21 Haziran 2018 Perşembe

Ekonomik Darboğaz , 24 Haziran ve Olasılıklar

Türkiye ekonomisi kritik bir darboğazın eşiğinde. 2018’nin ikinci yarısında ekonomik yavaşlamanın gerçekleşeceği neredeyse kesinleşti. Bundan sonra önemli olan bu yavaşlamanın ekonomik kriz halini alıp almayacağı. Bu yazıda, Türkiye ekonomisindeki güncel kriz dinamiklerini ana hatlarıyla ele alarak 24 Haziran sonrası olası senaryoları ele alacağım.


AKP’nin Ekonomi-Politiği 

2001 ekonomik krizi, Türkiye tarihinde yaşanan krizlerin en büyüklerinden biriydi. Kriz sonrasında 2002'de yapılan seçimlerde, 1990’lı yıllardaki etkin siyasi partilerin hemen hepsi baraj altında kalarak tasfiye oldu. Bu dönemde yaşanan üç kritik gelişme AKP’nin iktidarını sağlamlaştırmasına ve kriz sonrasındaki güçlü ekonomik toparlanmaya neden oldu. 
  1. AKP’nin kendinden önceki üçlü koalisyon döneminde hazırlanan IMF programı devam ettirmesi,
  2. Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerinin başlaması,
  3. 2002 sonrası dönemin küresel ekonomik konjonktür açısından ABD merkezli bir kredi genişlemesine tekabül etmesidir. 
Bir başka ifadeyle, 2002 sonrası dönem Türkiye ve benzeri ülkelere gelen fonların bol ve ucuz olduğu bir dönem idi. Bu üç gelişme sayesinde, AKP hükümetleri bir yandan sert bir neoliberal ekonomik paket uygularken, bu acı reçetenin ortaya çıkarması muhtemel tepkileri giderecek mekanizmaları da geliştirebildi. AKP hükümetleri dönemindeki acı reçetenin üç bileşeni vardı: 
  • Enflasyon hedeflemesi sistemi, 
  • Emek piyasalarının esnekleştirilmesi, 
  • Özelleştirmeler. 
Bu üçlü yapıdan ilki ücret artışları üzerinde sistematik bir baskı oluştururken; ikincisi, güvencesizleştirme, esnekleştirme ve teşeronlaştırmayı yasal hale getirerek otoriter bir emek rejimi kurulmasının zeminini hazırladı. Sonuncusu ise, hem sendikal hareketin en örgütlü kesimlerinin tasfiyesine, hem de daha önceden kamu üretimi olması nedeniyle daha ucuza üretilen mal ve hizmetlerin pahalılaşmasına neden oldu. 

Telafi Mekanizmaları 

Geniş toplum kesimlerinin hayatlarını daha da zorlaştıran bu kemer sıkma programına karşı iki temel mekanizma ile iktidar açısından “rıza üretiminin” maddi koşulları oluşturuldu. Bunlardan ilki sosyal yardımların ve sağlık sisteminin, toplumun en alttakileri tarafından erişilebilir hale getirilmesi, ikincisi ise yine en yoksulların dahi finansal sisteme erişimlerinin sağlanmasıdır. 

Sosyal içerilme olarak adlandırabileceğimiz ilk mekanizmanın önemli bir özelliği, sosyal yardımların objektif şartlara göre değil, siyasi rıza üretmenin bir aracı olarak kullanılmasıdır. Finansal içerilme olarak adlandırılabilecek ikinci mekanizma ise, gelirleri anlamlı bir şekilde artmayan ancak harcamaları istikrarlı olarak artan geniş kesimler için borçlanmanın bir seçenek olarak sunulması anlamına gelir. Örneğin geliri 1000 TL ve altında olan borçluların sayısı 2002 ile 2013 yılları arasında on kat artarak 4,5 milyonu geçmiştir. Bir başka ifadeyle borçlanma sadece istikrarlı bir gelir seviyesine sahip orta gelirli kesimler için değil, en yoksullar için de mümkün hale gelmiştir. 

Değişen Küresel Konjonktür 

Yukarıda ana hatlarıyla özetlediğim ve ilgili literatürde “neoliberal popülizm” olarak adlandırılan bu modelin uygulanması, 2002-2013 yılları arasında AKP hükümetlerine görece istikrarlı bir ekonomik büyüme ve giderek artan oy oranı olarak geri döndü. Ancak nominal faizlerin düşmesine ve buna rağmen TL’nin değerini korumasına dayalı bu modelin uygulanmasını mümkün kılan küresel ekonomik konjonktür 2013 yılında değişti. Bunun nedeni, ABD’de 2008 küresel ekonomik kriz sonrasında, krizden çıkış için uygulanan parasal genişleme politikasının sonuna gelinmiş olması idi. 


Mayıs 2013’te, zamanın ABD merkez bankası FED başkanı Ben Bernanke yaptığı bir açıklama ile 2013 sonrasında aşamalı olarak önce parasal genişlemenin durdurulacağı, ardından da parasal sıkılaştırmaya gidileceğini ilan etti. Bu, aynı zamanda Türkiye gibi ülkelere giden fon akımlarının önce yavaşlaması ardından da durması anlamına geliyordu. 

