Kriz Notları Facebook Sayfası

19 Şubat 2017 Pazar

Trumponomics Uygulamada

Donald Trump başkanlığının ilk iki haftası oldukça çalkantılı geçti. İran’la gerginliğin tırmandırılmasından, yedi Müslüman ülkeden geleceklere ABD’nin kapılarının kapatılmasına ve buna karşı yükselen büyük gösterilere, medya ile yapılan kavgalardan, başkanlık kararnamelerini askıya alan yargı sistemine yönelik aşağılayıcı demeçlere kadar pek çok gelişme yaşandı. Bu yazıda Trump’ın ekonomi vaatleri arasında en önemlilerinden olan kuralsızlaştırma politikasının ilk adımını ele aldım.

Obama’dan Trump’a
2008’de, kapitalizm tarihinin en büyük finansal çöküşlerinden biri yaşanırken, Demokratların başkan adayı Barack Obama, Cooper Union konuşmasında, Wall Street ile Main Street’in (finans sektörü ile halkın) çıkarlarının birbiri ile çelişmediği temasını işliyordu ama konuşmanın heyecan yaratan kısmı o değildi. Ekonomik büyümeden sıradan ABD vatandaşlarının pay alamadığı, Wall Street yöneticilerinin gerçeklerden kopuk bir şekilde kararlar verdiği ve hukuki düzenlemelerin  finansal alanda yaşanan gelişmeleri takip edemediği gibi temaların dile getirilmesi, krizin en yıkıcı günlerinde ilgiyle karşılandı. 2000’lerdeki George W. Bush iktidarları sonrası 2009’da başkan olan Obama’nın bu çıkışı, ABD’deki finans kapitalin büyük baskısı ile büyük ölçüde budanarak da olsa 2010’da Dodd-Frank olarak bilinen Wall Street Reformu ve Tüketici Koruma Yasası’nın çıkması ile sonuçlandı.

 

Obama’nın konuşmasından dokuz yıl sonra geçtiğimiz Cuma günü yeni başkan Trump, önde gelen CEO’lar ile yaptığı bir toplantı sonrasında imzaladığı başkanlık kararnamesi ile finansal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi amacıyla Hazine Bakanlığı’nı görevlendirdi. Trump, bunu gerekçelendirirken açık sözlüydü: “Dodd-Frank yasasının pek çok özelliğini ortadan kaldıracağız. Güzel işleri olan pek çok insan, arkadaşlarım, Dodd-Frank yasasının getirdiği kurallar ve düzenlemeler nedeniyle borç alamıyorlar. Çünkü bankalar borçlanmalarına müsaade etmiyorlar.” Trump’ın seçim vaatlerinden de yer alan bu kuralsızlaştırma politikasının önemini anlamak için biraz daha geriye, ABD’de Yeni Finansal Mimari’nin (YFM) oluşumuna gitmek gerekiyor.

Yeni Finansal Mimari
YFM özellikle ABD’de 1990’lı yıllardan itibaren oluşan yeni finansal yapıyı tarif etmek için kullanılan bir tabir. YFM iki temel yeniliğe dayanıyordu. İlki, bankacılık sisteminin yeni geliştirdiği menkul kıymetleştirme teknikleri (securitization) ile borcun metalaşmasının mümkün hale gelmesi idi. İkincisi de risk yönetim tekniklerinde yapılan yenilikler ile risk transferinin mümkün hale gelmesi sonucunda bankaların ya da banka benzeri kurumların eşik altı krediler gibi (subprime mortgage) daha riskli işlemlere yönelmeleri idi.
Bill Clinton döneminde, 1999’da hayata geçirilen önemli bir hukuki düzenleme, yukarıda sıraladığım iki temel üzerinde yükselen YFM’nin oluşumuna önemli katkıda bulundu. Bu düzenleme, 1929 krizi sonrası hayata geçen ve yatırım bankaları ile ticari bankalar arasındaki geçişkenliği sınırlayan Glass-Steagall yasasının kaldırılması idi. Bu değişiklik sonrasında, bankacılık ile gölge bankacılık arasındaki duvarlar görünmez hale geldi ve bu 2008’deki çöküşe giden yolda önemli bir köşe taşı oldu.

