Almanya’daki seçimler, pek çok açıdan kritik bir dönüm noktası idi. Seçimlere damgasını vuran tartışmasız bir şekilde faşist sağ “Almanya için Alternatif” (AfD) partisinin hızlı yükselişi ve parlamentoda üçüncü büyük parti haline gelmesi oldu. Bu yükselişin diğer yanında Hristiyan demokratların ve sosyal demokratların, yani sözde Büyük Koalisyon’un çöküşü var. Seçim sonuçları ile görüldü ki, pek çok ana akım yorumcunun söylediğinin aksine Almanya yükselen sağ popülist dalgadan muaf değil. Bu yazıda iki noktayı açmak istiyorum. İlki şu: AfD’nin yükselişinin gerisindeki nedenlerden biri, “Alman mucizesinin” karanlık yüzü olan emek piyasalarının esnekleştirilmesi. İkincisi de şu: AfD’nin yükselen oyu, “yeni normal” hale gelen sağ popülist dalga içinde bir kırılma noktasını ifade ediyor olabilir.
Mucizenin Karanlık Yüzü
Sosyal Demokrat Parti iktidarı sırasında Shröder’in liderliğinde 2003 yılında gerçekleştirilen “Agenda 2010” başlıklı reform paketi, gerek sosyal demokratların çöküşü, gerek faşist sağın yükselişi gerekse de sonrasında sağlanan “ekonomik mucizenin” temelinde yatıyor. Reform paketinin temeli, emek piyasalarındaki “katılıkları” ortadan kaldırmak idi. Bunun anlamı, işverenler için çalışanları işte almanın ve işten atmanın kolaylaştırılması, yani emeğin pazarlık gücünün kırılmasıdır. Bununla birlikte “mini-job” olarak adlandırılan yarı zamanlı ve güvencesiz işlerin sayısındaki hızlı artış, reform programının bir diğer parçası.
Bu reform programının uygulanması sonucunda, Almanya yarı zamanlı istihdamın ve düşük gelirli işlerin hızla arttığı bir ülke haline geldi. Emeğe saldırı programı anlamına gelen Agenda 2010’un uygulanması sonucunda 2000’ler boyunca milli gelirdeki yüzde 30 artışa rağmen reel ücretlerde herhangi bir artış olmamıştır. Yani 2000’lerdeki “Alman mucizesinin” temelinde ücret artışlarının dondurulduğu, yarı zamanlı, düşük ücretli ve güvencesiz işlerin sayısının hızla arttığı, ekonomik büyümeden çalışanların pay alamadığı bir yapı var. Böyle bir ekonomi modeli uygulayarak kendi tabanına ihanet eden sosyal demokratların 1920’lerden beri en düşük oy alması kimseyi şaşırtmamalı.
AfD’nin yükselişi, Alman mucizesinin karanlık yüzünü temsil ediyor. Neden sonuç ilişkisi olarak, “kemer sıkma programı faşist sağı güçlendirir” önermesi belki çok indirgemeci görünebilir. Elbette Ortadoğu’daki savaşın patlak vermesi, uluslararası terörizmin yükselişi ve göçmen dalgaları, faşist sağın yükselişindeki önemli etkenler olarak sıralanabilir. Ancak bu gibi gelişmeler ancak sözünü ettiğim ekonomideki yapısal değişim ile birleştiğinde faşist sağın yükselişi ile sonuçlandı. Almanya’daki bölgesel işsizlik haritası ile AfD’nin yüksek oy aldığı bölgeleri karşılaştırdığımızda, gördüğümüz büyük eşleşme oranı bunun bir başka göstergesi.
Son olarak, yapılan anketlerde AfD’nin seçilmesindeki en önemli faktörlerden biri seçmenlerin AfD’nin politikalarını doğru bulup onaylamaları kadar, diğer seçeneklerin kendi isteklerini karşılamadıklarını düşünmeleri. Bu bir yanıyla liberal merkez siyasetin erozyonu anlamına gelirken, diğer yandan da solun bu kesimlere ulaşamadığı ve kapsayamadığını gösteriyor.
“Yeni Normal” mi?
Seçimler sonrası siyaset yeni hükümet kurma çalışmalarına girmişken, AfD sözcülerinin ilk gün yaptıkları basın toplantısında parti içi çatlaklar olabileceğine dair ipuçları belirdi. Ancak daha ilginci, Almanya’daki bazı siyasi yorumcuların AfD’yi kabullenmeye hazır olduğunun ortaya çıkması oldu. İhmal edilebilir olmayan bir görüş şunu savunuyor: bir süredir yükselen bir sağ popülizm dalgası var, Almanya seçim sonuçları da bunun bir parçası. Yani “yeni normal” bu, alışmalıyız.
AfD’nin yükselişinin diğer ülkelerde yabancı düşmanı siyasetlerin yükselişleri ile akrabalıkları var. Ancak yabancı düşmanı bir siyasetin, çok da uzak olmayan bir geçmişte korkunç bir Nazizim deneyimi olan bir ülkede ortaya çıkması, diğerleri ile karşılaştırıldığında niteliksel olarak farklı. Yani mesele, “yeni normal bu, alışmalıyız” düzeyinin ötesinde. Alman siyasi sistemi, şimdiye kadar AfD ile mücadele yöntemi olarak onu parlamentoda yalıtmayı bulabildi. Ancak bu yöntem, partiye oy veren kitlelerle nasıl başa çıkılacağı ile ilgili bir ipucu sağlamıyor.
Mesele dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor: Öngörülebilir bir vadede neoliberal politikalar uygulanmaya devam edileceğine göre, bunun geniş kitlelerde doğurduğu umutsuzluk ve öfke, sol tarafından örgütlenemezse faşist sağın yükselişini önlemek çok zor.
Bu yazı,
26.09.2017 tarihinde Başlangıç Dergisi’nde yer aldı. Erişim: http://baslangicdergi.org/alman-mucizesi/