Son dönemde önce Almanya ardından da Hollanda ile yaşanan gerginlikler sonrası Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, mültecilerle ilgili Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yapılan geri kabul anlaşmasının askıya alınabileceği sinyalini verdi. Ancak İçişleri Bakanı daha açık sözlüydü: “Çok arzu ediyorsanız, bir Geri Gönderme Anlaşmamız var, isterseniz size göndermediğimiz her ay 15 bin mültecinin önünü açalım da aklınız bir şaşırsın”. Bu açıklama ile Türkiye, resmi ağızdan açıkça kendi ülkesinde sığınmacı olarak bulunan insanların aslında siyasi bir koz olarak da kullanılabileceğini ilan etmiş oldu. Bu pozisyonun insani, ahlaki ve siyasi değerlendirmesini yapmak şüphesiz önemli. Ancak bu yazıda, yeri geldiğinde uluslararası siyaset açısından bir koz olarak görülen sığınmacıların Türkiye ekonomisine etkileriyle ilgili iki gözleme yer vereceğim.
Ekonomiyle ilgilenmeyebilirsiniz. Ancak bu sizi ekonomik krizin sonuçlarına maruz kalmaktan muaf kılmaz.
Kriz Notları Facebook Sayfası
▼
25 Mart 2017 Cumartesi
21 Mart 2017 Salı
20 yıl önce, 20 yıl sonra: Gözden kaçırılan yükümlülükler
Türkiye’de kamu borcu ve yükümlülükleri ile ilgili veriler ve raporları inceleyen bir araştırmacı devlet borçlanması kaynaklı bir kriz ya da istikrarsızlıkla karşılaşma ihtimalinin ortadan kalktığı yanılsamasına kapılabilir. Revizyona tabi tutulan Gayrisafi Yurtiçi Hasıla verilerine oranla borç stoku 2016 yılı 3. Çeyreğinde yüzde 27,4 olarak açıklandı. Hazine verilerine bakıldığında borç stokunun oransal olarak düşüşü 2016’da durmuş olsa da borç çevrimi sorunu çoktan ortadan kalkmış görünüyor. Borcun vade yapısının sağlamlığı yanında Hazine garantili kredilerin geri ödemelerinde de Hazinenin üstlendiği pay yok denecek kadar azalmış durumda.
17 Mart 2017 Cuma
6 Maddede Gayrimenkul Sertifikası Sistemi
Türkiye ekonomisi için inşaat sektörü her zaman
önemliydi. Ancak 2001 krizinden sonra inşaat ile finans sektörü arasındaki bağların
kuvvetlenmesi, 2001 sonrası ile öncesi arasında niteliksel bir farkın oluşmasına
neden oldu. Daha önceki yazılarda, inşat-finans bütünleşmesinin dinamiklerine
ve 2000’li yıllardaki temel doğrultunun kent mekanının finansallaştırılması olduğuna
işaret etmiştim (ilgilenenlere şu yazılara bakılabilir: link1, link2).
Bu yazıda, geçtiğimiz hafta yapılan düzenleme ile
uygulamaya geçen Gayrimenkul Sertifikası Sistemi’ne (GSS) odaklanacağım (GSS
ile ilgili üç düzenleme var: ilki, ikincisi
ve üçüncüsü).
GSS, bir taşla altı kuş vurmayı amaçlıyor! Bu amaçların her biri, inşaat-finans
bütünleşmesini kuvvetlendirecek yönde. Konuya ilgili yaptığı açıklamasında, TOKİ
Başkanı Mehmet Ergün Turan da bunu teyit ediyor: “gayrimenkul sertifikası ihracı sadece gayrimenkul sektörü değil finansal
piyasalar için de önemli”.
15 Mart 2017 Çarşamba
Sağ popülizm ekonomide ne vaat ediyor?
Geçtiğimiz yıl çok sayıda ülkede sağ popülist olarak nitelenen parti ve kişilerin siyaset sahnesinde yükselişini 2008-9 uluslararası finansal krizi ve dalgalarının bitmek bilmeyen gücüne bağlamak mümkün. Çöküş ve takip eden düşük büyüme, emek piyasasına dönemeyen milyonların öfkesi ve dönenlerin çalışma koşulları birlikte ele alındığında tepkisel bir siyasi söylemin güç kazanması için verimli bir zemin oluştuğunu görebiliyoruz. Sağ popülizmin, neoliberalizmin tahribatından faydalanarak bir seçmen bloku oluşturduğunu ancak dramatik değişiklikler ihtimalini güçlendirmekle birlikte zayıflıklarının bulunduğunu ileri sürüyorum. Ekonomi politikalarının piyasacılığı, ya da kemer sıkma karşıtlığını ulusal ekonomi savunusuna indirgemesi dünyanın farklı coğrafyalarında eşzamanlı görülen sağcı yükselişin de sınırlılığına işaret ediyor olabilir.
10 Mart 2017 Cuma
Küreselleşme, Sağ Popülizmin Yükselişi ve Sol
Liberaller, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı
görüntüleri izlenirken küreselleşmenin nihai zaferini ilan ettiğinden
emindiler. Oysa 1999’da ABD’nin Seattle kentinde yapılan Dünya Ticaret Örgütü
toplantısına karşı geliştirilen itiraz, 1989’dan on yıl sonra, küreselleşmenin
zaferinin çok da uzun ömürlü olmayacağını gösterdi. 1999’daki bu sert itirazdan
on yıl sonra gerçekleşen küresel finansal kriz, işlerin hiç de düşünüldüğü gibi
gitmediğinin işaretiydi. Küresel kriz konjonktürü sürerken 2016’da sağ
popülizmlerin yükselişi ise küreselleşmenin daha yüksek sesle sorgulanmaya
başladığını ilan ediyor.
7 Mart 2017 Salı
Göstergeler toparlanma diyor, ancak borç sorunu devam ediyor
Küresel finansal kriz sonrasında dünya basınının önde gelen kuruluşları aralıklarla felaketin tekrarlanabileceğine dair görüşler yayımladılar. Bu görüşlerin kapladığı yer, getiri oranı sıfırın altında olan tahvillere ilişkin 2016’daki tartışma sonrasında giderek azaldı. Dodd-Frank düzenlemelerindeki muhtemel revizyonların etkileri bilinemese de korumacılık, FED faiz artışı ihtimali ve bunun sonuçları ile Çin ekonomisindeki gelişmeler ve borsa rallileri 2017’de daha üst sıralara yükseldi.
Ancak akademi koridorlarında (Türkiye’den bahsetmiyorum!) ve uluslararası finansal kuruluşlarda yeniden kaynamaya başlayan devlet borcu tartışması ve yakın bir gelecekte olabileceklere ilişkin öngörüler daha az dikkat çekerek de olsa devam ediyor. Borç sorunu dendiğinde hem özel sektör ve hanehalkı borcu hem de devlet borçları akla gelir. Bu kısa değerlendirmeyi devlet borçları sorunuyla sınırlıyorum.
Ancak akademi koridorlarında (Türkiye’den bahsetmiyorum!) ve uluslararası finansal kuruluşlarda yeniden kaynamaya başlayan devlet borcu tartışması ve yakın bir gelecekte olabileceklere ilişkin öngörüler daha az dikkat çekerek de olsa devam ediyor. Borç sorunu dendiğinde hem özel sektör ve hanehalkı borcu hem de devlet borçları akla gelir. Bu kısa değerlendirmeyi devlet borçları sorunuyla sınırlıyorum.
3 Mart 2017 Cuma
İstikrarın Ekonomi Politiği – II
Geçtiğimiz hafta, 1990’lı yıllarda ekonomik ve siyasal
istikrarsızlıkların oluşmasına zemin oluşturan siyasal-iktisadi çerçevenin
2000’lerde değiştiğini yazmıştım.
Bu değişim, 2000’lerde tek parti iktidarlarını mümkün kılan önemli bir etkendi.
Yazıyı şu soruyla bitirmiştim: günümüzde hükümetlerin ekonomi politikalarını
şekillendiren siyasal-iktisadi yapıda bir değişim yaşanıyor mu? Bu soruya
vereceğimiz yanıtlar, gerek ekonomik gerekse siyasal gidişat için tahminde
bulunabilme olanaklarımızı artırabilir. İlk yazıdaki parametrelerden hareketle
bu düşünce akışını sürdürürsek, aşağıdaki üç gelişmeyi vurgulayabiliriz.