16 Nisan 2015 Perşembe

Merkez Bankalarının egemenliği devam edecek mi?

Amerikan Merkez Bankası FED’in eski başkanlarından Alan Greenspan’in cebinde önemli toplu sözleşmelerdeki ücret artışlarına ilişkin verileri not ettiği bir kağıtla dolaştığı rivayet edilir. Bu verileri arada bir kontrol eder, ekonomik beklentiler üzerine konuşurken cebindeki kağıda zaman zaman başvururmuş. Greenspan’in yaptığı merkez bankalarının fiyat istikrarı hedefinin son derece açık bir şekilde ücret artışlarının kısıtlanmasındaki başarı ile rabıtalandığını göstermesi açısından önemli. Ancak bu durum bir Merkez Bankası’nın her daim ücretleri baskılamak için bir araç görevi görebileceği sonucuna bizi ulaştırmamalı.

Sadece kurumsal konfigürasyon ve envai çeşit düzenleme nedeni ile bu tarz bir araçsallığın önünde engeller bulunması ihtimalinden bahsetmiyorum. Bu engeller olmaksızın faiz oranları ve para arzı kontrolü ile enflasyon beklentilerine etkide bulunabilen bir Merkez Bankası ücretlerin bir süreliğine nominal artışı için de uğraşabilir. Ya da sorunun emek piyasasındaki katılık ve yüksek ücretler olarak tanımlanması durumunda merkez bankası güçlü bir bariyer görevi görebilir. Japonya Bankası (JB) ve Avrupa Merkez Bankası’nı (AMB) karşılaştırmak bu bağlamda ilginç bir noktayı açığa vuruyor.

Her iki durumda da merkez bankaları sert eleştirilerin hedefinde yer alıyor. Para politikasının önemi ve yasal olarak belirlenmiş finansal istikrar hedefi nedeniyle ekonomik etkinliğin gidişatını belirleyen mücadelelerin odağına merkez bankalarının taşınması neoliberal dönemin eseri olmakla birlikte 2008-2009 krizi ve takip eden dalgalarda son derece belirgin hale geldi. Merkez Bankalarına ya da tepede yer alan teknokratlara tepkinin Japonya’da örneğini gördüğümüz deflasyon ya da Avro Bölgesi’ndeki bitmeyen kemer sıkma ve içinden çıkılamayan durgunluk nedeniyle tekrar gündemde olduğunu görüyoruz. Bu tepkilerin önümüzdeki dönemde artması beklenebilir.

Japonya’da enflasyon hedefi

Neoliberal dönemde ne kadar tezat gibi görünse de JB’nin 2014 içinde deflasyonist yönelim karşısında yaptığı oldukça ilginçti. Japonya’da Nisan 2013’te başlayan genişleme programı kapsamında koyulan hedeflerin daha da büyütülmesi, başka bir ifadeyle parasal genişlemenin arttırılarak sürüdürülmesi kararı alınmıştı. Bu sayede enflasyon beklentisinin % 1,5’un üzerine çıkarıldığı ve bunun 2014 sonundaki toplu sözleşmelerde daha yüksek ücret taleplerine dönüşmesi ve bir enflasyon döngüsünün oluşması bekleniyordu. Japonya’nın geçmiş dönemlerine göre daha yüksek bir enflasyonun hedefleniyor olması çift haneli rakamları akla getirmemeli, resmi olarak ilan edilmemiş % 2 hedefinin yakalanması için fiyat artışı beklentisi yaratmaktan bahsediyoruz.

Ancak bu planın işleyişinde sorunlarla karşılaşıldı. Japonya’da hükümet ve merkez bankası arasındaki gerginlik, ikincisinin bütçe açığının azaltılması yönlü eleştirilerine, birincisinin deflasyonist eğilimlerin yoğunlaşması karşısında günah keçisi arayışının eşlik etmesiyle tırmandı. GSYH’ye oranı % 240 civarında seyreden borç stokuyla Japonya’da siyasetçiler ve teknokratlar bir çıkmazın içindeler: yüksek borç ve deflasyonun yinelenmesi ihtimali arka planında, ekonomik durgunluk pençesinde, merkez bankasının mali ihtiyatlılık arayışıyla hükümetin tüketim vergilerini arttırmama kararı birbirleriyle çelişiyor.

Avrupa’da doğrudan denetim ve miktarsal genişleme

Avrupa Merkez Bankası yeniden finansmanda faizi % 0.05’e düşürdükten ve 2014 yazında yeni bir kredi programı ilan ettikten sonra burada duramayıp miktarsal genişlemeye başvurdu. 15 Nisan’da basın toplantısında bir eylemci tarafından diktatörlükle suçlanan Mario Draghi konfetilerden olmasa da petrol fiyatlarından memnun ve miktarsal genişleme sayesinde enflasyonun % 2 seviyesine 2016’da çıkmasını umut ediyor. Ancak Draghi’nin umutlarına kesin bir darbe vurma gücünü kendisinin içinde bulunduğu Troyka yapılanmasının dayattığı kemer sıkmaya karşı tepkiyi örgütlemeyi başaran Syriza elinde tutmaya devam ediyor. Pragmatist kanatın parti içindeki hükümranlığına karşın, AMB ve Almanya egemenliğine karşı en etkili karşı çıkışı bankaları kamulaştırıp, sermaye kontrolleri uygulayarak sergilemeleri halen mümkün. Önümüzdeki birkaç ay içinde Syriza ya (The
Economist'ten aldığım) yandaki grafikte görüldüğü üzere inanılmaz miktarda borç ödemesi gerçekleştirmek için programını tamamen terk etmek zorunda kalacak ya da Avro Bölgesi’nden çıkmak üzere (miktarsal genişleme ve para basmak herkesin hakkı!) radikal bir kopuşa kalkışacak. Bu kopuşu kamulaştırmalar takip etse de, Drahmi’ye geçiş yüksek bir enflasyon ve Syriza ve Yunan Merkez Bankası’nın anti-enflasyonist uygulamaları tarafından takip edilebilir. Kısacası, Stournaras ya da Varoufakis’in ceplerinde not kağıtlarıyla dolaşmaya başlamaları için dahi Yunanistan’ın Avro’dan çıkması gerekiyor.

AMB deflasyon ihtimalini bertaraf etmek için JB gibi miktarsal genişleme uygulamasına karşın, farklı olarak kemer sıkma ve ücretlerin baskılanması anlayışından kısa bir süreliğine dahi vazgeçmiyor. Ancak Avrupa bankalarının büyük çoğunluğu üzerinde 2014 Kasım ayından itibaren doğrudan denetim kuran AMB aynı zamanda Avro Bölgesi krizi sırasında sıkça kullanılan ulus devlet iktidarları ve finansal sektör düzenleyicilerini günah keçisi ilan etme şansını da ortadan kaldırıyor.


Mart ayında Blockupy’ın düzenleyiciliğinde Frankfurt’taki protestoların devamının gelmesini bu nedenle de bekleyebiliriz. Çelişkilerin zamansal olarak ötelenmesi ve mekansal olarak kaydırılması (dolaşım alanına aktarılması) konusunda kredi ve finans mekanizmalarının sağladığı olanaklara karşın, finansal sistemin düzenleyicileri emekçilerin yaşam standardındaki düşüşle kurulan rabıta ve açık egemenlikleri nedeniyle, ötelediklerinin karşılarında zuhur ettiğini, istemedikleri otun kapılarında bitiverdiğini görmeye devam edecekler.