2 Eylül 2019 Pazartesi

Döviz Krizinin Birinci Yılında Ekonomik Gidişat

Bu röportaj, 02.09.2019 tarihinde Cumhuriyet'te yer aldı. Gazete'de muhtemelen yer sorunu nedeniyle bazı yanıtlar kısaltılmış. Röportajın tam metnini buradan okuyabilirsiniz.

* Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlandı, şimdi de Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım atındı, bu gibi gelişmeler ekonomiyi ne derece etkiliyor, yabancı yatırımcı bu süreci nasıl okuyor. Yurtdışında yaşayan biri olarak ne tür gözlemleriniz var bu anlamda? 
Türkiye’de ekonomik kriz siyasi krizi, siyasi kriz de ekonomik krizi besliyor. Literatürde bu durum, ‘yapısal kriz’ olarak adlandırılıyor. 2013’ten itibaren Türkiye’de bir yapısal kriz konjonktürü var. Yapısal krizin bileşenlerinden biri devlet krizi/siyasi kriz. Bunu 2013 sonrasında hemen her yıl yaşanan seçimlerden/referandumlardan, darbe girişiminden ve rejim değişiminden görüyoruz. İkinci bileşeni de ekonomik modelin tıkanması. İstanbul seçimleri ya da kayyım atamaları gibi olaylar, bu yapısal kriz konjonktürünün yansımaları olduğu ölçüde etkililer. Onun dışında, yabancı yatırımcının saydığınız gelişmelerle ilgilendiği ile ilgili bir gözlemim olmadı. 


* Geçen hafta Merkez Bankası zorunlu karşılıklarla ilgili bir düzenleme yaptı, Suriye ile ilgili gelişmelerin de etkisiyle dolar yeniden yükselişe geçti, kurun tekrar yükselmesi ne anlama geliyor? Piyasaya 2.9 milyar dolar karşılığı altın ve döviz likiditesi verileceği açıklandığı halde kurlarda niçin artış yaşandı? 
Türkiye’deki yapısal kriz, döviz-faiz kıskacı biçiminde açığa çıkıyor. Bunun anlamı, ekonomik büyümeyi canlandırmak için yapılan faiz indirimlerinin döviz şokları ile karşılaşması. Döviz-faiz kıskacı, ekonomi yönetiminin krize müdahale araçlarının da sınırlı olduğunu, yani aynı zamanda ‘kriz yönetiminin krizi’nin de yaşandığını gösteriyor. Merkez bankasının yaptığı düzenlemeler, borca dayalı büyüme modelini canlandırmaya yönelik adımlar. Ancak krizi yaratan bizzat bu model. O nedenle atılan adımlar nafile. 


* Firmaların kredi borçlarını ödeme konusunda sıkıntı çektiği bir ortamda bankaların kredi artışına zorlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Bu, az önce ifade ettiğim nafile çabaların bir parçası. Ekonomi yönetiminin aklında, kredi canlanmasının ekonomik toparlanmayla sonuçlanacağı varsayımı var. Bunu kamu bankalarının öncülüğünde hayata geçirdiler. Ancak 2013 sonrasındaki her kredi genişleme döngüsü daha büyük bir kredi çöküşüyle sonuçlandı. Krize neden olan yöntemlerle krizden çıkmaya çalışıyorlar, temel sorun bu. 

* Son bir yıldır ekonomideki kriz sanki sadece döviz kurunun yükselmesine ya da inmesine endekslendi, halbuki başta hükümet olmak üzere birçok çevre işsizlik, hayat pahalılığı, büyümenin düşmesi vb. sorunları yok sayıyor. Sizce Türkiye ekonomisindeki ana sorunlar neler? 
Ana sorun, yapısal kriz. Daha somut olarak, yapısal krizin bir bileşeni olarak birikim modeli krizi. Kısaca şöyle açabilirim: 2001 krizi sonrasında kurulan modele göre, enflasyon yüksek faiz ile düşürüldü. Sert bir kemer sıkma politikası buna eşlik etti. Ek olarak, emek piyasasının esnekleştirilmesi, taşeronlaştırma ve özelleştirmeler, örgütlü emeğin tasfiyesi ile sonuçlandı. Makroekonomik olarak yüksek faiz, sermaye girişlerini teşvik etti, artan sermaye girişleri TL’yi değerlendirdi. Değerli TL, bir yandan ithalatı artırarak cari açığın artmasına neden oldu, diğer yandan da dövizle borçlanmayı teşvik ederek özellikle borç dolarizasyonuna neden oldu. Bunlara ek olarak TL’nin değerlenmesi ithalatın ucuzlattı, bu ise önceden Türkiye’de üretilen ürünlerden bazılarını ithal etmeyi daha cazip hale getirdi. Bu, Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dani Rodrik’in işaret ettiği ‘erken sanayisizleşme’ sürecini başlatmış oldu. 

Bu modelin işleyişi, sermaye girişlerine bağlı. Bu anlamda modelin ‘bağımlı finansallaşma’ olarak adlandırılması isabetli olacaktır. Model, 2013 yılına kadar çok da aksamadan işledi. 2013, küresel finansal döngünün daralma aşamasına geçmesi nedeniyle bir dönüm noktası idi. AKP yönetimi, bu modelin tıkanmasına rağmen herhangi bir alternatif geliştiremedi. Kredi genişlemesi döngüleriyle sorunlar her önemli dönemeçte geleceğe ertelendi. Şu anda, dolar ya da faiz gibi tek bir değişkenle yönetilemeyecek bir krizle karşı karşıyayız. 

* Türkiye’yi bugünkü kriz durumuna getiren temel ekonomik politika hataları nelerdi? 
Tekil politika hatalarından çok bizzat takip edilen borca dayalı büyüme modeli, bugünkü krizin oluşumunda önemli rol oynadı. Ancak güncel kriz için bir ‘politika hatası’ aranacaksa, 2009 yılındaki, döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmasını serbest bırakan düzenleme kritik önemdedir. 

* Gecikerek hazırlanan 11. Beş Yıllık Plan da dahil olmak üzere Türkiye'de son yıllarda açıklanan sayısızca teşvik, krize karşı önlem paketi var, ancak yatırım çeken, istihdam yaratan verimlilik sağlayan bir model ortaya konulamadı. Bu adımlar neden başarısız oldu? 
Başarısızlığın nedeni, ekonomi yönetiminin ekonominin gidişatı ile ilgili bir strateji geliştirememesidir. Bu olmayınca, kısmi ya da geçici teşviklerin herhangi bir pozitif sonuç vermesi oldukça düşük ihtimal. Daha yüksek olan olasılık, zombi firmaların artması, ki olan budur. 

* Türkiye'de başta hukuk sistemi olmak üzere, birçok alanda ciddi tahribatlar var. Birçok özerk kurum kapatıldı, liyakat ortadan kaldırıldı, kurumların bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ekonomi açışından ne kadar önemli? 
Bu konudaki yaygın görüş, modernleşme okulunun klasik argümanına dayanıyor: ‘Ekonomik gelişme ile siyasi gelişme, demokratikleşme ele ele gider’. Son yıllarda modernleşme okulunun bu argümanı, liberal kurumsalcı araştırmacılar tarafından güncellenerek yeniden dolaşıma sokuldu, özellikle de Türkiye’de AKP yönetimini açıklamak için kullanılmaya başladı. Kısaca özetlersem: 2002-2007 arasındaki AKP’nin ‘altın yıllarında’ demokratikleşme sayesinde ekonomik büyüme gerçekleşti. Güncel krizin nedeni de, otoriterleşme. Bu argümana katılmayanlardanım. 

Teorik olarak, piyasa ekonomisi ve bunun son yıllardaki uygulama çerçevesi olan neoliberal politikalar, demokratikleşmeyi değil, demokrasinin altını oyan otoriter dinamikleri harekete geçirdi. Bu hem dünyadaki yakın dönem demokratikleşme deneyimleri için, hem de Türkiye için geçerli. Hatta, bugün bildiğimiz anlamdaki demokrasi, piyasa ekonomisi sayesinde değil, ona karşı yapılan mücadeleler sayesinde gelişti. 

Olgusal olarak ise, demokratik gerileme ile ülkelere yapılan doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında negatif ilişki olduğu varsayımı doğru değil. Örneğin Türkiye’de ‘demokratik gerileme’ yaşanan 2008-2018 arası dönemde ülkeye gelen doğrudan yabancı sermaye girişlerinde anlamlı bir değişim olmamıştır. 

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü, devletin vatandaşlar ile arasındaki ilişkilerin vatandaşlar lehine düzenlendiği bir siyasi rejimin oluşabilmesi açısından, yani ülkede barış içinde bir arada yaşamak için gereklidir. Yani demokrasi yatırımcılar için, yatırım gelsin diye değil, yurttaşlar için talep edilmeli. Zira otoriter yönetimler altında da ekonomik büyüme gerçekleşebilir. 

* Hem şirket hem hane halkı borçları artıyor, batık borç miktarı artıyor, yeniden yapılandırmalar gündemdeki yerini koruyor, bu borçlar döndürülebilir mi? 
Burada bir düzeltme yapmak gerekiyor. Hanehalkı borçlanmasında tepe noktası 2013’te görüldü. Bu tarihten itibaren borcun milli gelire oranı sürekli geriliyor. 2002-2013 arasında hanehalkı borcu, düşük gelirli kesimleri içerecek şekilde artıyordu. Buna ‘finansal içerilme’ adı veriyor. Bu yolla, geniş toplum kesimleri gelirleri anlamlı bir şekilde artmasa dahi harcama yapabilme olanağı kazanıyor. Finansal içerilmenin ön koşulu ise faizlerin düşük olması. Düşük faizlerin mümkün kıldığı finansal içerilme, AKP’nin neoliberal popülist stratejisinin de belkemiği idi. Faizler yükselmeye başlayınca, bu strateji işlememeye, AKP’nin oy oranı da düşmeye başladı. 