Yoksulların Finansal İçerilmesi ve Kriz
YFM, kredi derecelendirme kuruluşlarından sigorta şirketlerine, bankalardan gölge bankacılık sistemine kadar pek çok aktörden oluşuyordu. Ancak sistemin temeli, belirli bir gelir akışına dayanarak üretilen türev ürünlerin menkul kıymet olarak satılmasına dayanıyordu. Bu türev ürünleri satın alan yatırımcılar, faizlerin düştüğü bir ortamda görece yüksek getiri elde edebiliyordu. Türev ürünlerin riskleri kredi derecelendirme kuruluşları tarafından ölçülmekteydi. Bu ürünleri satın alanlar, temerrüt riskine karşı sigorta işlevi gören yeni türev ürünler (Credit Default Swaps-CDSs) de aldılar. Sonuçta, tüm finansal mimari, türev ürünlerin dayandığı gelir akışına bağlıydı. Bu temel gelir akışının sürekliliği ise, kişilerin borçlarını geri ödemesi ile sağlanıyordu.
ABD’de yeni geliştirilen risk yönetim teknikleri ve borcun metalaştırılması mekanizmaları sonucunda, daha önce finansal sistem tarafından içerilmemiş kesimler, özellikle konut sektörü üzerinden borçlandırıldılar. Bir ev ve araba olarak simgeleşen “Amerikan Rüyası”, yoksullar için de mümkündü artık. Yoksulluk sınırının altında yaşayanlar, 65 yaşın üstünde olanlar, Afro-Amerikalılar ve göçmenler gibi, toplumun en alt tabakaları, ödeme güçlükleri bilinmesine rağmen konut sahibi olmak için borçlandırıldı. Kreditörler açısından, ödeme gücü yeterli olmayan bu kesimlerin borçlarını ödeyememeleri riski, gelir akışına dayanarak üretilen türev ürünleri satın alanlara aktarıldığından, bir sorun çıkarmayacaktı. Risk transferi illüzyonu, finans sisteminin daha riskli alanlara yönelmesi için teşvik edici bir rol oynadı. Sonuçta, borçlular borçlarını ödeyemediler. Sürekli bir gelir akışına dayanan, yani borçluların borçlarını aksatmadan ödemeleri üzerine kurulmuş olan bu finansal mimari 2008’de büyük bir gürültü ile çöktü.[1]



Trump’ın İlk İki Haftası
İlk iki haftasında Trump, bizdeki Kanun Hükmünde Kararname sistemine benzer bir şekilde çıkardığı Başkanlık Kararnameleri ile vaatlerini hayata geçireceği yönünde güçlü sinyaller verdi. Yeni seçildiğinde müstakbel başkanın ekonomi politikası üzerine, “Trumponomics 101” başlığıyla yazmıştım. Vaatleri arasında korumacı dış ticaret politikası ve büyümeyi hızlandırmak için mali politika marifetiyle yatırımların artırılması gibi önlemlerin yanında en zenginlere yapılacak vergi indirimi ve finans sistemi için düşünülen kuralsızlaştırma en önemli başlıklar idi.
Henüz yatırımlarla ve bunların nasıl hayata geçeceği ile ilgili adımlar göremedik. Trans Pasifik Anlaşması’ndan çekilme kararı, korumacı politikanın ilk adımı olarak görülebilir. Bunun dışında doların değerli olduğu ve Çin ile Almanya gibi ülkelerin kendi paralarını dolara karşı değersizleştirerek avantaj elde ettikleri gibi konular, Twitter kanalı ile ifade edildi! Bunların dışında ekonomik alandaki en net adım kuralsızlaştırma yönlü gözden geçirme ile atılmış oldu. Hazine tarafından yapılacak gözden geçirmenin nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor değil. Zira yeni yönetimin Hazine Bakanı olan Steven Mnuchin, Wall Street’in en büyüklerinden olan Goldman Sachs’ın eski bir yöneticisi!

Yeni Çöküşlere Kapı Aralandı
2008 krizinin nedenleri üzerine yapılan tartışmalara bakıldığında, 1990’lı yıllarda hayata geçirilen kuralsızlaştırma adımlarının önemli olduğunu ileri süren hatırı sayılır sayıda araştırmacı mevcut. Bu yaklaşımı savunanlara göre, finansal piyasaların yeterince düzenlenmemesi ve eksik denetim, firmaların aşırı risk almasına neden oldu ve bu da finansal çöküşün gerçekleşmesinde etkili oldu. Eğer sorun düzenleme eksikliği ise, bu akıl yürütmenin mantıki sonucu olarak, gerekli düzenlemeler yapıldığında krizler önlenebilirdi.
Bu elbette içinde yaşadığımız kapitalist sistemin temel özellikleri ve sisteme içsel olan kriz dinamikleri göz önüne alınınca naif bir çerçeve olarak kalıyor. Ancak 2008 çöküşü sonrasında, özellikle de Occupy Wall Street hareketinin yarattığı basıncı ortadan kaldırmak için bazı yüzeysel düzenlemeler hayata geçti. Dodd-Frank ile somutlaşan bu düzenlemelerle, ne batmak için çok büyük firmalar (too big to fail) sorunu çözüldü, ne de gölge bankacılık sistemi denetlenebildi. Dolayısıyla uygulamada, Trump’ın bu adımı büyük değişiklikler getirecek bir sonuç doğurmayacak.
Vurgulamamız gereken şu: 2008 çöküşü sonrasında, (YFM gibi) krizin patlak vermesinde etkili olan mekanizmalar, kriz sonrasında da, neredeyse hiç değişmeden varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla elimizde 2008'deki çöküşün tekrarlanmayacağına kanıt olarak gösterebileceğimiz herhangi bir dayanak mevcut değil. Trump’un kuralsızlaşmada yeni adımlar atma politikasının tek etkisi, yeni finansal çöküşleri daha da hızlandırmak olacaktır. 



[1] Yukarıda kısaca özetlediğim anlatının daha kapsamlı halini merak edenler, meslektaşım Dr. Ali Rıza Güngen ile yazdığımız ve 2016’da ikinci baskısını yapmış olan Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği kitabımıza bakabilir.



Bu yazı, 06.02.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı.