21. yüzyılın ilk büyük ekonomik krizi, geçtiğimiz Eylül
ayında beşinci yılını doldurdu. 2008’de ABD’de patlak veren kriz, bugüne kadar farklı
aşamalardan geçerek şu anda Avrupa’ya çöreklenmiş gibi görünüyor. Ancak 2008
krizinin nedenlerini açıklamak ve muhtemel sonuçlarını tahmin edebilmek için
güncel krizin kapitalizmin yaşadığı diğer büyük krizlerle benzeşen ya da farklılaşan
yönlerinin neler olduğu sorusuna cevap vermek gerekiyor.
Kapitalizmin Krizleri
Kapitalizmin krizlerinin benzeşen yönlerine vurgu yapmak,
krizlerin somut düzeyde uygulanan yanlış ekonomi politikaları nedeniyle ya da
düzenleme eksikliği sonucunda ortaya çıktığı gibi argümanların ötesine geçebilmek
açısından önemli bir olanak sağlıyor. Bu açıklamaları bir kenara koyduğumuzda,
krizin nedeninin bizzat üretim organizasyonunun kapitalist sermaye birikime
dayanan örgütlenişinde olduğunu görebiliriz. Bir başka ifadeyle, K. Marks’ın ve
ardıllarının ısrarla vurguladıkları gibi kriz, bizzat sermaye birikim sürecine
içkindir. Bunun anlamı, sermaye döngüsünün her aşamasının risk taşıdığı ve bu
aşamalardan herhangi birinde meydana genebilecek bir aksaklığın sistemik
etkileri olabileceğidir.
Bu aksaklıklar üretim araçlarının ya da üretimde
kullanılan girdilerin temiminde meydana gelebilecek ve arz şokları olarak
adlandırılan (örneğin petrol fiyatları gibi meta fiyatlarının yükselmesi)
sorunlardan kaynaklanabileceği gibi, üretim aşamasındaki emek süreçlerinde
çalışanlardan gelen direnç nedeniyle de yaşanabilir. Ya da kriz, eksik
talep/arz fazlası nedeniyle üretilenlerin satılamaması sonucunda ortaya
çıkabilir. Nihayetinde, hem üretim sürecinin başlangıcında, hem de
üretilenlerin satılmasında kullanılan kredi sisteminde ortaya çıkabilecek iflas
ya da borcun geri ödenememesi riskleri, sermaye döngüsünün genelini tehdit
edebilir.
Meselenin paradoksal yanı, tüm bu aşamalarda işler
yolunda gitse de kriz riski devam edeceğidir. Daha doğru bir ifadeyle kriz tam
da birikimin sorunsuz bir şekilde devam etmesi nedenle ortaya çıkabilir. Kapitalizmde
krizi içsel hale getiren bu son risk, kar oranlarının düşme eğilimidir. Kar
oranlarının düşme eğişimi, toplumsal üretimin kapitalist örgütlenişinin bir paradoksudur.
Paradoksu yaratan, bir yandan üretim sürecinde değeri (ve artı değeri) yaratan
unsurun canlı emek olması, ancak diğer yandan kapitalistler arası rekabet
nedeniyle var olan daha ucuza üretme baskısının sürekli olarak meta içerisinde
canlı emeğin miktarını azaltmaya yönelik sistematik bir baskı yaratmasıdır. Yani
emek verimliliğini artıracak teknoloji kullanımının artması, üretilen
metalardaki canlı emek miktarının azalmasına neden olacağından kar oranlarının
azalması riski ortaya çıkabilir.
