Aşağıdaki yazı Express dergisinin 142. Sayısında "Şantiyeleşen Kentler" başlığıyla yer aldı. Kriz Notları okuyucusu için buradan da paylaşıyorum.
Express’in geçen sayısında 2016 yılı için ana hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığım “aktüel kriz konjonktürü” dinamiklerini[1], bu yazıda Türkiye’de inşaat sektöründeki gelişmeler çerçevesinde (karşı dinamiklerle birlikte) somutlaştırmaya çalışacağım. Zira 2015’te Türkiye’de konut fiyatları artışı sürse de inşaat sektöründeki büyüme durdu! Aşağıda, ilk olarak Türkiye’deki yapı sektöründe yaşanan gücel gelişmeleri değerlendirmek için “temellere dönerek” sürece nasıl bakmak gerektiği üzerine bazı hatırlatmalarda bulunacağım. Ardından 2000’lerde yükselen inşaat-finans komplekse ve özelliklerine değineceğim. Son olarak Türkiye’deki yapı sektörünün 2015’teki gelişimini ortaya koyup ve 2016 için olası gelişmelere işaret edeceğim.
Temellere Dönmek: Ev’den Konut’a
Her geçen gün sayısı daha da artan inşaatlarla geniş bir
şantiyeye dönen kentler, artık hepimizin ortak deneyimi haline geldi. Özellikle
büyükşehirlerde olanlarımızın. Bu geniş şantiyelerde üretilen ürün ise
hanehalkı bütçesinin en büyük harcama kalemlerinden birini oluşturan konut. Peki
son yıllarda gerek iktisadi, gerekse siyasi gündemin önemli maddelerinden biri
haline gelen yapı sektöründeki gelişmelere nasıl bakmalı? Bu alandaki güncel
gelişmeleri değerlendirmeden, öncelikle “temellere dönerek” kullandığımız
kavramsal alet-edevat setini biraz parlatmak gerekiyor. Temellere döndüğümüzde
ilk karşımıza çıkan, bu genişletilmiş şantiyelerde üretilen ürünün, kapitalist
toplumsal üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir yapıda tıpkı diğer ürünler gibi
meta olduğudur.
Eğer konut da diğerleri gibi bir meta ise, her meta gibi
konutun da bir kullanım ve değişim değeri vardır. Dolayısıyla K. Marks’ın
kapitalizm analizinde önemli bir yer tutan meta ve kullanım değeri-değişim
değeri kavramları,[2]
şantiyeleşmiş kentlerde üretilen metaların anlaşılması için de kullanılabilir.
Metaların kullanım değerleri, onların spesifik olarak belirli bir ihtiyacı
karşılama özelliği olması anlamına gelir. Değişim değeri ise metanın
karşıladığı spesifik ihtiyaçtan bağımsız olarak, onların emek gücünü ihtiva etmelerinden
kaynaklanır ve değişim sürecinde açığa çıkar. Bu anlamda meta, tanım gereği
kullanım değeri olmadan var olamaz. Kullanım değeri, değişim değerinin
taşıyıcısıdır. Bir başka ifadeyle, bir ürünün satılabilmesi için belirli bir
ihtiyacı karşılaması gerekir. Ancak kapitalist üretimin amacı ihtiyaçların
karşılanması değil, ihtiyaçların karşılanması sonucunda elde edilecek olan artı
değere ulaşmaktır. Bir girişimci için, otomobil, kalem, bardak ya da konut
üretmek arasında bir fark yoktur, hepsinde amaç artı değere –ve onun bir
parçası olan kâra- ulaşmaktır.
Kaynak: http://goo.gl/v4U9BO |
Bu çerçeveyi kentsel alana uyguladığımızda, kullanım
değeri anlamında “ev” olan, yani barınma ihtiyacımızı karşılayan metanın, aynı
zamanda değişim değeri anlamında bir “konut” olduğu, yani ihtiyaç karşılama
özelliğinin yanı sıra – hatta yer yer bundan bağımsız olarak- bir yatırım aracı
haline geldiğini görebiliriz. Ancak bir metanın kullanım ve değişim değeri,
sürece kimin gözünden baktığınıza, yani sermayenin sosyal döngüsündeki faillere
göre değişir. Bu çerçeve, elbette yeni değil. 1973’te yayımlanan Kentsel Adalet ve Şehir kitabında D.
