10 Ağustos 2016 Çarşamba

Türkiye'de konut kredisi faiz indirimi: geçici bir önlem ve olasılıklar

Cumhurbaşkanı tarafından konut kredilerinde hedef faiz oranının yıllık % 9 civarı olarak açıklanması, bu faiz oranına yakın bir oranla Gayrımenkul ve Gayrımenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) üyesi çok sayıda şirketin konut kampanyası başlatmasını takip etti. Başbakan yardımcısı Nurettin Canikli de bankaları zora sokmadan faizin % 10’un altına çekileceğini beyan etti. Bugün Ziraat Bankası konut kredisinde aylık faizi % 0,95’e çekti, TEB ve Denizbank takipçi oldular. Böylece ekonomi yöneticilerinin yıllık maliyeti % 12,5 seviyesini işaret ederek indirmeye çalıştıklarını görüyoruz.

Daha fazla indirim siyaset erbabının açıklamalarına karşın pratik olarak kısa sürede imkansız, ancak bir süre sonra çeşitli etkenlere bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu dahi Türkiye ekonomisi açısından çeşitli yeni sorunlar yaratabilecek bir hamle olacaktır. Sırasıyla bankacılık sisteminin yapısı ve uluslararası finansal krize bağlı gelişmeler ile ilişkilendirerek açıklayalım.

Bankacılık sektörü

Aklıbaşında gözlemciler Türkiye’de bankacılık sistemindeki mevduat vade yapısını en temel gerekçe olarak göstereceklerdir. Parasını bankaya yatıranlar – yılların getirdiği istikrar hissinden olsa gerek! – ancak birkaç aylık bir vadeye katlanabiliyorlar. Belirsizlik ve TL’nin değer kaybının hızlanma olasılığı vadenin uzamasını engelliyor. Sermaye piyasasının derinleşme sürecinin devam ettiği ve özel tahvil piyasasının halen yeterli kaynak sunmadığı koşullarda, bankaların uzun vadeli kredi temini ise zorlaşıyor.

Türkiye’de ticari bankalar, sermaye yeterliliği oranı açısından sorun yaşayabilecekleri bir seviyenin üzerinde, takipteki kredi oranları düşük ve özkaynak karlılığı yüksek bankalar olabilirler. Ancak bu başarı hikayesinin sınırları mevcut. Özkaynak karlılığı azalmakta, bankalar 2005’ten bu yana en düşük aktif getiri oranlarını kaydetmekteler (Bkz. aktif getiri oranları ve özkaynak karlılığını gösteren tablo, TBB 2015 verileriyle BDDK 2016 verileri arasında bir tutarsızlık bulunuyor. 2014’te TBB verilerine göre bankacılık sisteminde 1,3’le 2005’ten bu yana en düşük oran kaydedildi. Aynı yıl sektör için 1,7 oranını veren BDDK verilerinde 2015 Aralık oranı 1,48).

Mevduat yapısının değişmediği koşullarda, Türkiye’ye yüksek sermaye girişi olmadan faiz indirimi baskısı son derece yüksek ve kolay kar elde etmeye alışmış ancak bir süredir karlılığı azalan bankaların karlılıklarından daha da taviz vermeye zorlanması demektir.  Bunun yaratacağı çelişkiler birkaç gün içinde açığa çıkmaz, zaman içinde göreceğiz. 

Uluslararası krizin yansımaları

Verili koşullar altında faizlerin düşmesi ve farklı yatırım kanallarının daha fazla göz önüne çıkması, Türkiye’ye sermaye girişlerinin yoğunlaştığı dönemlerle örtüşmektedir. Kısacası, bankaların uzun vadeyle ve uygun koşullarda yurtdışından borçlanabilmesi daha düşük faizle kredi teminini kolaylaştırıyor. 2008-09 krizi halen takipçisi dalgalarla etkisini sürdürse de, ilk çöküş sonrasında geç kapitalistleşen küresel Güney ülkelerine yüksek sermaye girişi Türkiye’de böyle bir dönem yaratmıştı. Faiz oranlarının düşmesini, kredi patlamasını ve BDDK ve Merkez Bankası’nın 2010’dan itibaren kredi genişlemesini sınırlandırmak için düzenlemelere girişmesini hatırlayalım.