2008 Krizi: Süreklilik İçinde Farklılaşan Yönler
Dolayısıyla kapitalizmin tarihindeki ekonomik krizlerin,
buraya kadar aktardığımız risklerin herhangi birinin ya da herhangi bunların bir
bileşiminin gerçekleşmesi sonucunda ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu
çerçevede krizleri ortaya çıkaran yapısal mekanizmalara işaret etmek, yaşanan
krizin kapitalizmin krizi olduğunu vurgulamak açısından önemli. Ancak
analizimiz bu düzeyde kaldığı sürece, yani tüm krizler kapitalizmin krizidir
demekle yetindiğimiz anda analizimiz yanlış olmaz ama eksik olur. Bu eksikliğin
ise, günceli anlama, potansiyel gelişmeleri takip etme ve bunun muhtemel
sonuçlarını öngörme alanlarında ciddi sorunlar doğuracağı açık. Dolayısıyla
herhangi bir ciddi kriz analizinin, gerek krizin oluşumunda etkili olan kurumsal
dinamikleri, gerekse krizin açığa çıkışındaki tetikleyici unsurları yapısal
dinamiklerle bağlantılarını kurarak açıklaması gerekir. Bu nedenle bu kısa
değerlendirmenin kalan kısmında 2008 krizinin kapitalizmin yaşadığı diğer
krizlere benzeşen yanlarından çok son krize özgü olan yanlarına dikkat
çekeceğim.
Yeni Finansal Mimari
Bu çerçevede ilk olarak 2000’li yıllarla beraber ABD’de
yeni bir finansal yapının oluştuğunun altını çizmeliyiz. Bu yeni oluşan
finansal mimarinin gerisinde iki temel dinamik vardı: kurumsal yeniden
yapılanma ile borcun ve riskin metalaştırılmasını mümkün kılan finansal
yenilikler. Bu iki temel üzerinden gelişen yeni finansal mimarinin en önemli
başarısı, konut sahipliği rüyası ile işçi sınıfının en yoksul kesimlerini finansal
sisteme dahil etmekti. Ancak bu başarı, kısa süre sonra derin bir ekonomik krizi
tetikleyecekti.
Yeni finansal mimarinin oluşumundaki kurumsal yeniden
yapılanma dinamiklerine baktığımızda, ABD’de 1999’da yapılan bir yasal
değişiklik sonrasında gölge bankacılık sisteminin geleneksel bankacılık
sistemi yanında geliştiğini söyleyebiliriz. Gölge bankacılık sisteminin
özelliği, geleneksel bankacılık sisteminin yapabildiği işlemlerin tümünü yapabilmesine
karşın, geleneksel bankacılığın tabi olduğu yasal yükümlülüklere ve denetimlere
tabi olmaması idi. Hızla gelişen gölge finans alanı, finans alanında herhangi
bir denetime tabii olmayan piyasaya ütopyasının gerçekleştirilmesi anlamına
geliyordu. Gölge finansın gelişimi, “Etkin Piyasa Hipotezi” argümanıyla
akademik olarak, “finansal deregülasyon” uygulamalarıyla da FED tarafından
desteklendi.
Borcun ve Riskin Metalaşması
Yeni finansal mimarinin ikinci boyunu olan finansal
inovasyon ise, finansal kurumların risk yönetiminde geliştirdikleri yeniliklere
dayanıyordu. Bunlardan ilki olan menkul kıymetleştirme mekanizması, konut,
araba ya da ihtiyaç kredi borcu gibi farklı türde ve farklı vadede olan, ayrıca
farklı riskler taşıyan borçların bir araya getirilmesi, sonrasında da bunların
parçalara bölünerek gelir vaadi olarak yatırımcılara satılmasına dayanıyordu. Dolayısıyla
bu mekanizma orijinal borcun geri ödenmesine bağlı olan gelir akışının
sürmesine dayanıyordu ve borcun metalaştırılmasını mümkün kıldı.