Şirket borçlarının farklı bir öyküsü var. Özel sektör borçluluğu, AKP’nin borca dayalı büyüme modelinin sonuçlarından biri. Özellikle 2008-2009 krizi sırasında döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmalarını mümkün kılan düzenlemeler, firma borçluluğundaki patlamanın önünü açtı. Bu serbestleştirme kararı ile ekonomi yönetimi, firmaların dünyada bollaşan likiditeden yararlanmasını ve ekonomik canlanmanın sağlanmasını amaçladı. 2013 sonrasında hem TL’nin değersizleşmesi hem de faizdeki artış üst üste gelince, borca dayalı büyüme modeli tıkandı. 2013’ten itibaren firma borçları yüzdürülüyor. Ancak 2018’deki döviz krizinden sonra özellikle döviz biçimindeki borçların döndürülemediği görüldü. 

* TCMB'de başkan değişimi ve sonrasında gelen üst düzey görevden almaları ve hemen ertesinde faiz indirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 
TCMB başkanının değişimi, Türkiye’de 2001 krizi sonrasındaki para politikası rejiminin sonlanması anlamına geliyor. Bu kendi içinde önemlidir. Ancak merkez bankası bağımsızlığının küresel sermayeyi çekmek için bir önkoşul olduğu görüşünün giderek aşınmaya başladığını da görmeliyiz. Sermaye hareketlerinin yönünü belirleyen sadece bu sermayeyi çekmeye çalışan ülkelerdeki düzenlemeler değil. Daha çok, merkez ülkelerdeki kriz konjonktürü. Türkiye gibi ülkeler, merkez bankaları bağımsız olsun ya da olmasın, yüksek reel faiz verdikleri sürece sermaye hareketlerinden faydalanıyorlar. 

TCMB başkanının görevden alınma zamanlaması, belli ki ekonomi yönetimi tarafından bilinçli olarak ayarlanmış. Gerek küresel konjonktür, gerekse Türkiye’de enflasyonun seyri nedeniyle, başkan değişimi olmasa da faizler zaten düşecekti, şimdi başkan değişimi nedeniyle faizlerin düştüğü propagandasını yapabiliyorlar. 

* Dünyada merkez bankaları yeniden parasal gevşeme adımları atmaya başladı. 2008-2009 krizi sonrası olduğu gibi tekrar Türkiye'ye para gelir mi? 
Bu oldukça zor, ekonomisi daralan bir ülkeye sermaye gelmesi için o ülkenin yüksek faiz verilmesi gerekir. Yüksek faiz verilirse ekonomi daha da daralır. Bir kısırdöngüye girilmiş durumda. 

* Krizde dip nokta görüldü mü? Krizden çıkış ve büyüme ne zaman olur? 
Henüz görülmedi. Güncel krizi, öncekilerle karşılaştırarak, ani bir çöküş ve sonrasında hızlı bir toparlanma yaşanacağını beklemek yanıltıcı. Yaşadığımız basit bir resesyon değil bir yapısal kriz olduğu için, krizden çıkış için ekonominin büyümeye geçmesi yeterli olmayacaktır. 

* Türkiye'nin en can yakıcı sorunlar neler ve şu anda acil olarak hangi adımları atmalı? 
Temel sorunlardan yukarıda bahsettim. Atılacak adımlar elbette var ancak mevcut hükümete bu adımları anımsatmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Belki şu noktanın altını çizmek gerekir: Kriz, 2001 krizi sonrası takip edilen IMF destekli borca dayalı büyüme modelinin krizidir. Atılacak adımlar, bu modelden uzaklaştığı ölçüde anlamlı olabilir. Bu modele dönüş yönündeki adımların tek etkisi, krizi derinleştirmek olacaktır. 

* Küresel ekonomi için de resesyon uyarıları yapıyor, bu durum Türkiye ekonomisini nasıl etkiler, Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye tahminleri olumsuz, sizin 2019 sonu ve 2020 büyüme, işsizlik, enflasyon ve kur konusunda bir tahmininiz var mı? 
Küresel ekonomideki yavaşlama, Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyecek, kuşkusuz. Kur tahmini yapmak anlamlı değil ama büyüme konusunda en iyimser tahminler bile 2019 için daralma tahmini yapıyor. İşsizlik de büyüme bağlı olarak yüksek seyretmeyi sürdürecek. 

* Yabancı bir üniversitede ders veriyorsunuz böyle dönemlerde Türkiye'yi anlatmak zor oluyor mu, öğrencileriniz ya da yatırımcılar Türkiye ile ilgili en çok hangi noktaları soruyor? 
Almanya’da Türkiye yakından takip ediliyor. O nedenle dışarıdan anlaşılması zor konuları açıklarken dahi çok zorluk çekmiyorum açıkçası. Yatırımcılarla herhangi bir temasım yok ancak öğrenciler arasında ya da akademik çevrelerde en çok merak edilen konu, siyasi ve ekonomik gelişmeler.