Aslında erken kapitalistleşen çok sayıda ülkenin tahvil piyasalarında negatif getiri oranları mevcutken Türkiye benzeri ülkelere sermayenin daha fazla akması beklenebilir. Bu akışın, Türkiye’deki istikrarsızlık ya da demokrasi eksikliğiyle ilişkisi gibi netameli bir konuya girmeden, ilişkinin dolayımlı olduğunu ve tek bir etkene bağlı olmadığını hatırlatalım. Son yıllarda belirleyici etken olarak küresel kapitalist merkezlerdeki politika tepkileri ön planda görünüyor. Nitekim Amerikan Merkez Bankası FED'in faiz artışı ihtimali ve merkezde zayıf toparlanma sonrası, International Institute of Finance verilerine göre Haziran 2015 sonrasında 2016 başına kadar toplamda “yükselen piyasalar”a portföy yatırımları eksiye döndü. Ancak 2016 baharıyla akış, Mayıs durgunluğuna karşı yine de giriş yönlü olarak değişti (Bkz. IIF'den aktardığım ve "yükselen piyasalar"a toplam portföy yatırımlarını Haziran 2014 - Haziran 2016 arası içinde gösteren grafik).


Türkiye bu dinamikten muaf olmak bir yana ekonomisi bu yön değiştirmelerden en fazla etkilenen ülkelerden biri. Kısacası, sermaye gruplarının ve bankaların krediye erişimi, küresel ekonomik krizin belirlediği zeminde merkez kapitalist ülkelerdeki ekonomi performansı ile bu kadar yakından bağlıyken Türkiye’de faizlerin tek taraflı bir hedef gösterme ile düşürülebileceğini varsaymak mümkün değil. Beklenti yaratmak ve yönetmek, bu arka plan karşısında düşünüldüğünden daha zor.

Geçici önlem yetmeyebilir

Peki bu gerçeklere karşın neden faiz indiriminin bankacılık sistemini zora sokmadan gerçekleştirilebileceği düşünülüyor? Konut kredisinde GYODER ve TOKİ kullanılarak böyle bir baskı devam ettirilebilir, ancak bankaların borçlanma kapasitesinde bir değişim olmadan bu tarz kampanyalar bankaları kredi faizlerini ancak sınırlı bir oranda indirmeye iter. Bir ihtimal devlet bankaları kullanımı devam edecektir (ilk indirim Ziraat’ten geldi!). 2001 sonrasında yeniden yapılandırılan ve kolay ödeme paketleri ya da kredi faiz indirim kampanyalarıyla tarımsal üreticilere ya da esnaflara 2005’ten bu yana ama özellikle kriz zamanlarında destek olan devlet bankalarının gelir kaybı mekanizması üzerinden kullanımıyla bir konut kredisi fonlamasına ya da tüketici kredisi kampanyasına başvurulabilir. Buradaki sorun hedef faiz oranı ile mevcut oranlar arasındaki farkın çok yüksek olmasıdır (Özel ticari banka konut kredisi yıllık maliyet oranları komisyon vb. dahil % 15 civarındadır, son indirimler 12,5-13 bandını işaret etmektedir). Mekanizmanın % 9 ısrarıyla kullanımı devlet bankalarına çok ağır bir faturanın çok kısa bir zamanda çıkmasını sağlar. Devlet bankalarının son yıllarda büyük projelerdeki kullanımı benzeri bir tercihi de zora sokar.

Başka bir yol mümkün mü? Bütçe dengeleriyle oynamadan ve kamu kaynaklarını devreye sokmadan konuşursak hayır. Siyaset yapıcılar finansal sermaye temsilcileriyle konuyu ele alabilir, onları zorlayabilir ya da Türkiye’de darbe girişimi sonrası alınan yeni önlemlerin uluslararası finansal oyuncuların beklentileriyle uyumlu olduğu propagandasını yapabilirler. Ancak ne karlılık oranları düşen bankacılık sektörünün kolay tavizi beklenebilir ne de uluslararası kriz ortamında son beş aydır siyasal iktidarı rahatlatan sınırlı sermaye girişlerinin devamına bel bağlanabilir.

Türkiye ekonomisinin oturduğu platoda yüksek ekonomik büyüme ancak son derece düşük ücretle uzun saatler çalıştırılan bir emek ordusunun faaliyeti ve dışarıdan sermaye girişlerinin yeni yatırım ya da üretimin sürmesi için gerekli fonları sağlamasına bağlı olarak gerçekleşebiliyor. Yukarıda ele aldığımız hususlar nedeniyle de tasarlanmış bir faiz indiriminin deneyimlenmesi ihtimali son derece zayıf bulunuyor.

Sıkışmışlık nedeniyle, International Monetary Fund önerileri doğrultusunda bütçe olanaklarının kullanılmasını düşünenler ve büyük yatırım projeleriyle göz boyama tercihinde bulunanların şimdiki geçici önlemleri geniş tanımıyla finansal sermayeyi de kapsayan iktidar bloku içinde sert kavgaları bu nedenlerle su yüzüne çıkarabilir. Ya da önceki yıllarda çok sefer deneyimlendiği gibi merkez kapitalist ülkelerdeki politika tepkileri ve parasal genişleme ya da helikopter para benzeri olası uygulamalar geçici bir kredi bolluğuyla sorunların üzerini örtecek, çalkantıları erteleyecektir.