Avrupa Merkez Bankası (AMB) 10 Mart’taki para politikası kararları ile sürpriz yaratarak miktarsal genişleme (expanded asset purchase program) kapsamındaki menkul
kıymet alım miktarını önemli ölçüde arttırdı. 2017 Mart’ına kadar devam edeceği
açıklanan Avro Bölgesi miktarsal genişleme programında (devlet tahvillerini de kapsayan) menkul kıymet alımı ayda 60 milyar avro’dan 80 milyara çıkarılmış oldu. AMB aynı gün politika
faizini yüzde 0,05’ten sıfıra indirdi. Aynı zamanda bankaları kredi vermeye
teşvik için negatif seviyeye çekilmiş olan mevduat faizini 10 baz puan daha
indirerek – 0,4’e çekti. Bankaların AMB’den borç aldıklarında ödeyecekleri faiz
oranı da sınırlı bir düşüşle yüzde 0,25’e indirilirken, yatırım notuna sahip şirket
tahvilleri de miktarsal genişleme programına eklendi. Bu son karar ve yeni bir
finansman operasyonu duyurusu (TLTRO II) ile AMB hem bankalara hem de şirketler
kesimine verebileceği desteğin sınırlarına bir adım daha yaklaşmış oldu.
Avro Bölgesi enflasyon verisinin Şubat 2016 için tekrar negatife düşmesi, başka bir ifadeyle yinelenen deflasyon ve Avro Bölgesi için kötüleşen
ekonomik beklentiler bu önlemlere yol açmış görünüyor. Kısaca AMB’nin daha önce
ne yaptığını ve politik yönelimi hatırlayıp bugünkü önlemlerin muhtemel
sonuçlarını tartışmakta fayda bulunuyor.
Geleneksel Olmayan
Önlemler Süreklileşiyor ve Sıradanlaşıyor
AMB yeniden finansman işlemleri vadesini 2008 ve 2009’da
kademeli olarak arttırırken uluslararası finansal krize verdiği ilk tepki
bankaların tahvillerini alarak (CBPP) kredi piyasasını korumak oldu. Tabloda[i]
özetlediğim üzere bankalara verilen destek düşük faizli borç temini (LTRO) şeklinde
Aralık 2011 ve Şubat 2012’de devam etti. Nihayet, hedef gözeten (reel sektöre
kredi temini hedefini vurgulayan) yeniden finansman işlemleriyle 2016 ortasına
kadar devam edecek bir program daha (TLTRO) tasarlandı. Menkul kıymet
alımlarından uygun koşullarda kredi teminine kadar verilen desteklerin toplamı
2016 ortasında 1,6 trilyon avroyu bulmuş olacak.
AMB politika faizini 2008’de yüzde 4’ten 2009’da yüzde 1’e indirmiş
ve bankalardan tahvil alımına giderken özellikle Almanya bankalarına destek
sunmuştu. Ancak aynı dönemde Yunan borç kriziyle başlayan ve derinleşen devlet
borcu sorunu devlet borçlanma piyasasına müdahaleleri de beraberinde getirdi.
Bu müdahaleler özellikle Güney Avrupa ülkelerinin tahvillerinin miktar
belirtilmeden ve bir programa bağlanmadan alınmasıyla başladı (SMP). Ancak AMB
ve Bundesbank’a egemen olan temel kaygı müdahalenin mali açıdan batık
devletleri kurtarmak anlamına geleceğiydi. Bu nedenle Doğrudan Parasal İşlemler
(OMT) adıyla tasarlanan alımlarda aynı zamanda Avrupa İstikrar Mekanizması’nın
istikrar programına tabi olunması koşulu getirildi. Bir anlamda Troyka (Avrupa
Komisyonu, AMB ve IMF) ama özellikle AMB 2012 Eylül’ünde, IMF’nin 1980’ler ve
1990’larda küresel Güney’de oynadığı role soyunmuştu. Son borç verme mercii
haline geleceğini açıklayan AMB açısından sorun ağır bir yeniden yapılandırma
sürecine tabi kılınacak ülkenin kurtarılmasıydı ve merkez ülkelerden Avro
Bölgesi’nin sorunlu coğrafyalarına kaynak transferi ya da borç silme (2012 Mart’ındaki
tarihin en büyük takas işlemi istisnası dışında) söz konusu bile değildi.
Politik Yönelimde
Israr ve Tükeniş
Kısaca belirtmek gerekirse Troyka açısından para politikası
ve kurtarma paketlerinin tasarımı çoktandır yapısal reformun gerekli olduğu
ekonomileri bu doğrultuda zorlamak gerektiği inancını yansıtıyordu. Emek
piyasası reformları ve sıkı maliye politikası ile toparlanma gerçekleşebilirdi.
AMB’nin para politikası ve geleneksel olmayan önlemleri bunun
kolaylaştırıcısıydı. Ulusal ölçekte kemer sıkmanın sürekliliği ve yapısal
reformlara, Avro Bölgesi düzeyinde finansal sektörün denetimi eklendiğinde
krizin geride bırakılabileceği anlayışı ve AMB’nin “kendi kendini düzelten”[ii]
mekanizmaları da barındırdığını belirttiği önlemlerinin zamanla ortadan
kalkacağına yönelik iddiasına karşı planlar işlemedi.
