28 Haziran 2012 Perşembe

Ekonomik Değişkenlerle Avrupa Krizi ve Türkiye

Ekonomik kriz ile siyasi krizin içiçe geçmiş görünümlerinin, Yunanistan'daki seçimin ardından geçici bir süreliğine de olsa durulacağını bekleyen "piyasalar", Güney Kıbrıs'ın da iflasını duyurması, İspanyol bankalarının resmi olarak kurtarılmayı talep etmelerinin ardından yeniden teyakkuza geçti.
Bu yazıda, yukarıdaki gelişmelerin detaylarına girmek yerine krizin görünümlerini seçtiğimiz bazı ekonomik veriler üzerinden anlamaya çalışacağız. Bu çerçevede neoliberalizmin yeni "model" ülkesi olan Almanya'yı, krizin yoğunlaştığı ülkelerden Yunanistan ve İspanya'yı ve son olarak da karşılaştırma kolaylığı olsun diye Türkiye'yi 6 temel kategoride ana hatlarıyla değerlendireceğiz.


1. Cari Açık
İlk olarak cari açığa bakıldığında, Avrupa krizinin temeline olan Almanya'nın sürekli, özellikle güneyli Avrupa ülkeleri karşısında sürekli cari fazla veren ekonomik pozisyonunu görebiliriz. Bu güçlü pozisyon, Alman ekonomisinin rekabetçiliğini, ya da bir başka değişle, Alman sermayesinin Alman işçi sınıfını sömürebilme kapasitesini gösteriyor.
Türkiye'yi bu resmin içine yerleştirdiğimizde ise özellikle 2001 krizi sonrasında Türkiye ekonmisinin girdiği yeni birikim sürecinin ayırt edici bir özelliği olarak cari açığın giderek artığı görülebilir. Bunun kriz yaşıyan ülkelerle aynı seviyede olması dikkat çekici bir unsur.




2. Ortalama Çalışma Saatleri:

Kriz süresince, özellikle Yunanlı emekçileri aşağılamak için söylenen "tembel güneyliler" söyleminin tamamen ideolojik bir söylem olduğunu göstermesi açısından önemli. Buna göre Almanya dışındaki her üç ülkeki emekçiler daha fazla çalışıyor, Yunnistan'dakiler ise, söylenilenlerin aksine en fazla çalışanlardan.




3. Part-Time Çalışma
Belki de "Alman modelini" tanımlayan en önemli göstergelerden biri bu. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi özellikle 1990'lı yıllardan itibaren Almanya'daki emek piyasasının nasıl gönüştürüldüğü görülüyor. Günümüzde neredeyse diğer ülkelerin iki katı büyüklüğünde bir part-time çalışma oranına sahip. Dolayısıyla, diyebiliriz ki, Alman modeli, neoliberal politikaların tam kalbinde yer alan emek piyasalarının esnekleştirilmesini gerçekleştirdiği ve bu yolla emek üzerindeki tahakkümü artırdığı oranda "model" ülke olabilmiştir.
İçinde Türkiye'nin de olduğu dieğr ülkelere bakıldığında ise "model"in takip edildiği görülebilir. Son dönemde kriz süreinden geçerken, "krizi fırsata çevirmek" söyleminin ne anlama geldiğini aşağıdaki grafik ile daha iyi anlayabiliriz sanıyorum. Kriz, sermaye için emek piyasalarının serbestleştirilmesi yolunda önemli bir fırsat sunuyor.




4. İşsizlik Oranı
İşsizlik oranlarını karşılaştırdığımızda İspanya'daki durumun iç karartıcılığı, günümüzde Yunanistan için de geçerli (2012 verilerine bakıldığında). Dolayısıyla bu iki toplumda da resmi işsizlik verileri %25'ler düzeyine ulaşmış durumda. Burada Alman'yanın durumu dikkat çekiyor. Buna göre Almanya, ilk bakışta, ekonomik kriz sırasında bile işsizliğini azaltmış bir ekonomi olarak görünüyor. Ancak bu grafiği, yukarıdaki grafikle birlikte okuduğumuzda gerçek daha açık bir şekilde karşımıza çıkıyor. Buna göre krizle birlikte, Alman sermayesi krizi fırsata çevirmeyi bilmiş ve güvenceli alanda çalışanları hızla part-time alana kaydırarak, hem emek piyasalarında yapısal bir dönüşüm sağlamış, hem de işsizlik oranlarını resmi olarak da olsa düşürebilmiştir.




5. Döviz Kuru
Döviz kuruna baktığımızda ilginç bir tablo ile karşılaşıyoruz. Öncelikle Türkiye dışındaki diğer ülkeler açısında 2000'lerin başından itibaren ortak para birimine geçişleri birlikte her bir ülkenin farklı hareket edebilme olanağı ortadan kalkmıştır. Zira kriz süresince Yunanistan'ın devaluasyona gidememesinin temel nedeni, bu tablodan rahatlıkla görülebiliyor.
Türkiye'nin durumu ise ilginç. 2001 krizi sırasında bir gecede %100 devaluasyon yaptıktan sonra resmi olarak serbest kur rejimini takip eden Türkiye, nispeten hala ihracatını destekleyecek bir kur düzeyine sahip.




6. Birim Emek Maliyeti
Son olarak ülkelerdeki birim emek maliyetini gösteren tablo, diğer ülkelerden çok Türkiye'nin yaşadığı dönüşümün anlamlandırılması açısından önemli bir gösterge niteliğinde. Zira, emek maliyetlerinin zirve yaptığı yıllara bakarsak 1979 ve 1989 yıllarını görüyoruz. Her iki yıl da kendi onyılları içinde toplumsal muhalefetin zirve yaptığı yıllar. Buna göre 1980'de ilan edilen 24 Ocak Kararlarının ve hemen ardından bunu uygulamak üzere yapılan 12 Eylül darbesinden hemen sonra emek maliyetlerinin radikal bir şekilde kısıldığını görüyoruz. 1989 yılındaki tepe nokrası ise, darbe koşullarının etkilerinin sonlanması ile birlikte Bahar Eylemleri olarak tarihe geçen hak arama taleplerinin etkilerini gösteriyor. Son olarak 2001 krizi sonrasındaki sürece bakıldığında Türkiye'deki emek maliyetlerinin radikal bir şekilde düşürüldüğü görülüyor Bu ise sermayenin emek istihdam etmek için ödemek zorunda olduğu maliyetin giderek azalması ya da çalışanların ücret ve sosyal hakları gibi kazanımlarının giderek erimesi anlamına geliyor. Belki de "model ülke" olarak gösterilen Türkiye'nin sözde başarılarının gerisinde yatan en önemli dinamiklerden biri de bu!