Cumhurbaşkanı tarafından konut kredilerinde hedef faiz
oranının yıllık % 9 civarı olarak açıklanması, bu faiz oranına yakın bir oranla
Gayrımenkul ve Gayrımenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) üyesi çok sayıda
şirketin konut kampanyası başlatmasını takip etti. Başbakan yardımcısı Nurettin
Canikli de bankaları zora sokmadan faizin % 10’un altına çekileceğini beyan
etti. Bugün Ziraat Bankası konut kredisinde aylık faizi % 0,95’e çekti, TEB ve
Denizbank takipçi oldular. Böylece ekonomi yöneticilerinin yıllık maliyeti %
12,5 seviyesini işaret ederek indirmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Daha fazla indirim siyaset erbabının açıklamalarına karşın pratik
olarak kısa sürede imkansız, ancak bir süre sonra çeşitli etkenlere bağlı
olarak gerçekleşebilir. Bu dahi Türkiye ekonomisi açısından çeşitli yeni sorunlar
yaratabilecek bir hamle olacaktır. Sırasıyla bankacılık sisteminin
yapısı ve uluslararası finansal krize bağlı gelişmeler ile ilişkilendirerek
açıklayalım.
Bankacılık sektörü
Aklıbaşında gözlemciler Türkiye’de bankacılık sistemindeki
mevduat vade yapısını en temel gerekçe olarak göstereceklerdir. Parasını
bankaya yatıranlar – yılların getirdiği istikrar hissinden olsa gerek! – ancak
birkaç aylık bir vadeye katlanabiliyorlar. Belirsizlik ve TL’nin değer kaybının
hızlanma olasılığı vadenin uzamasını engelliyor. Sermaye piyasasının derinleşme
sürecinin devam ettiği ve özel tahvil piyasasının halen yeterli kaynak sunmadığı
koşullarda, bankaların uzun vadeli kredi temini ise zorlaşıyor.
Türkiye’de ticari bankalar, sermaye yeterliliği oranı
açısından sorun yaşayabilecekleri bir seviyenin üzerinde, takipteki kredi
oranları düşük ve özkaynak karlılığı yüksek bankalar olabilirler. Ancak bu
başarı hikayesinin sınırları mevcut. Özkaynak karlılığı azalmakta, bankalar
2005’ten bu yana en düşük aktif getiri oranlarını kaydetmekteler (Bkz. aktif getiri oranları ve özkaynak karlılığını gösteren tablo, TBB 2015 verileriyle BDDK 2016 verileri arasında bir tutarsızlık
bulunuyor. 2014’te TBB verilerine göre bankacılık sisteminde 1,3’le
2005’ten bu yana en düşük oran kaydedildi. Aynı yıl sektör için 1,7 oranını veren BDDK
verilerinde 2015 Aralık oranı 1,48).
Mevduat yapısının değişmediği koşullarda, Türkiye’ye yüksek sermaye
girişi olmadan faiz indirimi baskısı son derece yüksek ve kolay kar elde etmeye
alışmış ancak bir süredir karlılığı azalan bankaların karlılıklarından daha da taviz vermeye zorlanması
demektir. Bunun yaratacağı çelişkiler birkaç gün içinde açığa çıkmaz, zaman içinde göreceğiz.
Uluslararası krizin
yansımaları
Verili koşullar altında faizlerin düşmesi ve farklı yatırım
kanallarının daha fazla göz önüne çıkması, Türkiye’ye sermaye girişlerinin yoğunlaştığı
dönemlerle örtüşmektedir. Kısacası, bankaların uzun vadeyle ve uygun koşullarda
yurtdışından borçlanabilmesi daha düşük faizle kredi teminini kolaylaştırıyor.
2008-09 krizi halen takipçisi dalgalarla etkisini sürdürse de, ilk çöküş
sonrasında geç kapitalistleşen küresel Güney ülkelerine yüksek sermaye girişi
Türkiye’de böyle bir dönem yaratmıştı. Faiz oranlarının düşmesini, kredi
patlamasını ve BDDK ve Merkez Bankası’nın 2010’dan itibaren kredi genişlemesini
sınırlandırmak için düzenlemelere girişmesini hatırlayalım.
Aslında erken kapitalistleşen çok sayıda ülkenin tahvil
piyasalarında negatif getiri oranları mevcutken Türkiye benzeri ülkelere
sermayenin daha fazla akması beklenebilir. Bu akışın, Türkiye’deki
istikrarsızlık ya da demokrasi eksikliğiyle ilişkisi gibi netameli bir konuya
girmeden, ilişkinin dolayımlı olduğunu ve tek bir etkene bağlı olmadığını
hatırlatalım. Son yıllarda belirleyici etken olarak küresel kapitalist merkezlerdeki
politika tepkileri ön planda görünüyor. Nitekim Amerikan Merkez Bankası FED'in faiz artışı ihtimali ve
merkezde zayıf toparlanma sonrası, International
Institute of Finance verilerine göre Haziran 2015 sonrasında 2016 başına
kadar toplamda “yükselen piyasalar”a portföy yatırımları eksiye döndü. Ancak 2016
baharıyla akış, Mayıs durgunluğuna karşı yine de giriş yönlü olarak değişti (Bkz. IIF'den aktardığım ve "yükselen piyasalar"a toplam portföy yatırımlarını Haziran 2014 - Haziran 2016 arası içinde gösteren grafik).