2013 Sonrası Üç Ekonomik Darboğaz 

2013 sonrası dönemde, 2002-2013 arasında AKP hükümetlerine hem siyasi istikrar hem de ılımlı ekonomik büyüme getiren neoliberal popülist modeli sürdürmek giderek zorlaştı. Türkiye’deki üretim yapısının ithalat bağımlılığı ve özellikle reel sektörün döviz borunun yüksekliği, TL’deki hızlı değersizleşmenin ve faizlerin artmasının, önceki ekonomik modeli sürdürülemez bir hale getirdiğini söyleyebiliriz. 

2013 sonrasında karşılaşılan ilk darboğaz, Ocak 2014’te TL’deki hızlı değersizleşmesine karşılık merkez bankasının olağanüstü bir toplantı ile faizleri sert bir şekilde yükseltmesi ile yaşandı. 2014 başında yaşanan sorun, ekonomik yavaşlama ortamında enflasyonun artışın sürdürmesi idi. Bu sorun, küresel konjonktürdeki toparlanma ve Avrupa Birliği Merkez Bankası'nın parasal genişlemeye devam etmesi gibi nedenlerle kısmen ertelenebildi. 

2016 yılının ikinci yarısında, 2014’te ertelenen sorunlar yeniden baş gösterdi. Özellikle 15 Temmuz’daki başarısız darbe girişimi sonrasında yaşanan siyasi istikrarsızlık sonrasında 2016’nın üçüncü çeyreğinde ekonomik daralmanın yaşanması, mevcut ekonomik sorunların daha da ağırlaşmasına neden oldu. Ekonomik yavaşlama ortamında TL’nin hızlı değersizleşmesi de sürdüğü için enflasyon da artma eğilimine girmişti. Ancak bu sefer de, Kredi Garanti Fonu desteği ile 30 binden fazla firma batmaktan kurtarıldı ve ekonomik darboğaz bir kere daha atlatılmış oldu. 

2013 sonrası yaşanan üçüncü ekonomik darboğaz Mayıs 2018’de yoğunlaştı. Önceki iki seferki gibi sorun, TL’deki hızlı değersizleşme ile başladı. Mayıs sonu itibariyle 2018 yılında yüzde 20 değer kaybeden TL, özellikle dövizle borçlu firmalar için borçlarını çevirme sorunu ortaya çıkardı. Firmalarının borçlarını ödeyememesi ise, bankacılık sistemi üzerinde büyük bir baskı oluşturmuş durumda. Ekonomi yönetiminin döviz krizini engellemek için faiz artışına gitmesi ise sorunları çözecek bir adım olmaktan uzak. Zira, faiz artışı, zaten yavaşlama eğilimine giren ekonomiyi daralmaya götürebilir


24 Haziran ve Sonrası 

24 Haziran seçimleri öncesinde yaşanan ekonomik darboğazın, gerek başkanlık gerekse parlamento seçimlerinde AKP’yi olumsuz etkilemesi bir büyük olasılık. Seçim sonrasında oluşacak siyasi kompozisyon ise, bu ekonomik darboğazdan nasıl çıkılacağı üzerinde etkili olacak. 

İlk olasılık, parlamento ve başkanlığın farklı partilerde (ya da ittifaklarda) olduğu bir sonucun ortaya çıkmasıdır. Bu durumda siyasi sorumluluk başkanda olacağından, krize karşı alınacak önlemler başkanın icraatına bağlı olacaktır. Seçimlerin yenilenmesi seçeneği, krizin seyrine göre gündeme gelebilir. Ancak yenilenen seçimlerden başkandan ziyade, zaten parlamento çoğunluğuna sahip olan muhalefetin yararlanması muhtemel. 

İkincisi, AKP’nin başkanı ve parlamento çoğunluğunu alması durumunda, gündeme gelecek olan IMF’li ya da IMF’siz olarak uygulanacak olan bir “acı reçete”dir. Mehmet Şimşek, "yeniden dengelenme" olarak adlandırdığı bu programın detaylarını şimdiden açıkladı. Ancak, 2019'daki Mart yerel seçimleri dikkate alındığında, bu programın uygulanması mümkün görünmüyor. Zira uygulandığı takdirde, yerel yönetimlerin muhalefetin eline geçmesi olasılığı çok yüksek.

Üçüncü olasılık gerçekleşirse, yani parlamento ve başkanlığın şu andaki muhalefet tarafından alınması durumunda, kritik bir süreç yaşanacak. Eğer müstakbel yeni iktidar, ana akım IMF reçetelerini takip ederse, bu sefer muhalefette olan AKP için kısa sürede kolay bir lokma haline gelerek iktidardan düşebilir. O nedenle, ana akım neoliberal politikaların dışına çıkacak seçeneklerin gündeme getirilmesi hayati olacaktır.

--------------------------------------------------------------------------------
Bu yazının orijinal hali, İstanbul Diş Hekimleri Odası Dergisi'nin Mayıs-Haziran sayısında yer aldı.