12 Temmuz 2018 Perşembe

Ekonomide çözüm: Neoliberal patikadan çıkış

Türkiye’de ekonomi yönetiminin tepesinde yer alan Cumhurbaşkanı danışmanları yeni bir hikâye yazmanın peşindeler. Olaylar, Türkiye ve IMF arasındaki anlaşmanın sona erdiği 2008’den itibaren liranın değer kaybını sıcak paraya bağımlı ekonomik yapıdan ve IMF darboğazından kurtulma adımı olarak görmeyle başlıyor.

Ana çatı, Türkiye’nin sürekli olarak yüksek büyüme temposu gerekliliğine atıfta bulunuyor. Para ve maliye politikası bu amaca hizmet edecek şekilde biçimlenirken, enflasyonun bu dönemlerde dünya ortalamasının 4 ila 5 katı civarında seyretmesi önemsizleştiriliyor.

OHAL’de üretici fiyatları enflasyonunun fırlaması ve kur baskısına karşın yüksek faiz talebine direnmek, bu nedenle ekonomiyi durgunluktan kurtarmak anlamına geliyor. Örneğin Cumhurbaşkanı Danışmanı Cemil Ertem gibilerinin kaleminden okuduğumuz anlatı, frene basmanın boyun eğmek anlamına geldiği, yüksek büyümenin yakalandığı 2010-11 ve 2017 gibi yılların gösterdiği üzere Türkiye’nin bir borç ekonomisi olmaktan çıktığı vurgusuyla sona eriyor.

2018 yılı ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi TÜİK’e göre yüzde 7,4 büyüdü. Hane halkı tüketimi ve yatırımda artışla yakalanan yılın ilk ve son yüksek büyüme oranı yukarıdaki anlatıda son aşama ve başka bir başarı göstergesi olarak yorumlanıyor. Türkiye’ye geçirilmiş olan deli gömleğini ipek kaftan göstermeye kalkan ekonomi yönetiminin tepesindekilerin bazı ayrıntılarda farklılaştığını biliyoruz. Ancak Erdoğan’ın ısrarla dillendirdiği “faiz sebep, enflasyon netice” yaklaşımının arka planında yatması nedeniyle öne çıkartılan bu hikâyeyi deşmeye devam edelim:

YENİ HİKÂYE BU MU?

Yukarıdaki ekonomi okumasını sunanların üç temel yanlışını şöyle sıralayabiliriz: Türkiye’yi anlayamıyorlar, dünyaya baktıklarında onu okuyamıyor ve kısa vadeli politik hesapları kuramsallaştırmak gibi bir yanlışı sürekli tekrarlıyorlar.

Birinci yanlış, Türkiye 2008-09 sonrasında yeni bir patikaya oturdu ve yapısal sorunları aşıyoruz düşüncesi. Aksine Türkiye ekonomisi içinde yer aldığı patikaya daha derinlemesine gömüldü. Aşağıda, Türkiye’ye yapılan portföy yatırımları, doğrudan yatırımlar ve mevduatlar toplamını ifade eden net yabancı para girişini ve büyüme temposunu derledim. 2010-12 yabancıların Türkiye piyasasına girişinin hızlanmasını temsil ederken, 2013-15 buradaki duraksamaya işaret ediyor. Yoğun sermaye girişi ekonomiyi canlandırıyor, liranın değer kaybını yavaşlatıyor, ancak cari açık ve finansman zorlukları kısa bir süre sonra sermaye girişlerinde yavaşlamaya ve sorunların ağırlaşmasına neden oluyor.

Mayıs ayında görülen Türkiye’den hatırı sayılır para çıkışı ve 2018’in ikinci yarısında çöküş beklentisinin arkasında da neoliberal patikaya gömülme bulunuyor. Merkezden çevreye ve tabii Türkiye’ye para akmazsa IMF’nin kapısı çalınacak, özel sektör iflaslarının ertelenmesi, şirketlerin zararlarının toplumsallaştırılması yolları aranacak. Fazlasıyla net.

İkinci yanlış dünya okumasından kaynaklanıyor. Bir örnek, IMF ve “faiz”cilerin Türkiye gibi ülkelere değerli para politikasını dayattığı düşüncesi. Her koşulda böyle bir dayatmanın olduğunu söylemek mümkün değil. Son örnek, Arjantin’de serbest düşüşe geçen pesoya müdahale etmeye IMF’nin engel olması. Üstelik bu düşüş, Arjantin’in borç sorununu ağırlaştıracak ve tasarlanan stand-by’ın kapsamının genişlemesine yol açacak kadar şiddetli olsa da… Eğer kur kaynaklı rekabetçiliğin önemli olduğu düşünülürse, ülkeyi IMF ve uluslararası yatırımcının insafına daha da mahkûm hale getirme ihtimali varsa, yerli para biriminin değersizleşmesi IMF açısından doğrudan müdahale unsuru yapılmayabiliyor. Ya da krizle baş etmede kamu harcamalarının etkili olduğunu 2015 yılından beri aktaran IMF uzmanları Türkiye’de son yıllardaki bazı uygulamaları olumluyor, dertleri ise kriz ihtimalinin artmakta olması ve “politika seti”nin zayıflığı. Türkiye’nin Arjantin’i takip etmesi ve bunların katkısıyla bir çevre ülkeler krizinin patlak vermesi olasılığı, IMF’yi düşündüren.

Üçüncü yanlış, kısa vadenin kuramlaştırılmasıyla ilgili. Hükümet Türkiye’yi içine soktuğu cenderede yüksek büyüme oranı yakalamak zorunda olduğu için frene bas(a)madı. Sonra, Cumhurbaşkanı danışmanlarının bir kısmından takip edilebileceği üzere durum normalleştirildi. Aslında sorun kısa vadede politik getiriyle bağlantılıydı: 2016’daki çöküşü engellemek, 2017’de referandumu kazanmak ve bunları Türkiye’deki üretim ve bölüşüm ilişkilerinde radikal bir dönüşüm olmadan gerçekleştirmek için düşük faiz gerekliydi. Faiz yeterince düşürülemese de kredi genişlemesinin sürmesi sağlandı, yabancı girişi devam etti. 

Daha genelleyerek ifade edecek olursak yönetici blokun belirli sermaye gruplarıyla girdiği simbiyotik ilişkinin ifadesi olarak AKP koalisyonunun çimentosunu düşük faiz, harcını kent ve ihale rantları, sıvasını ise otoriterlik temin ediyor. Bu blokun kısa vadede bir arada kalabilmesi kredi ve rant önceliğinde yüksek büyümeye dayanıyordu.

SEÇİM ÖNEMLİ ANCAK…

Seçim tartışması sırasında iktidar kanadında ağırlıkla Türkiye’nin “gerçekleri” vurgulandı. Türkiye’nin dünyaya meydan okuyarak farklılaşması anlamına gelecek yeni bir hikâye yazıldığı dillendirildi. Söylemi halen anlaşılması güç bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan dinliyor, kaba formülasyonları AKP kamuoyunun köşe yazarlarından, daha inceltilmiş bir bulamaç halinde değerlendirmeleri ise Cumhurbaşkanı danışmanlarından okuyabiliyoruz.
Ekonomi okuması, yanlış olsa da AKP’ye seçim başarıları temin etti. 2018 seçimlerinde de aynı formül devreye sürüldü ama fazlasıyla yol kazası yaşandı. Formül Türkiye’ye sermaye aktıkça Başbakan Yardımcısı Şimşek ve Cumhurbaşkanı Danışmanı Ertem arasındaki farkları silikleştiriyor. Sermaye çekilince ne yapılacağı konusunda ise görüş farklılıkları ekonomik belirsizliği artıracak kadar yoğun.

Son çalkantı ile şunları söyleyebilir hale geldik: Türkiye’deki rant koalisyonunun söylemi OHAL dönemindeki yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek kur ve yüksek faizlerle çöktü, ama çökenin yerine geçirilecek olan henüz ortaya çıkmadı.

Kof bir kalkınmacılığa bulanmış ancak piyasacı olan iktidar koalisyonunun çalkantılara karşın halen dağıtılamamasının nedenlerinden birisi de yeni büyüme hikâyesinin formüle edilememesi. Bunun müsebbiplerinden olan piyasacı eleştirmenlerden farklılaştığımız nokta, onların yukarıda değindiğimiz deli gömleğinin 2013 sonrasında (ama esasen de 2008-09 sonrasında) biçildiğini düşünmeleri ve kadro değişikliğinin, 2002-07’ye dönüşün ipek kaftanlara sarmalanmak, yani Türkiye’nin gömüldüğü patikadan çıkışı için yeterli olduğunu anlatmaları. Durum öyle değil, son derece gerekli iktidar değişikliği sadece sorunların daha açık bir dille tartışılmasını sağlayacak. Çözüm neoliberal patikadan çıkış olmadan gerçekleşmeyecek.

Not: Bu yazı 15 Haziran 2018'de gazateduvaR'da yayımlandı.