Türkiye bu dinamikten muaf olmak bir yana ekonomisi bu yön
değiştirmelerden en fazla etkilenen ülkelerden biri. Kısacası, sermaye
gruplarının ve bankaların krediye erişimi, küresel ekonomik krizin belirlediği
zeminde merkez kapitalist ülkelerdeki ekonomi performansı ile bu kadar yakından
bağlıyken Türkiye’de faizlerin tek taraflı bir hedef gösterme ile
düşürülebileceğini varsaymak mümkün değil. Beklenti yaratmak ve yönetmek, bu
arka plan karşısında düşünüldüğünden daha zor.
Geçici önlem yetmeyebilir
Peki bu gerçeklere karşın neden faiz indiriminin bankacılık
sistemini zora sokmadan gerçekleştirilebileceği düşünülüyor? Konut kredisinde
GYODER ve TOKİ kullanılarak böyle bir baskı devam ettirilebilir, ancak
bankaların borçlanma kapasitesinde bir değişim olmadan bu tarz kampanyalar
bankaları kredi faizlerini ancak sınırlı bir oranda indirmeye iter. Bir ihtimal
devlet bankaları kullanımı devam edecektir (ilk indirim Ziraat’ten geldi!). 2001 sonrasında
yeniden yapılandırılan ve kolay ödeme paketleri ya da kredi faiz indirim
kampanyalarıyla tarımsal üreticilere ya da esnaflara 2005’ten bu yana ama
özellikle kriz zamanlarında destek olan devlet bankalarının gelir kaybı mekanizması
üzerinden kullanımıyla bir konut kredisi fonlamasına ya da tüketici kredisi
kampanyasına başvurulabilir. Buradaki sorun hedef faiz oranı ile mevcut oranlar
arasındaki farkın çok yüksek olmasıdır (Özel ticari banka konut kredisi yıllık
maliyet oranları komisyon vb. dahil % 15 civarındadır, son indirimler 12,5-13
bandını işaret etmektedir). Mekanizmanın % 9 ısrarıyla kullanımı devlet bankalarına
çok ağır bir faturanın çok kısa bir zamanda çıkmasını sağlar. Devlet
bankalarının son yıllarda büyük projelerdeki kullanımı benzeri bir tercihi de zora
sokar.
Başka bir yol mümkün mü? Bütçe dengeleriyle oynamadan ve
kamu kaynaklarını devreye sokmadan konuşursak hayır. Siyaset yapıcılar finansal
sermaye temsilcileriyle konuyu ele alabilir, onları zorlayabilir ya da
Türkiye’de darbe girişimi sonrası alınan yeni önlemlerin uluslararası finansal
oyuncuların beklentileriyle uyumlu olduğu propagandasını yapabilirler. Ancak ne
karlılık oranları düşen bankacılık sektörünün kolay tavizi beklenebilir ne de
uluslararası kriz ortamında son beş aydır siyasal iktidarı rahatlatan sınırlı sermaye
girişlerinin devamına bel bağlanabilir.
Türkiye ekonomisinin oturduğu platoda yüksek ekonomik büyüme
ancak son derece düşük ücretle uzun saatler çalıştırılan bir emek ordusunun
faaliyeti ve dışarıdan sermaye girişlerinin yeni yatırım ya da üretimin sürmesi
için gerekli fonları sağlamasına bağlı olarak gerçekleşebiliyor. Yukarıda ele
aldığımız hususlar nedeniyle de tasarlanmış bir faiz indiriminin deneyimlenmesi
ihtimali son derece zayıf bulunuyor.
Sıkışmışlık nedeniyle, International Monetary Fund önerileri doğrultusunda bütçe olanaklarının kullanılmasını düşünenler ve büyük yatırım projeleriyle göz boyama tercihinde bulunanların şimdiki geçici önlemleri geniş tanımıyla finansal sermayeyi de kapsayan iktidar bloku içinde sert kavgaları bu nedenlerle su yüzüne çıkarabilir. Ya da önceki yıllarda çok sefer deneyimlendiği gibi merkez kapitalist ülkelerdeki politika tepkileri ve parasal genişleme ya da helikopter para benzeri olası uygulamalar geçici bir kredi bolluğuyla sorunların üzerini örtecek, çalkantıları erteleyecektir.
Sıkışmışlık nedeniyle, International Monetary Fund önerileri doğrultusunda bütçe olanaklarının kullanılmasını düşünenler ve büyük yatırım projeleriyle göz boyama tercihinde bulunanların şimdiki geçici önlemleri geniş tanımıyla finansal sermayeyi de kapsayan iktidar bloku içinde sert kavgaları bu nedenlerle su yüzüne çıkarabilir. Ya da önceki yıllarda çok sefer deneyimlendiği gibi merkez kapitalist ülkelerdeki politika tepkileri ve parasal genişleme ya da helikopter para benzeri olası uygulamalar geçici bir kredi bolluğuyla sorunların üzerini örtecek, çalkantıları erteleyecektir.