Harvey bu meseleyi etraflıca ele almıştı. Harvey erken dönemli bu çalışmasında,
kentsel alanda altı temel fail ve bunlara göre biçimlenen kullanım ve değişim
değeri şemasını tanımlar.[3]
Bunlardan ilki konutta
oturanlardır. Konutta oturanların (özellikle de kiracıların) temel amacı
kullanım değeri elde etmektir. Onlar için, genellikle konut bir yatırım aracı
olmaktan çok, içinde yaşanılan bir evdir. İkinci aktör olan emlakçılar, konuttan oturanların tam
aksine, tamamiyle değişim değeri odaklıdır. Elbette bir konutun değişim
değerinin yüksek olması, onun ihtiyaç giderme kapasitesinin yüksek olmasıyla
ilişkilidir. Ancak emlakçı için önemli olan konutun değişim değeridir.
Üçüncü aktör, evsahipleridir.
Evsahipleri için kullanım değerinin mi değişim değerinin mi önemli olduğu,
evsahibinin sahibi olduğu evde oturup oturmadığına göre değişir. İlk durumda
kullanım değeri öndeyken, ikinci durumda değişim değeri öne çıkar. Müteahhitler ve inşaat şirketleri için
değişim değeri esastır. Herhangi bir kapitalist girişimci gibi amacı üretilen
metanın satılması sonucunda kar elde etmektir. Daha fazla değişim değeri elde
etmek için konutun kullanım değerinin yüksek olması önemlidir ancak değişim
değeri için bu tek kıstas değildir.
Beşinci aktör finans
sistemidir. Finans sistemi, esas olarak evsahibi olmak isteyen kiracılar ve
inşaat şirketlerleri ile ilişkilidir, bu iki kesim için finansman sağlar. Finans
sistemi için, konut sahibi olmak isteyenlere verilen kredilerin kullanım
değeri, bunların bankalar için düzenli bir gelir akışı yaratmasından
kaynaklanır. Kredinin değişim değeri ise, bu düzenli gelir akışına dayanılarak
üretilen türev ürünler ile kurulur. Finans sistemi, çeşitli yollarla bu türev
ürünlerin daha fazla mühadele edilmesine çabalar. İnşaat şirketlerine verilen
kredinin kullanım değeri inşaat şirketinin finansmanının sağlanması iken
değişim değeri, bu firmaların üreteceği değişim değerinden pay anlamına gelen
faiz geliridir.
Harvey’in sıraladığı aktörlerden sonuncusu devlettir. Devlet müdahalesi iki türlü
işler. Bir yandan mümkün olduğu kadar fazla insanın barınma ihtiyacının
karşılanmasını gözeteceği için kullanım değeri odaklıdır. Diğer yandan da
inşaat setkörünün gelişmesinin ekonomik büyümeye sağladığı katkı nedeniyle daha
fazla değişim değeri yaratacak düzenlemeleri yapmaktan geri durrmaz. Yaptğı
altyapı yatırımları ile hem konutların kullanım değerlerini, hem de değişim
değerlerini artırıcı etkide bulınur.
Yukarıda sıralanan aktörlerin birbiriyle ilişkisi,
sermaye birikim sürecinin farklı dönemleri boyunca aynı kalmıyor. Aktörler, her
dönemde konutun kullanım ve değişim değerini öne çıkaran stratejiler izleyerek
kendi pozisyonlarını güçlendirmeye çalışırken, bu stratejiler sermaye
birikiminin genişleme ve daralma aşamalarına göre değişebiliyor. Yine farklı
birikim dönemleri sırasında aktörler arasında farklı ittifaklar ya da
çatışmalar ortaya çıkabiliyor. Bir sonraki bölümde, bu ittifaklardan günümüzde
giderek yükselen inşaat-finans kompleksi
ele alacağım.
Yükselen İnşaat-Finans Kompleks
Yukarıda sıralanan aktörlerden müteahhitler ve inşaat
şirketleri ile devlet, sermaye birikim sürecinin farklı aşamalarında hep
ilişkili olmuştur. Örneğin, 1960’larda Türkiye’de kalkınma planlaması sistemi
uygulamaya geçtiğinde, temel tartışma konularından biri, yatırımların üretken
olmayan alanlardan üretken olan alanlara nasıl yönlendirileceğidir. Daha
basitçe özel sektörün yatırımlarını inşaattan sanayiye nasıl kaydırılacağı ilk
plancıların karşılaştıkları en önemli sorunlardandır.[4] Plancıların
inşaat yatırımlarını caydırıcı, sanayi yatırımlarını özendirici önerileri,
ilkinin reddedilmesiyle sonuçlanmış, 1967’de Turgut Özal’ın DPT
müsteşarlığından sonra planlama, herhangi bir caydırıcı yanı olmadan, özel
sektöre kaynak aktarmanın bir aracı olarak işlev görmüştür.
İnşaatçılar ve devlet arasındaki ilişki, 1980 sonrası, bu
sefer Özal’ın başbakanlığı döneminde daha da derinleşerek sürmüştür. Özellikle
imar yasasında yapılan değişiklikler, gecekondu afları ve diğer düzenlemelerle
inşaat firmaları ve devlet arasındaki ilişkiler yoğunlaşarak artmıştır. Bu
dönem aynı zamanda 2001 krizi sonrasına benzer şekilde bina stoğunda güçlü
sıçramaların yaşanmasıyla sonuçlanmıştır.[5]
Finans sistemi, 2000’lere kadar süren devlet ile
müteahhitler ve inşaat firmaları arasındaki ilişkiye yeni boyutlar getirmiştir.
Gerçekten de geçtiğimiz 15 yılda finans sisteminde yaşanan değişimleri anlamadan,
kent mekanındaki değişim dinamiklerini tam olarak anlamlandırmak zordur. 2000’lerde
bu ilişkiyi değiştiren iki temel unsur vardır. Bunlardan ilki 2001 krizi
sonrasında bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması, ikincisi de kriz
sonrası uygulanan ekonomi programı sonucunda enflasyondaki sert düşüştür. Bu
iki faktörün sonucunda faizlerin göreli düşüşü uzun vadeli konut kredileri için
uygun bir ortam yaratmış ve böylece 2000’lerle birlikte bireysel borçlanmanın
hızla artması için gerekli ekonomik yapı kurulmuştur. Bireysel borçlanmanın
önemli bir kısmını ise konut kredileri oluşturmaktadır. Kısacası, 2000’li
yıllarda müteahhitler ve inşaat firmalarının devletle kurduğu ilişki, önceki
dönemlere göre niteliksel olarak farklılaşmıştır. İnşaat-finans kompleksin
yükselişi olarak adlandırılabilecek olan bu yeni sürecin ayırt edici unsuru
finansal içerilme mekanizmaları ile farklı gelir seviyesine sahip toplum
kesimlerinin borçlandırılarak konut piyasasına çekilebilmesidir.
İnşaat-finans kompleksin yükselişi, devletin aktif
desteği ile gerçekleşmiştir. Devletin bu yapıyı desteklemesinin farklı nedenleri
vardır. Bunlardan ilki, inşaat sektörünün farklı sektörler için talep yaratması
özelliğidir. Böylelikle yükselen inşaat-finans kompleks ekonominin canlı
tutulması için önemli bir unsur olarak görülmektedir. İkincisi, bu sektörde
genellikle kalifiye olmayan emeğin istihdam edilmesi, sektörü bu tip emek
arzının emilmesinde önemli hale getirmektedir. Sonuncusu da, sektörün gelişimi
sonucunda oluşan rantın paylaşımının siyasi mekanizmalarla yakından ilişkili
olması nedeniyle, bu alandaki gelişmelerin siyasete tahvil edilmesinin mümkün
olmasıdır.
Bu saiklerle hareket eden devlet dört temel mekanizmayla inşaat-finans
kompleksin yükselişine destek sunmaktadır. Bunlardan ilki uygun makroekonomik
ortamın yaratılmasıdır. Bunun anlamı, uygulanan para politikasının bir sonucu
olarak reel faizlerin oldukça düşük seyretmesi, mevcut yatırım araçları
arasında mevduat faizinin yıllık olarak enflasyon karşısında tasarrufları
cezbedecek düzeyde olmamasıyla sonuçlanmaktadır. Bu ise, sürekli artan konut
fiyatları ile birleştiğinde, giderek artan bir şekilde konutun bir yatırım
aracına dönüşmesini, yani kullanım değerinden ziyade değişim değerinin öne
çıkmasını beraberinde getirmiştir.
İkinci olarak 1999 depreminden sonra kentsel dönüşüm
projelerine başlanması ve buna yönelik yapılan yasal düzenlemelerle inşaat
tekelleri için istikrarlı bir konut talebinin yaratılması sağlanmıştır.
Üçüncüsü, kentsel altyapı projeleri ile bu projelerin yapıldığı yerlerde
muazzam rantların yaratılması sağlanmış, bu ise konut fiyatlarındaki artış
trendini destekleyen bir faktör olarak işlev görmüştür. Son olarak TOKİ’nin dev
bir kamu girişimi olarak konut piyasasındaki varlığı, hem piyasadaki fiyat
oluşumuna, hem konut arzının artırılmasına hem de finans sistemiyle kurduğu
bağlantılar sayesinde farklı finansman seçeneklerini devreye sokmasıyla
sektörün gelişimine katkıda bulunmaktadır.
İmar Hakkı Transferi
İnşaat-finans kompleksin gelişimi için kritik
gelişmelerden biri, geçtiğimiz yıl gündeme gelen İmar Hakkı Transferi (İHT)
sisteminin devreye sokulacak olmasıdır. Önceki yıllarda inşaat firmaları
tarafından önerilen bu sistem, 2014 sonunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından bir yasa taslağı haline dönüştürülmüştür. Sistem, bakanlığın
sayfasında şöyle tanımlanmış: “Bir parsel üzerindeki imar hakkının tamamen ya
da kısmi olarak yasaklanması durumunda bu parsel üzerindeki imar hakkının bir
kısmının veya tamamının menkulleştirme yöntemi ile başka alanlara transfer
edilmesidir.” İHT sistemi ile gayrı menkullerin menkul kıymetleştirilmesi
süreci hayata geçmiş olacak ve kentsel dönüşüm projelerinde sorun çıkaran
direniş odakları piyasa temelli çözümlerle bertaraf edilmeye çalışılacaktır. Bu
uygulama aynı zamanda yeni bir emlak sertifikası borsasının kurulmasıyla finans
piyasalarının daha da derinleşmesine hizmet edecektir. Uygulamaya geçildiği
takdirde İHT sisteminin iki temel sonucunun olması beklenebilir: (i) kentsel
mekanın metalaşması sürecinin derinleşmesi ve değişim değerinin hakimiyetinin
pekiştirilmesi, (ii) konut sektörü ile finans sisteminin bütünleşmesinin
hızlanması.[6]
Her ne kadar henüz uygulamaya geçilmese de İHT sistemi, 64. Hükümetin ilk bir
yıl içinde hayat geçirmeyi taahhüt ettiği düzenlemeler arasındadır.
Bina Tamamlama Sigortası
Son olarak yine geçtiğimiz yıl hayata geçirilen Bina
Tamamlama Sigortası ile inşaat firmaların projelerini tamamlayamadan iflas
etmeleri durumunda oluşacak riskin, inşaat-finans kompleksi oluşturan unsurlara
yayılmasını engellemek amaçlanıyor. Bunun için inşaat firmalarına bina
tamamlama sigortası yaptırma zorunluluğu getiriliyor. Böylelikle, maketten
satış yapan bir inşaat firmasının iflas etmesi ya da belirtilen tarihte
konutların teslim edilememesi durumunda, sigorta yapan kuruluş devreye giriyor.
Geçtiğimiz yıl yapılan bu düzenleme kısa dönemde ekonomideki kötüleşme
olasılığına karşı inşaat sektörü kaynaklı bir riskin ortaya çıkmasını önleme
amacı taşıyor. Buna ek olarak düzenleme ile inşaat tekelleri ve finans sistemi
arasındaki ilişkinin daha da sağlamlaşmasını sağlamak üzere sigorta
şirketlerinin devreye sokulması ile orta ve uzun dönemde Türkiye'deki
inşaat-finans kompleksin daha da kurumsallaştırılması hedefleniyor.[7]
Haussmann’ın Ruhu ve Yapı Sektöründe Güncel Gelişmeler
F. Engels, 1876’da yayımlanan Konut Sorunu’nda Avrupa’da kapitalizmin gelişimi ile birlikte
kentlerde ortaya çıkan barınma, imar ve kentleşme sorunlarına değinir. O
dönemde de düşük gelirlilerin yaşadığı işçi mahallelerinin kentin dışına
sürülmesi, konut sorununa sermayenin verdiği yanıttır. Yoksulların dış
mahallere sürülmesini Engels, İmparatorluk Fransasındaki sürece değinerek
açıklar: “Bonapartçılık, bu eğilimi, Haussmann kanalıyla, Pariste dalavere ve
bireysel zenginleşme uğruna büyük ölçüde sömürmüştür. Ancak Haussmann’ın ruhu
yurtdışına taşmış, Londra, Manchester ve Liverpool’da da bulunmuştur ve
kendisini Berlin ve Viyana’da da evinde hissetmiştir”.[8] Engels’in
Haussmann’ın ruhu olarak adlandırdığı
sürecin üç temel özelliği vardır.
Bunlardan ilki, kent mekanının sermaye lehine düzenlemesi,
ikincisi siyasal iktidarların kent mekanını isyan bastırma teknolojilerinin bir
uzantısı olarak görmeleri, üçüncüsü ise kent mekanının yeniden düzenlenmesinde
rol alan kapitalistlerin siyasal iktidarla yakınlıkları oranında zenginleşmeleri.
19. yüzyılın sonlarında Fransa’nın başkenti Paris’te yapılan muazzam kentsel
dönüşümün mimarı olan Haussmann’ın ruhu
şimdi tüm Türkiye şehirlerinde dolaşıyor. Yükselen inşaat-finans kompleks,
Haussmann’ın ruhu ile birleştiğinde karşımıza çıkan şantiyeleşen kentler, HES
projeleriyle kurutulan dereler, madenler nedeniyle kesilen ağaçlar, iktidara
yakınlıkları oranında zenginleşen inşaat tekelleri ve kent mekanının devletin
güvenlik algısına göre yeniden düzenlenmesidir.
Ancak 2000’li yıllarda yükselen inşaat-finans kompleksi
güçlü kılan unsurlar, aynı zamanda sistemin zayıf yanını da oluşturur. Yukarıda,
inşaat-finans kompleks ile önceki dönemlerde inşaat firmaları ile devlet arasındaki
ilişkileri ayıranın 2000’li yıllarda finans sisteminin bu sürece dahil olması
olduğuna işaret etmiştim. Gerçekten de, 2000’li yıllarda hem bireysel
borçlanmanın katlanarak artması, hem de firma borçluluğundaki müthiş artış,
önceki dönemlere göre net bir ayrım oluşturuyor. Yine aynı dönemde dış
borçların “özelleştirilmesi” süreci de söz konusu, yani kamu borçlanma
piyasasındaki ağırlığını göreli olarak azaltıyor. Bunun sonucunda, küresel
ekonomik krizin Türkiye’ye olası yansıma kanalları arasında firma borçluluğu giderek
öne çıkıyor. Firmaların yurt dışı borçlanmaları bankalar aracılığıyla
olabildiği gibi doğrudan borçlanma ile de gerçekleşebiliyor. Bu durumda krizin
olası yansımaları hem döviz biçiminde borçlanmış firmaların yaşayabileceği
sorunlar hem de bankacılık sistemi aracılığıyla görülebilir.
İş Bankası Yönetin Kurulu Başkanı E. Özince, geçtiğimiz
sonbaharda bu durumu şöyle özetlemişti: Türkiye, son 10 yıldaki o şahlanan
bankacılık dönemini geride bıraktı.[9]
Özince, daha sonra yaptığı açıklamada ise, inşaat-finans komleksin kırılgan
yanına değindi: “İki buçuk ay bizim mevduatımızın vadesi. 7 sene ortalama
vadede konut kredisini nereye kadar verebiliriz zannediyorsunuz? Afferin verin
derseniz günün birinde cezasını siz ödeyeceksiniz, 2001’de olduğu gibi. Ya da
hep beraber ödeyeceğiz vergi mükellefleri olarak”.[10]
İnşaat sektörünün de içinde olduğu yapı sektöründeki
güncel gelişmelere baktığımızda inşaat-finans kompleksin gelişimi hakkında daha
somut bilgilere ulaşabiliriz. Geçtiğimiz ay Yapı-Endüstri Merkezi tarafından
yayımlanan rapora göre[11] 2015’te
inşaat sektöründeki büyüme yüzde 0.4 olarak gerçekleşti, yani inşaat sektörü
fiilen durdu.[12]
Yine 2015’te toplam yapı ruhsatlarında yüzde 24.8, konut yapı ruhsatlarında
yüzde 25.2 gerileme yaşanmıştır.[13]
Bu gerilemelere rağmen konut fiyatları artmayı sürdürüyor: artış yüzde 10.6.[14]
İnşaat sektörünün dış pazarlarla ilişkisinde ise tam bir çöküş yaşanıyor. Bu
çöküşte bir yandan küresel krizin etkileri, diğer yandan da hükümetin dış
politika tercihleri etkili. İhracatta 2015 yılında inşaat malzemeleri sanayi
yüzde 19.8, yurt dışı müteahhitlik işleri ise proje sayısı bazında yüzde 49.4
oranında geriledi.[15] İnşaat
malzemeleri ihracatında ilk 20 pazara bakıldığında izlenen dış politikanın bu
çöküşteki etkileri daha net olarak görülebiliyor. 2015’te inşaat malzemeleri
ihracatındaki gerileme yüzde Irak’ta 34.7, İran’da yüzde 28.3, Rusya’da yüzde
46.8 ve Libya’da yüzde 56.9 seviyesinde.[16]
Ancak tüm bu olumsuz gelişmeler, inşaat-finans komleksin
yükseliş evresinin sonlandığı anlamına gelmiyor. Fiiliyatta rantsal dönüşüm
olarak yaşanan kentsel dönüşüm süreçlerinin 2015’te hız kestiği, buna karşın
bina yenilemesi işlemlerinin hızla arttığı görülüyor. Buna rağmen 3. Köprü ya
da 3. Havaalanı gibi dev projeler sağlanan Hazine garantisi sayesinde şimdilik
sorunsuz devam ediyor. İnşaat-finans kompleksin geleceğini belirleyecek temel
faktör ise konut fiyatlarındaki artışın sürüp sürmeyeceği. 2015’te tüm
olumsuzluklara karşın enflasyon oranının üzerinde artan konut fiyatları,
değişim değerinin kent mekanındaki hakimiyetinin açık bir göstergesi. Gerek
nüfus artışı gerekse kentsel dönüşüm projeleri nedeniyle istikrarlı bir konut
talebinin yaratıldığı düşünülürse bu artışın 2016 için de sürmesi beklenebilir.
Önümüzdeki dönemde, düşük faizin bir yatırım aracı olarak konut alımını teşvik
eden seviyesi değişmezse inşaat-finans kompleks şehirlerimizi şantiyeye
çevirmeye devam edecek!
