1 Kasım seçimleri sonrasında ekonomi yönetiminin nasıl
şekilleneceği ve yeni hükümetin temel önceliklerinin neler olacağı bir tartışma
konusu olarak varlığını koruyor. Bu süreçte özellikle merkez bankasının konumu
yeniden gündeme geliyor. Örneğin açıklanması seçim sonrasına ertelenen AB
İlerleme Raporu'nda merkez bankası bağımsızlığının erozyona uğradığının altı
çiziliyor. Konuyla ilgilenenlerin hükümete eleştirileri de
bu çerçevede şekilleniyor. Bu vesile ile tartışma hakkında iki noktanın altını
çizmek istiyorum.
İki Farklı Merkez Bankacılığı Rejimi
Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda Refet
Gürkaynak hoca 2009 öncesi ve sonrasında iki merkez bankacılığı
rejimi olduğunu söylüyor:
"2009’a kadar Merkez Bankası enflasyon biraz arttığında kuvvetle faiz artırıp enflasyonu kontrol ediyor. 2009’dan sonra başka türlü bir tepki veriyor. Enflasyon epey artıyor faizler çok az artıyor bu da yetmiyor enflasyonu kontrol etmeye. Dolayısıyla burada iki merkez bankacılığı rejimi olduğunu veride de görebiliyoruz."
Refet hoca söyleşide, bunun nedeninin merkez bankası
üzerindeki siyasi baskı olduğunu ve aslında bankanın enflasyonu
düşürecek teknik donanımda olduğunu ancak bu baskı nedeniyle faiz aracını
kullanamadığı anlatıyor.
"... hala eline imkan verildiği zaman, kendisine izin verildiği zaman bu ekonomideki enflasyonu rahatlıkla kontrol edecek olan bir kurum. Şu anda sadece ekonomi politik konuşuyoruz. Türkiye siyaseti bu kuruma kanuni görevini yapma iznini verecek mi vermeyecek mi?"
Kısacası, işleri teknik olarak halletmek mümkün ancak
siyasetin müdahalesi bunu engelliyor. Bu aslında ana akım merkez bankacılığının
temel amentülerinden biri. Temeli, ekonomi ile siyasetin ayrıştırılması
gerektiğine dayanıyor. Nedeni, siyasilerin yeniden seçilebilmek için ekonomik
büyümeye öncelik verdiği, bunun ise enflasyonu kontrol altında tutmayı
zorlaştırdığı. Bu çerçeve kendi içinde tutarlı gibi görünüyor ancak temel
varsayımında sorunlar var. Gerçek hayatta ekonomi ile siyaset hiç bir zaman
ayrı olmadı, olmayacak da!
Siyasi Etki ve Ekonomik Konjonktür
Her ne kadar öyle olduğu iddia edenler olsa da, merkez
bankacılığında evrensel kurallar yoktur. Zaten merkez bankacılığın bilim kadar
sanat olduğu söylemi de buradan gelir. Bunun farklı nedenleri var ancak temel
olarak para ile meta arasındaki bağlantının koptuğu ve kredi paranın egemen
olduğu bir ekonomik yapıda parasal istikrarın sağlanmasının zorlukları. Bu
yapısal zorluklar dahilinde merkez bankaları kriz karşıtı politikalar uygulayarak
parasal istikrara ulaşmaya çalışıyorlar. Bu genel anlamda emek karşıtı bir
çerçevede şekilleniyor.
Bu tartışmanın teorik kısmını bir kenara koyarak söyleşiye
dönersek, Refet hocanın önerdiği çerçeveye ilgili iki noktanın altını çizmek
istiyorum. İlki, hoca merkez bankası 2009 öncesinde enflasyon artınca faiz
arttırabiliyor ikincisinde arttırmıyor, bunun sebebi siyasi diyor. Ancak 2009
sonrasında faiz artışı konusunda merkez bankasının elini bağlayan ne kadar
siyasi ise, öncesinde elini rahatlatan da o kadar siyasi idi. Bunun nedeni para
politikasının teknik ve nötr değil siyasal-iktisadi bir alan
olması. İkincisi, 2009 öncesi ve sonrasındaki ekonomik konkonktürün
yapısal olarak farklı olması. İlki genişleme, ikincisi daralma dönemi.
İlkinde faiz artışının siyasi maliyeti görece düşük ancak ikincisinde
yüksek.
Küresel krizin derinleştiği bir atmosferde merkez
bankalarının açmazları daha da artacak. Bir yandan krizin aşılmasının para
politikası ile gerçekleştirme yoluna gidilmesi ve merkez bankalarının elindeki
seçeneklerin giderek daralması süreçlerini yaşıyoruz. Diğer yandan farklı bir
finans kurgusunun nasıl olabileceği ile ilgili öneriler yavaş da olsa
geliştiriliyor. Takip edip tartışmayı sürdüreceğiz.