Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Bank of International Settlements (BIS) raporu uluslararası bankacılık ve finansal piyasa
gelişmelerine ilişkin veriler sunuyor. Raporda bankacılık sistemine dair uyarı
göstergelerinde özellikle Çin verileri heyecan yarattı ve Çin bankacılık
sistemindeki sorunları uluslararası gündeme taşıdı. Bu veriler artan şirket
borçluluğu rakamları ve toplam borcun artışı ile karakterize olan Çin’in borç
sorununun da çözülemediğine işaret ediyor.
Kısaca özetlemek gerekirse kredi/GSYH oranının uzun vadedeki
eğiliminden farklılaşmayı gösteren kredi/GSYH açığı oranının BIS’e göre % 10’un
üzerine çıkması bankacılık sisteminde sorunlara işaret ediyor ve önümüzdeki üç yıl
içinde kredi kaynaklı sorunların bir krizle sonuçlanması ihtimalinin
yüksekliğini ifade ediyor. Çin için bu oran tarihinin en yüksek seviyesi olan %
30,1 olarak hesaplanmış. Kanada verisi ve Asya ortalaması da % 10’un çok az
üzerindeyken bu ülkeleri % 9,6 ile Türkiye takip ediyor. Bu noktada bir parantez açalım. Türkiye için oran daha önceki yıllarda % 10’un üzerinde seyretti ancak son veriler yine de Türkiye
bankacılık sisteminde bir iyileşme tespit edilmesine izin vermiyor: Türkiye’de
sistemin gelire kıyasla anapara ve faiz ödemeleri dikkate alındığında borç
servisi oranları açısından sorunları olduğu raporda tespit edilmiş ve incelenen
43 ülke içinde Türkiye, Brezilya ve Çin ardından bu konuda en dikkat edilesi
ülke olarak gösterilmiş.
Çin'e dönecek olursak, BIS raporundaki erken uyarı verilerini ülke ekonomisine ilişkin başka
verilere ve son yıllardaki gelişmelere bakarak anlamak daha sağlıklı.
Dünya ekonomisindeki depresif eğilimler büyüme rakamlarını
aşağılarda tuttukça, talep daralması Çin ekonomisindeki büyüme tempo kaybını
daha belirgin hale geliyor. Bu sorunlar devasa proleterleşmenin ve kısa vadeli
kazanç kapısını ardına kadar açan finansal derinleşmenin üstüne biniyor. 2014
ve 2015’te katlanarak artan grevler ve Şangay endeksinin Haziran 2015
sonrasında bir ayda % 30’a varan gerilemesi Dünya ekonomisinin itici gücünün
teklediğinin göstergeleri olarak da alınabilir. Hatırlanacağı üzere hisse
senedi piyasasındaki oynaklıklar Ocak 2016’da borsa kapatmaya varan çöküşlere
neden olmuştu.
Büyümedeki tempo kaybı karşısında faiz oranı 2014’te % 6’dan
2015 sonunda % 4,35’e çekildi (bkz. tradingeconomics.com sitesinden aktardığım
grafik). Ekonomik sorunlar karşısında Çin firmalara ucuz kredi sağlama yoluna
gitti. Şirket borçlanması 2008’den bu yana hızla artan borç rakamlarını
şişirdi.
Toplam borcun GSYH’ye oranı 2008’de % 150’den 2013’te % 220’ye
çıktı. Şirket borçlanmasının başı çektiği eğilim, rakamı 2015 sonunda % 255’e
taşıdı (Bloomberg Intelligence verilerinden çıkan Dünya Gazetesi’ndeki grafik,
borcu unsurlarına bölerek gösteriyor).
Yeni yatırıma dönüşmeyen borçlanma ve Merkez Bankasının
borçlanma maliyetini daha indirme konusundaki çekimserliği 2016’da tahvil
piyasasına talebi arttırdı. Ekonomik beklentilerin kötüleşmesi ile birlikte bir
yandan takipteki kredi oranları artmaya devam etti öte yandan Çin’deki 20
yıllık tahvillere olan talep arttı ve getiri eğrisi (1 yıllık ve 20 yıllık
tahviller arasındaki fark) Ağustos 2016’da 90 baz puana kadar geriledi.
Devam eden sorunlar karşısında Çin’in ekonomiyi canlandırmak
için uyguladığı yöntemlerin bir sınırı bulunuyor. Devlet desteği ile şirketleri
ayakta tutmak, kamu şirketlerinin borçlarını yapılandırmak ve kredi
genişlemesini sürdürmek ilelebet mümkün değil. Üstelik düşük görünen devlet
borcu oranları yerel yönetimlerin borcu eklendiğinde ikiye katlanıyor.
Çin’in borç sorunu ve BIS’in altını çizdiği kredi/GSYH açığı
kısa vadede bankacılık kriziyle sonuçlanmayabilir. Ancak kredi mekanizmasının
geleceğe ertelediği sorunların hafiflemesi de pek mümkün görünmüyor.