2016 yılı içinde, 64. Hükümet’in ekonomik durgunluğa
karşı uygulamaya koyduğu üç ayaklı programın sonuçlarını göreceğiz. Kamu
harcamalarındaki artış, asgari ücretin yükseltilmesi ve kredi musluklarının
açılmasına dayanan bu program, ihracatın çöktüğü bir ortamda ekonomik büyümenin
iç pazar olanaklarının kullanılarak desteklenmesine dayanıyor.[17]
İnşaat-finans kompeks açısından programın kamu harcamaları artışı ve özellikle
de kredi genişlemesi maddeleri önemli.
2008 krizi sonrasında ortaya çıkan finansal
istikrarsızlıkların azaltılması ve sistemik risk faktörlerinin kontrol altına
alınması amacıyla uygulamaya geçirilen makroihtiyati tedbirler paketinin en
önemli bileşeni, kredi genişlemesinin kontrol altına alınmasıydı. BDDK
aracılığıyla yapılan düzenlemelerle bireysel borçlanmadaki artış hızı bir
miktar yavaşladı. Ancak ekonomik büyümedeki tempo düşüklüğü, alınan bu
önlemlerden geri dönülmesiyle sonuçlanacak gibi görünüyor. Zira kredi
genişlemesi olmadan ne ekonomik büyümeyi sürdürmek ne de inşaat-finans
kompleksi ayakta tutmak mümkün. Gelecekte kazanılacak gelirin bugünden
harcanması ya da “geleceğe kaçış” olarak borçlanma artışına dayanan ekonomik
yapı varlığını sürdürdükçe inşaat-finans kompleksteki kırılganlıklar var olmaya
devam edecek.
[1] Ü.
Akçay, (2015) “2016’da Dünya ve Türkiye: İstikrarsızlıkta İstikrar”, Express, (141): 38-40.
[2] K.
Marks, (2004 [1867]) Kapital, Birinci
Cilt, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.
[3]
Burada aktörler için Harvey’in kitapta belirttiği kesimlere sadık kaldım. Ancak
aktörlere göre değişen kullanım ve değişim değeri şemalarını güncel eklemelerle
genişlettim.
[4] Ü.
Akçay, (2007) Kapitalizmi Planlamak:
Türkiye’de Planlamanın ve DPT’nin dönüşümü, İstanbul: Sav Yayınları.
[5] M.
Penbecioğlu (2011) “Yapılı Çevre Üretimi, Devlet ve Büyük Ölçekli Kentsel
Projeler”, Birikim, (270): 62-73.
[6] Ü.
Akçay, (2014) “İmar Hakkı Transferi: Kentsel Mekanın Finansallaştırılması”, Başlangıç Dergi, 24.12.2014, erişim: http://goo.gl/n8fmeJ
[7] Ü.
Akçay, (2015) “İnşaat Sektörü İçin Yeni Önlem: Bina Tamamlama Sigortası”, Kriz Notları, 16.03.2015, erişim: http://goo.gl/TvvXL5
[8] F.
Engels (1992 [1876]) Konut Sorunu,
Çev. Güneş Özdural, Sol Yayınları, s. 22.
[9] E.
Özince, (2015) “Özince: Güzel Günler Geçti”, Business HT, 01.10.2015, erişim: http://goo.gl/XYnqOR
[10] E.
Özince, (2016) “Ersin Özince'den konut kredilerine kriz uyarısı”, Cumhuriyet, 02.03.2016, erişim: http://goo.gl/o4mqLz
[11] YEM (2016) Türk Yapı Sektörü Raporu 2015, İstanbul: YEM Yayınları
[12] Age. s. 7.
[13] Age. s. 7.
[14] Age. s. 8.
[15] Age. s. 9.
[16] Age. s. 106.
[17] Ü. Akçay, (2016) “Hükümetin 2016
Planı Netleşiyor: Kriz Karşıtı Önlemler Devrede”, Kriz Notları, 10.01.2016, erişim: http://goo.gl/muC6at