ÖYLE DEĞİLMİŞ GİBİ
Krizin temelinde yatan model ve mevcut rant koalisyonunun yapısı nedeniyle, son haftaların kriz yönetiminde net bir çizgi takibi söz konusu değil. Liberal iktisatçılar “yapısal reform” eksikliği ile meseleyi açıklayadursun, konu düşük faiz ve kredi genişlemesiyle yol alan AKP koalisyonunun birçok unsurunun kemer sıkma ve uzun sürebilecek durgunluk döneminde oyundan düşecek olmasında düğümleniyor.
Havalandırılmasına çalışılan balondan kum torbaları gibi atılacak söz konusu kesimlerin kayıpları siyasi destek devşirme mekanizmalarının da zarar görmesini getirecek. Bu nedenle bir yandan her şeyin kısa sürede toparlanacağı söyleniyor, diğer yandan seçim sath-ı mailine girildiği için durgunluğun daralmaya dönüşmesini engelleme manevraları ardı arkasına geliyor:
- 20 Eylül’de açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda 2019 yılında 59 milyar TL tasarruf edileceği söyleniyor. Ancak beş hafta sonra vergi gelirlerine olumsuz etkide bulunacak bir vergi indirimi paketi açıklanıyor.
- Enflasyonla mücadele için Ortodoks reçete benimsenmiş gibi yapılıyor, sonra Topyekûn Mücadele adı altında zorla indirim uygulaması başlatılıyor. Hem son vergi indirimi, hem de süregiden zorla fiyat indirimleri sürmezse enflasyon ocak ayından itibaren ateş topu olarak yeniden oyuna dâhil olacak değilmiş gibi anlatılıyor.
- Türkiye ekonomisinde verimlilik ve rekabet seviyesinde bir farklılaşma olmadan kur krizi sonrası cari fazla vermenin ekonomide durgunlaşma anlamına geldiği biliniyor, ancak ağustos ve eylül ayının cari fazla verisi ile kriz geride bırakılmış gibi davranılıyor.
- Konut sektöründe hazırlığı süren kurtarma paketinin netleşmesi için adım atılarak envanter çalışmasına girişiliyor, sonra kurtarma paketi yalanlanıyor, öyle bir plan yokmuş gibi yapılıyor.
Bu sürüklenme sadece bir partinin muhterislerinin beceriksizliğinden kaynaklı değil. Krizden piyasacı çıkış reçetesi, özel zararların devlet tarafından üstlenilmesi ve finansal risklerin kamunun üstüne geçirilmesinin ötesinde bir yaklaşıma sahip değil. Harcama kesintilerinin etkide bulunduğu bir iç pazar daralmasının eşlik ettiği exodus aslında ekonomik çöküşün umulandan daha uzun sürmesi anlamına gelecek. Dolayısıyla gidişatla çelişirmiş gibi görünen önlemler de art arda alınıyor ya da ortaya atılıp pişiriliyor.
Türkiye’de kriz yönetiminin doğrultusu, düz bir çizgide yürüyememe sorununa karşın piyasacılıktan şaşmış değil. Önümüzdeki birkaç ayda fiyat artışlarının kontrol altına alındığını ve durağanlık nedeniyle Türkiye ekonomisinin aylık dış ticaret açığının neredeyse kapandığını görmeye devam edeceğiz. Ancak verilerle her şey yolundaymış gibi yapmaya çalışanların yine de önemli bir sorunu bulunuyor. İşsizlik bunların başında geliyor.
BİZ KAÇ İŞSİZİZ?
15 Kasım’da ağustos ayının işgücü istatistikleri açıklandı. Resmi işsizlik rakamı son 18 ayın en yükseğine çıkarken, en geniş tanımıyla işsizlerin (iş bulma ümidi olmayanlar, mevsimlik çalışanlar, iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, zamana bağlı eksik istihdam ve yetersiz istihdam edilenler) toplamı yedi milyonu aştı. En geniş tanımıyla işsizlik oranı yüzde 19,3’e yükseldi. Sadece son iki ay içinde ne eğitimde ne istihdamda olan genç sayısı (15-29 yaş) 584 bin arttı.
Şimdi, işverenlerin maliyetlerinin bir kısmını üstlenerek daha fazla istihdam yaratmaya yönelik kampanyalar büyük bir başarısızlıkla yüzümüze sırıtıyorlar. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan önlemler rejim biçimi değişikliğinin tamamlanması sürecinde sorunları ötelemeye ve ağırlaştırmaya hizmet etti. Bugün işsizlik gibi makro göstergelerde 1,5-2 yıl öncesindeki noktaya döndük. Enflasyon, faiz ve büyüme gibi göstergelerde daha kötü bir duruma savrularak…
2019 yılında Yeni Ekonomi Programı’nın öngördüğü, geniş tanımıyla 8 milyon işsizle nasıl baş edileceği sorusu yakıcı bir şekilde duruyor. İşini kaybetmiş bir kişinin cebini havalimanının doldurmayacağını biliyoruz. Erdoğan yönetiminin zayıf karnını da işsizlik ve yoksulluk altında inleyenlerin, kendilerinden başka bir alternatife yönelmeyi düşünmesi oluşturuyor.
İşsizlik artmaya devam etse de artışın temposu önümüzdeki aylarda azalabilir. Kısa çalışma ödeneğinden firmaların faydalanmasını kolaylaştıran yeni düzenleme ve iç pazarın canlanması uğraşları bir süreliğine toparlanma görüntüsü verebilir. İronik bir şekilde, bu süre, 24 Haziran seçim sonuçlarıyla –mış gibi yaparak sağlam bir blok üstünde oturduklarını düşünenlerin, krizin temel oyan aşındırıcı etkilerini görmekten kaçınmalarını sağlayacaktır. Ancak bloklaşmış görünen o kadar çok halka kriz altında kopabilecek tıynette ki, 2019 yılı için huşuyla öngörülen hızlı toparlanma gerçekleşmezse ekonomik çöküşe siyasi kopuşun eşlik ettiği görülecek.
ELİM SENDE
Mevcut yönetimden bir ekonomik seferberliğe kalkışmasını, kendilerini kurtarmasını bekleyen işverenler, esnaf ve hatta işçiler maliyetin kendilerinden başka herkese yüklenebileceği konusunda hemfikirler. Ancak krizi yönetmek esasen kime ne kadar daha az gideceğini kararlaştırmakla başlıyor. Görünürdeki hedef maliyeti baskıyla paylaştırmak ve aslan payını geniş toplumsal kesimlere yüklemek ancak tercih edilen yol rejimin plebisiter özellikleriyle olan gerilimi artırıyor.
Gelelim bizim büyük naifliğimize. Bu derece kırılgan bir ortamda hukuk-siyaset-ekonomi üçgenindeki kararların absürtlüğünü ısrarla dillendirmek gerekli. Bugün soru krizden çıkmak için, birkaç şirketi mi kurtaracağız, birkaç şirketin kurtarılmasını çıkış yolu olarak gösterenlerin ekonomik modelinden mi kurtulacağız olmalı. Samimiyetle soruyu yöneltmek için çelişkileri sergilemek, hiçbir şeyin normal olmadığına işaret etmek ve kriz yönetiminin sorunlarını göstermek gerekiyor.
Bu yazı gazeteduvaR'da 16.11.2018'de yayımlanmıştır