15 Ağustos 2014 Cuma

Avro Bölgesi'nde deflasyona doğru

Şubat ayında krizotlarıblogspot.com’daki değerlendirmelerin zemin hazırladığı Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş isimli kitabımıza son paragrafları eklerken Dünya ekonomisinde uluslararası finansal kuruluşların bir umut olarak tutunduğu zayıf toparlanmadan bir olasılık olarak bahsetmiştik. Toparlanma sonrası FED faiz kararları ve parasal genişlemenin sona ermesi 2014 boyunca ve özellikle sonlarda aralarında Türkiye’nin de bulunduğu orta gelir düzeyindeki ülkelerde büyük oynaklıklara yol açabilirdi. Ancak başka bir senaryo da konuşulmaktaydı:

“İkinci senaryo, finansal çöküş ve sonrasındaki reformların kriz olasılığını zayıflatmadığını vurgulamaktadır. Bu şartlar altında dünya ekonomisinde uzun yıllara yayılan bir durgunluk ya da orta vadede zayıf bir toparlanma beklenebilir. Yunanistan’ın yeni bir borç yapılandırmasına gitmesinden, avronun çöküşüne kadar birçok olasılık Avro Bölgesi’nden başlayarak dünya ekonomisini olumsuz etkileme ihtimalini barındırmaktadır. Ancak yeni bir çöküş ve belirsizlik söz konusu olmaksızın da dünya ekonomisinde çabuk toparlanma beklemek için bir neden bulunmamaktadır. Merkez bankalarının uyguladığı düşük faiz politikası, emek piyasasının esnekleştirilmesi doğrultusunda birçok ülkede alınan önlemlerin üretken yatırımların artışı için uygun zemini hazırladığı ve sermayenin değersizleşme sürecinde mesafe kat edildiği ve bunun kısa dönemde kâr oranlarında ciddi bir sıçrama yaratacağını ileri sürebilmek için yeterli neden yoktur.” (s. 183).

Vardığımız sonucu açıklarken, kamu harcama kesintilerinin ekonomik büyümeye olumsuz etkisinden, Avro Bögesi’nde deflasyon olasılığından ve “standart olmayan önlemler” kullanılarak gerçekleştirilen uygulamaların yeni kırılganlıklar yarattığından bahsetmiştik.

Çözümlememiz pamuk ipliğine bağlı bir toparlanmayı ve yeni krizleri öngörüyordu. Şimdi iki senaryonun kısmen de olsa bir arada yürürlükte olduğunu vurgulamak mümkün görünüyor. Japonya ekonomisinin 2014 ikinci çeyreğinde % 1,7 küçülmesini takiben şimdi ABD ekonomisindeki toparlanmanın boyutları, FED’in 2015’teki faiz artışının zamanlaması ve Avro Bölgesi’nde İtalya’nın resesyonu, Alman ekonomisinin daralması ve Avro Bölgesi’nde büyümenin 2014’ün ikinci çeyreğinde sıfır gerçekleşmesi konuşuluyor. Eurostat verilerine göre Avro Bölgesi’nde yıllık enflasyon oranı da % 0,4’e kadar geriledi.

Bundan sonra ne olacağını biliyoruz. Avrupa Merkez Bankası Eylül ayında başlatacağı yeni bir “standart olmayan önlem”i, 700 milyar avroluk programını daha da genişletecek. Amaç ekonomik büyümeyi teşvik olduğu için bu paranın doğrudan özel sektörün fonlanması için kullanılması koşulu getirilmişti. Bu kredi programı (targeted lending) zaten yeni kırılganlıklar yaratacaktı. Şimdi özel sektörün karlılığın üretim alanında restorasyonunun sağlanmadığı koşullarda finansal yatırımlarda bulunmasının aracı olacağı balon çok daha büyük olacak.

Aynı zamanda deflasyonist ortam ya da bu seviyelerde enflasyon yüksek borçlu ülkelerde içinden çıkılmaz bir atmosfer oluşturacak. GSYH’ye oranla kamu borcu artarken, bir şirket ya da hanehalkının elindeki varlıklara oranla kendi borç oranları da artacak. Fiyatlar düşerken borçlar azalmadığı için, 2006-2007’de ev fiyatlarının düşüşü sonrası değişken faizli mortgage ödemelerinde başlayan sorunların yarattığı dalgayı anımsatırcasına borçların ödenememesi nedeniyle kredi piyasasında tıkanıklıklar oluşacak. 

Avrupa finansal sisteminde bu tarz temerrütlerin ne kadar büyüklükte sarsıntılara neden olacağını kestirmek mümkün değil. Ancak çare olarak “yapısal reform” görüldüğü için bir döngüye girildiği hissi içerisinde olmak mümkün. 2014 sonu ve 2015 başında para birimlerinde düşüş beklenen “kırılgan beşli” (Brezilya, Hindistan, Türkiye, Güney Afrika, Endonezya) ve Rusya’nın teknik olarak resesyonda olmayan ancak % 1 büyüme umulan ekonomisi, 2010-2011’deki yüksek büyüme oranlarının “yükselen piyasa” olarak adlandırılan ülkeler için de artık ihtimal dahilinde olmadığını gösteriyor.  

Piyasa terminolojisini kullanacak olursak aşağı yönlü risklerin bu kadar yoğunlaşması bize tek bir şey gösteriyor: kriz geride bırakılamıyor.