Türkiye ekonomisi üzerine en son Ocak sonunda yazmıştım. Ocak sonunda, ekonomi stagflasyonist bir sıkışmanın eşiğindeydi, merkez bankası dolardaki yükselişi durdurma ve ekonomik durgunluğun aşılması gibi zorlu bir ikilemle karşılaşmıştı. Şimdi sonuçlarını daha iyi görebildiğimiz “örtülü faiz artışı” süreci bu ikilemden çıkış için formüle edildi. Bu yazıda, (i) 2014 ve 2017’deki iki faiz artış sürecinin farklı şekillenmesinin nedeninin ekonomik konjonktür olduğuna, ve (ii) ekonomideki stagfasyonist sıkışmanın maliye politikasının göreli gevşemesi ve kredi genişlemesi sayesinde ertelendiğine işaret edeceğim.
Ekonomiyle ilgilenmeyebilirsiniz. Ancak bu sizi ekonomik krizin sonuçlarına maruz kalmaktan muaf kılmaz.
27 Mayıs 2017 Cumartesi
20 Mayıs 2017 Cumartesi
Banka Senedi: Bir "Geleceğe Kaçış" Denemesi
Finansallaşma, basitçe, ekonomide finansal faaliyetlerinin payının giderek artması olarak tanımlanıyor. Türkiye ekonomisi finansallaşama ile yakın zamanda tanıştı. Finansallaşmanın ilk aşamasında odak noktası kamu borcunun çevrilmesiydi. İkinci aşamada firma ve hanehalkı borçlanması öne çıktı. Ancak ekonomik yavaşlama, ikinci aşamanın derinleşmesinde tıkanıklıklar yaşanmasına neden oluyor.
Son dönemde geliştirilen yeni menkul kıymetleştirme (securitization) mekanizmaları ile bu tıkanıklık aşılmaya çalışılıyor. Geliştirilen mekanizmalardan ilki (imar hakkı transferi ve gayrımenkul sertifikası sistemi ile) kent mekânının metalaştırılmasına dayanıyordu. İkincisi, Türkiye Varlık Fonu aracılığıyla kamu varlıklarının teminat gösterilerek yeni finansman olanaklarına kavuşulması idi. Üçüncüsü ise, yakında çıkarılacağı ilan edilen “banka senedi”. Bununla da bankacılık sisteminin taşıdığı kredi riskini Merkez Bankası’na aktarmanın kapısı açılıyor. Bu yazıda üçüncüyü ele alacağım.
14 Mayıs 2017 Pazar
Son Küresel Ara Rejim ve Yükselen Piyasalar
Geçtiğimiz hafta ilk küresel ara rejim sırasında (1913-1950) merkezkaç hareketin yükselişine, 1945 sonrasında geç kapitalistleşen ülkelerin sisteme entegrasyonlarına ve 1970’lerdeki kriz sonrası “yapısal uyum” politikalarının öne çıktığına işaret etmiştim. Yazının sonunda da hakim gücün (ABD’nin), kendisine rakip güçlerin gelişiminden endişelenmesi için yeteri kadar gerekçenin olduğunu belirtmiştim.
Bu haftaki yazıyla korumacılığın yükselişi ve küresel ara rejim serisine bir virgül koymuş olacağım. Bu haftaki sorumuz şu: nasıl ilk küresel ara rejim geç kapitalistleşmiş ülkelerde merkezkaç hareketin güçlenmesini tetiklediyse, ikinci küresel ara rejimde de benzer bir gelişmenin yaşanmasını bekleyebilir miyiz?
Bu haftaki yazıyla korumacılığın yükselişi ve küresel ara rejim serisine bir virgül koymuş olacağım. Bu haftaki sorumuz şu: nasıl ilk küresel ara rejim geç kapitalistleşmiş ülkelerde merkezkaç hareketin güçlenmesini tetiklediyse, ikinci küresel ara rejimde de benzer bir gelişmenin yaşanmasını bekleyebilir miyiz?
Küresel Ara Rejim ve Merkezkaç Hareket
Geçtiğimiz hafta, korumacılığın yükselişi serisinin üçüncü yazısında dünya genelinde içinden geçmekte olduğumuz siyasal ve iktisadi konjonktürü “küresel ara rejim” olarak tanımlamayı önermiştim. Küresel ara rejimin en belirgin özelliği şu idi: “hakim gücün (ABD) göreli gerilemesine karşı, rakip güçlerin (en kuvvetlisi Çin) henüz hakim gücün yerini alacak düzeye gelememesi”. Bu durumda dünya ekonomisinde ve siyasetinde istikrarsızlığın artması, küresel ara rejimlerin bir başka temel özelliği. Serinin dördüncü yazısında, küresel ara rejim döneminde Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerin konumu üzerinde duracağım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)