9 Ağustos 2011 Salı

FED Toplantısı, Dünya Parası ve Doların Geleceği: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Var Mı?

Bugün sabah yapılan yorumlarda FED toplantısından çok fazla bir şey beklenmiyordu. Zira FED'in ve genel olarak para politikasının müdahale edecek çok fazla aracı ve manevra alanı kalmamıştı gerçekten de. Peki neden?

Bilindiği gibi ABD belli düzeylerde sorugulanır olsa da, gerek ekonomik kapasitesi, gerek siyasi ve askeri güç anlamında hala dünyanın hegemon devleti. Basitçe söylemek gerekirse de, hegemon devlet, aynı zamanda hegemon parayı yani dünyada dolaşımda olan rezerv parayı ya da uluslararası sistemin üzerine bina edildiği dünya parasını yönlendirmekle de yükümlü. Ancak burada ciddi açmazlar var.

1970'lerin sonralarındaki krizi düşünürsek, Bretton Woods sisteminin, yani doların ner an ve her şart altında altına çevrilebilirliğinin garantilendiği bir sistemin çözüldüğünü hatırlayabiliriz. Dolayısıyla şu anda uluslararası sistemin dolara dayalı olarak sürmesi, bu paranın altına endekslenmesi sonucunda oluşan güvene değil, bizzat ABD'nin güvenilirliğine bağlı. Dolayısıyla zaten 1970'lerden beri uluslararası para sisteminin bu kaygan zemin üzerinde hareket ediyor. Buradan son S&P kararının neden bu kadar önemsendiğinin gerisinde yatan nedenleri anlayabiliriz sanıyorum.

Ancak az önce belirttiğimiz gibi hegemon devlet olmak, her istediğini yapabilmek anlamına gelmiyor. Yine 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başını hatırlarsak, ABD diğer ülkelerle ve özellikle de Japonya ve Almanya ile olan rekabette giderek gerilere düşmekteydi. Bunun karşısında, verimlilik alanında giderek erozyona uğrayan rekabet üstünlüğünü yeniden alabilmek için doları nispi olarak değersizleştirerek ihracatını artırma yolunu tercih etti. Ancak bu, 1945'den beri taahhüt edilen doların altınla bağlantısını kesmesi anlamına da geliyordu. Ve bu durumda ABD, doğal olarak dünya sistemini değil, kendi ekonomisini düşünerek Bretton Woods sistemini ortadan kaldırmaktan çekinmedi.

Buna benzer bir süreç 1980'lerin başında da yaşanmıştı. Yine 1970'lerdeki kriz sonrasında yüksek enflasyon oranlarının görülmesi, enflasyon karşıtı para politikalarının uygulanmasını gündeme getirmişti. 1979'dan 1987'ye kadar FED başkanlığı yürüten P. Volcker ile simgeleşen bu enflasyon karşıtı politikada ABD faiz oranlarını agresif bir şekilde yükseltti. Ancak faizlerin yükseltilmesi, aynı zamanda Meksika başta olmak üzere bir çok geç kapitalistleşmiş ülkede (Türkiye dahil) borç krizlerine neden oldu.

Bugün gelinen noktada ABD ve FED yine bir ikilem ile karşı karşıya. Ya krizden çıkış ve piyasaları teskin etmek için (ne kadar olabilirse artık!), doların dünya genelindeki değerinin düşmesini göze alara, piyasaya bol dolar pompalamaya tekrar başlayacak, ki bu durumda başta Çin olmak üzere bir çok ülkedeki dolar rezervlerinin bir anda değersizleşmesi anlamına geliyor. Ya da bu aracı kullanmayıp, ülke içinde harcama azaltıcı tedbirlerin uygulanmasını bekleyecek.

Evet, bekleyip, göreceğiz.