Finansal inovasyonun ikinci boyutu ise kredi türevine
dayanan finansal ürünler ile riskin metalaştırılmasıydı. Kredi türevlerinin
özelliği, diğer türev ürünler gibi yatırımcının gelecekteki gelir akışının
kesilmesi durumunda, yani satın aldığı kağıdın batması durumunda
kullanabileceği bir çeşit sigorta olarak kullanılabilmesiydi. Ancak kredi
türevlerin bir diğer özelliği, bunların finansal kurumlar tarafından bizzat
kendi borçlarına karşılık olarak da çıkarılabilmesiydi. Böylelikle türev
ürünlerin gelişimi ile finansal kurum kendi taşımak zorunda olduğu kredi
riskini, kredi türev kağıdı alan yatırımcıya aktarma olanağını bulmuş oldu. Dolayısıyla
menkul kıymetleştirme ve kredi türevleri gibi mekanizmalar sayesinde finansal kurumlar,
kredi riskini ortadan kaldırmamış olsalar bile fiilen başka aktörlere
kaydırdıklarından; a) kaldıraç oranları arttığı için daha fazla kredi
üretebilir hale geldiler, b) geri ödenmesi daha riskli olduğu bilinen alanlara
daha kolay bir şekilde yönelebildiler. Bu alanların başında işçi sınıfının en
yoksul kesimlerine pazarlanan konut kredileri geliyordu.
İşçi Sınıfının İçerilmesi
ABD’de işçi sınıfının yoksul kesimleri 1990’lara kadar
konut piyasasında dışlanmışlardı. Konut sahipliği oranı düşük olan siyahlar ve
Latin Amerika kökenli göçmenler ile yoksulluk sınırının altında yaşayan geniş
bir kesim, 2000’li yıllarda yeni gelişen finansal mimari sayesinde finansal
sistem tarafından içerildi ve bu kesimlere geri ödeme riski olduğu bilinmesine
rağmen konut kredileri açıldı. Finansal sistem açısından kredinin borcunun geri
ödenememesi, konut fiyatlarının artmaya devam etmesi, menkul kıymetleştirme ve kredi
türev araçlarının geliştirilmesi gibi faktörler nedeniyle bir sorun olarak
görülmemeye başlandı, zira finansal kurumlar kendi üzerlerindeki riski
aktarabildiklerini varsayıyorlardı. Sonuçta kriz, konut fiyatlarının düşmeye
başlaması, faizlerin yükselmesi ve 2000’li yıllarda sisteme içerilen
yoksulların borçlarını ödeyememeye başlamalarıyla tetiklenmiş oldu. Bu andan
itibaren büyük finansal kurumların batması sonucunda ve yeni finansal sistemin
entegre yapısı nedeniyle önce likiditenin, ardından da kredilerin donması krizi
tüm ekonomiye ve küresel ölçeğe taşıdı.
Sonuç: Aynısının Fazlası
2008 krizinin sonuçlarını kısaca şöyle sıralayabiliriz.
İlki devletin kapitalist sistem içindeki yeri ve işlevinin altı çizilmiş oldu.
Asıl kurtarılmaya ihtiyacı olan yoksulların parasıyla finans sistemi
kurtarıldı. İkincisi, ev sahibi olma hayali ile konut kredisine girenler,
sadece evlerinden olmakla kalmadı, aynı zamanda işlerinden de oldular. İşsizlik
yüzde 10’lar düzeyine çıktı. Üçüncüsü, krizden çıkış için yapılan harcamalar
var olan eşitsizliği daha da derinleştirdi. Nüfusun en zengin kesimleri (hatta
yüzde 1’i) krizle gelen zararları kapatıp gelir artışı yaşarken, geri kalan
geniş toplum kesimlerinin yaşam standartları mutlak olarak olarak geriledi ve
gerilemeye devam ediyor. Dördüncüsü, kriz öncesinde “batmak için çok büyük”
olarak tanımlanan finansal kurumların hepsi, kriz öncesine göre daha da büyümüş
durumda. Sonuçta krizin 5. yılını geride bırakırken görünen, bu krizin 1929 ya
da 1970’li yıllardakiler gibi temel politika değişimini tetiklemekten çok
neoliberalizmin daha da derinleşmesine neden olacağı.
-----------------------------------------------------------------
Bu yazı daha önce 21.10.2013 tarihindeki SoL Bakış'ın "Finansallaşma" dosyasında yer aldı: http://haber.sol.org.tr/ekonomi/5-yilinda-yeni-finansal-mimari-isci-sinifinin-icerilmesi-ve-2008-krizi-haberi-81322