Buna rağmen AMB’nin tercihi finansal kesime ve bankalar
aracılığıyla da giderek artan oranda özel sektöre destek vermeye devam etmek
oldu. Geçen süre içinde Avro Bölgesi’nde ekonominin yerinde sayması ve 2014
sonunda başlayan deflasyon sorunu nedeniyle AMB 2015’te miktarsal genişlemeye
gitmek zorunda kaldı. Üstelik ekonomik durgunluk sorunun katmerlenmesine zemin
hazırlıyordu. Tekrar hatırlatmak gerekirse bugün Yunanistan’ın devlet borcunun gayrisafi hasılasına oranı, 2012’de borç takasının gerçekleştiği dönemle aynı! İtalya’nın devlet borcu GSYH oranı ise Yunanistan’ın borç sorununun başladığı 2009’un son aylarındaki oranından yaklaşık 10 puan daha fazla!
Miktarsal genişlemeye rağmen, AMB Eylül 2015’te ve Şubat
2016’da fiyatların düşüşüne engel olamadı. Yukarıdaki tabloda görülebildiği
üzere AMB’nin müdahale tarihçesi giderek tükenen seçenekler ve çözüm getirmeyen
programlarda ısrar olarak anlaşılabilir. Ancak burada vurgulanması gereken önemli
bir nokta daha var. Otoriter neoliberal zihniyet (ordoliberalizmi de barındıran
bir devlet-ekonomi ilişkisi yorumu) nedeniyle AMB’nin kriz karşısındaki
tepkileri en tepede alınan para politikası kararları aracılığıyla ulusal
ekonomilere reform yolunu dayatmak anlamına geliyor. AMB’nin devlet borçlanma
piyasasına müdahalesi genişlemeci ve çevrim karşıtı programların takip edilmesi
veya kamu harcamalarının artmasa dahi yerinde saymasını kolaylaştırma amacı
gütmüyor. Bu nedenle 2010 ve 2011’de SMP son derece ihtiyari ve geçici bir alım
anlamına geliyordu ve 2012’de OMT oldukça ağır koşullar ve yapısal reform taahhüdüyle
devlet borcu alımını öngörüyordu. 2015’ten itibaren uygulanan miktarsal
genişleme programı da aynı şekilde yatırım notuna sahip devlet kağıtlarının
alımını ve zarar söz konusu olursa bunun ilgili ülke merkez bankasına
yıkılmasını öngörüyor. AMB’nin son kararı miktarı artırmasına karşın kamu
harcamalarının artışı konusunda bir yönelim değişikliği simgelemiyor, aksine
denenmiş bir yöntemde ısrar ediyor.
Şapkadan Çıkan: Gergin
Bekleyiş
2. baskısı ay sonunda çıkacak çalışmamızda belirttiğimiz
üzere[iii] merkez
bankalarının barutu tükeniyor ve AMB’nin politika faizini daha indirme kararı
bunu simgeliyor. Karar sonrasında bir banka uzmanının “Draghi, tavşanın bir kısmını şapkadan çıkardı” yorumundaki benzetmeyi kullanacak olursak şapkadan
başka bir şey çıkmasının mümkün olmadığını ve durgunluk ve deflasyonun bundan
sonraki seyri için gergin bir bekleyişin başlayacağını belirtmek mümkün.
AMB şirket tahvillerini işin içine katarak (ve TLRTO II
aracılığıyla bankalara daha da ucuz finansman sağlayarak) kamudan esirgediğini
özel sektöre vermek dışında bir önlem alamıyor. Draghi 10 Mart’taki
açıklamasıyla faizlerin daha uzun bir süre bu seviyede tutulacağını belirtirken
bir yandan da bankaların karlılık oranlarına olumsuz etkide bulunabilecek daha
da düşük faiz oranlarından kaçınmak ve daha uygun finansman sağlamak isteğini
belirtti. Elbette yaygın beklenti piyasaya pompalanan avroların kredi
piyasasını canlandırması, avrodaki sınırlı değer kaybıyla ihracatı desteklemesidir.
Nitekim çok sayıda piyasa oyuncusu ve finansal uzman bunlara ek olarak yeni finansman programının olumlu yanlarından da söz etme ihtiyacındadır. Ancak önceki
yıllarda başlatılan geleneksel olmayan yöntemlerde olduğu üzere özel sektöre verilen
desteğin ekonomiye etkisinin derecesi tartışmalıdır. Ancak şurası açıktır: AMB’nin
kriz sırasındaki rolü Avrupa’da milyonlarca emekçinin yaşam standardını
düşürmek doğrultusunda olmuştur. Tam da kendi politik tercihleri ve kararları
aracılığıyla AMB neoliberal bir çerçevede yapabileceklerinin sonuna gelmektedir.
[i] Tablo daha önceki bir çalışmamda
yer almaktadır, burada güncellenmiştir ancak TLRTO II'nin ayrıntıları belirginleşmediği için bu program dahil edilmemiştir: Güngen, A. R. (2015) “Whatever it takes? The European Central
Bank’s Sovereign Debt Interventions in the Eurozone Crisis”, mimeo
[ii] European Central Bank (2011) The Monetary Policy of the ECB. ECB, Frankfurt.
[iii] Akçay, Ü. ve A. R.
Güngen (2016) Finansallaşma, Borç Krizi
ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği. NotaBene: Ankara.