustos'taki Faiz Kararı
Somutlaştırırsak, Türkiye’de ekonomi politikası, uzunca bir süredir kur ve faiz değişkenlerinin hareketine kilitlenmiş durumda. Ekonomi yönetimi ise bu kilidi açmaya yarayacak anahtarı üretmek yerine, giderek daralan bu alanda hareket etmeye çalışıyor. Bu sıkışmışlık içinde, önümüzdeki Salı (23 Ağustos) TCMB faiz karını açıklayacak. TCMB, Ocak-Temmuz 2016 arasında faiz koridorunun üst bandından (gecelik borç verme faizi) 2 puan indirdi (10.75-8.75). Salı günkü toplantıda da bu indirimin devamı bekleniyor.
Neden Faiz İndirimi?
Faiz indirimi ile iki şey yapılmaya çalışılıyor: (i) ekonomide faize duyarlılığı en yüksek sektörlerden (inşaat sektörü gibi) başlayarak yatırımların teşvik edilmesi, (ii) kredilerin ucuzlaması yoluyla da harcamaların tetiklenmesi. Bu iki mekanizma soncunda da ekonomik büyümenin sürdürülmesi amaçlanıyor. Ancak mesele bu kadar basit değil. Zira sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ortamda faizler, ülke içi ekonomik gelişmelere göre ayarlanan bir araç olduğu kadar, dünya genelinde getiri arayan fonları cezbetmek için de kullanılan bir araç. Faizin bu ikinci işlevi, bizi faizin döviz kuru ile olan ilişkisine götürüyor.
Faizle Dövizin Bağlantısı
Yukarıdaki örnekten devam edersek, ekonomik büyüme için faiz indirimine gidilen bir ekonomide, bunun işleyebilmesi için olmazsa olmaz koşul, dünya konjonktürünün faiz indirimine müsait olmasıdır. Aksi takdirde yapılacak faiz indiriminin dolaysız sonucu yerli paranın değersizleşmesi olacaktır. Yerli paranın değersizleşmesi ise, bir yandan döviz borcu olan özel sektörün borç çevriminde sorunlar yaşanmasına, diğer yandan da ithalat kanalıyla enflasyon artışına neden olacaktır. Bu durumda faiz indirimi ile başta gerçekleştirilmesi amaçlanan olan ekonomik büyümenin canlandırılması ile ters yönde işleyen, sermaye girişinin azalması mekanizması devreye girecektir.
Kısacası faiz indirimi için iki dışsal koşul gerekir: (i) dünya ekonomisindeki konjonktürün, gelişmekte olan ülkelere doğru sermaye akışının yoğun olduğu bir evrede olması, (ii) fiili olarak dünya merkez bankası olarak işlev gören ABD Merkez Bankası’nın (Federal Reserve, FED) faiz oranlarının, içeride yapılacak faiz indirimi için gerekli zemini hazırlamasıdır.
TCMB Mi, FED Mi?
Merkez banklarının bankası olarak bilinen Bank of International Settlements (BIS) tarafından yakınlarda yayınlanan bir rapor, dünya ekonomisinde faiz oranlarının büyük ölçüde FED’in faiz kararına bağlı olarak değiştiğini gösterdi. Yani, ABD dışındaki ülkelerdeki ekonomi yönetimlerinin, kendi faiz oranlarını belirlemedeki etkisi oldukça düşük. Eskiler buna “emperyalizm” derdi, şimdi “politika yapıcıların hareket alanlarının daralması” deniyor. Ancak tanımlama nasıl olursa olsun, BIS raporunda merkez bankalarının faiz kararını alırken yapısal kısıtlar içinde hareket ettiklerini vurguluyor. Elbette TCMB de bu kısıtlara tabi.
Dolayısıyla TCMB’nin faiz kararında büyümeyi desteklemek ya da enflasyonu kontrol altına almak gibi amaçlar etkili olsa da, TCMB’nin bu kararları almasını mümkün kılacak ortam FED’in tutumu tarafından belirlenir. Mevcut konjonktürde FED’in tutumu Türkiye’deki bir faiz indirimi için müsait. Yani 2008’den itibaren süren küresel krizin 2012 sonrasındaki üçüncü aşaması, FED’in faiz artıramaması nedeniyle erteleniyor. Ancak Türkiye ekonomisinin faizle döviz arasına sıkıştırılmış ekonomik yapısı, TCMB için yapılacak tercihin kritik sonuçları olması riskinin alınması anlamına gelecek. Üstelik kredi değerlendirme kuruluşlarından gelen olumsuz değerlendirmeler, bu riski daha da büyütüyor.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazı 22.08.2016 tarihinde Gazete Duvar'da yer aldı.
Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2016/08/22/sikisma/