Donald Trump başkanlığının ilk iki haftası oldukça
çalkantılı geçti. İran’la gerginliğin tırmandırılmasından, yedi Müslüman
ülkeden geleceklere ABD’nin kapılarının kapatılmasına ve buna karşı yükselen
büyük gösterilere, medya ile yapılan kavgalardan, başkanlık kararnamelerini
askıya alan yargı sistemine yönelik aşağılayıcı demeçlere kadar pek çok gelişme
yaşandı. Bu yazıda Trump’ın ekonomi vaatleri arasında en önemlilerinden olan
kuralsızlaştırma politikasının ilk adımını ele aldım.
Obama’dan Trump’a
2008’de, kapitalizm tarihinin en büyük finansal
çöküşlerinden biri yaşanırken, Demokratların başkan adayı Barack Obama, Cooper Union konuşmasında, Wall Street ile Main Street’in (finans sektörü ile halkın) çıkarlarının
birbiri ile çelişmediği temasını işliyordu ama konuşmanın heyecan yaratan kısmı
o değildi. Ekonomik büyümeden sıradan ABD vatandaşlarının pay alamadığı, Wall
Street yöneticilerinin gerçeklerden kopuk bir şekilde kararlar verdiği ve hukuki
düzenlemelerin finansal alanda yaşanan
gelişmeleri takip edemediği gibi temaların dile getirilmesi, krizin en yıkıcı
günlerinde ilgiyle karşılandı. 2000’lerdeki George W. Bush iktidarları sonrası
2009’da başkan olan Obama’nın bu çıkışı, ABD’deki finans kapitalin büyük baskısı ile büyük ölçüde budanarak da olsa 2010’da Dodd-Frank olarak bilinen Wall
Street Reformu ve Tüketici Koruma Yasası’nın çıkması ile sonuçlandı.
Obama’nın konuşmasından dokuz yıl sonra geçtiğimiz Cuma
günü yeni başkan Trump, önde gelen CEO’lar ile yaptığı bir toplantı sonrasında imzaladığı
başkanlık kararnamesi ile finansal düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesi
amacıyla Hazine Bakanlığı’nı görevlendirdi. Trump, bunu gerekçelendirirken açık sözlüydü: “Dodd-Frank yasasının pek çok özelliğini ortadan kaldıracağız. Güzel
işleri olan pek çok insan, arkadaşlarım, Dodd-Frank yasasının getirdiği
kurallar ve düzenlemeler nedeniyle borç alamıyorlar. Çünkü bankalar borçlanmalarına
müsaade etmiyorlar.” Trump’ın seçim vaatlerinden de yer alan bu
kuralsızlaştırma politikasının önemini anlamak için biraz daha geriye, ABD’de
Yeni Finansal Mimari’nin (YFM) oluşumuna gitmek gerekiyor.
Yeni Finansal Mimari
YFM özellikle ABD’de 1990’lı yıllardan itibaren oluşan
yeni finansal yapıyı tarif etmek için kullanılan bir tabir. YFM iki temel
yeniliğe dayanıyordu. İlki, bankacılık sisteminin yeni geliştirdiği menkul
kıymetleştirme teknikleri (securitization)
ile borcun metalaşmasının mümkün hale gelmesi idi. İkincisi de risk yönetim
tekniklerinde yapılan yenilikler ile risk transferinin mümkün hale gelmesi
sonucunda bankaların ya da banka benzeri kurumların eşik altı krediler gibi (subprime mortgage) daha riskli işlemlere
yönelmeleri idi.
Bill Clinton döneminde, 1999’da hayata geçirilen önemli
bir hukuki düzenleme, yukarıda sıraladığım iki temel üzerinde yükselen YFM’nin
oluşumuna önemli katkıda bulundu. Bu düzenleme, 1929 krizi sonrası hayata geçen
ve yatırım bankaları ile ticari bankalar arasındaki geçişkenliği sınırlayan
Glass-Steagall yasasının kaldırılması idi. Bu değişiklik sonrasında, bankacılık
ile gölge bankacılık arasındaki duvarlar görünmez hale geldi ve bu 2008’deki
çöküşe giden yolda önemli bir köşe taşı oldu.
Yoksulların Finansal İçerilmesi ve Kriz
YFM, kredi derecelendirme kuruluşlarından sigorta
şirketlerine, bankalardan gölge bankacılık sistemine kadar pek çok aktörden
oluşuyordu. Ancak sistemin temeli, belirli bir gelir akışına dayanarak üretilen
türev ürünlerin menkul kıymet olarak satılmasına dayanıyordu. Bu türev ürünleri
satın alan yatırımcılar, faizlerin düştüğü bir ortamda görece yüksek getiri
elde edebiliyordu. Türev ürünlerin riskleri kredi derecelendirme kuruluşları
tarafından ölçülmekteydi. Bu ürünleri satın alanlar, temerrüt riskine karşı
sigorta işlevi gören yeni türev ürünler (Credit
Default Swaps-CDSs) de aldılar. Sonuçta, tüm finansal mimari, türev
ürünlerin dayandığı gelir akışına bağlıydı. Bu temel gelir akışının sürekliliği
ise, kişilerin borçlarını geri ödemesi ile sağlanıyordu.
ABD’de yeni geliştirilen risk yönetim teknikleri ve
borcun metalaştırılması mekanizmaları sonucunda, daha önce finansal sistem
tarafından içerilmemiş kesimler, özellikle konut sektörü üzerinden
borçlandırıldılar. Bir ev ve araba olarak simgeleşen “Amerikan Rüyası”,
yoksullar için de mümkündü artık. Yoksulluk sınırının altında yaşayanlar, 65
yaşın üstünde olanlar, Afro-Amerikalılar ve göçmenler gibi, toplumun en alt
tabakaları, ödeme güçlükleri bilinmesine rağmen konut sahibi olmak için
borçlandırıldı. Kreditörler açısından, ödeme gücü yeterli olmayan bu kesimlerin
borçlarını ödeyememeleri riski, gelir akışına dayanarak üretilen türev ürünleri
satın alanlara aktarıldığından, bir sorun çıkarmayacaktı. Risk transferi
illüzyonu, finans sisteminin daha riskli alanlara yönelmesi için teşvik edici
bir rol oynadı. Sonuçta, borçlular borçlarını ödeyemediler. Sürekli bir gelir
akışına dayanan, yani borçluların borçlarını aksatmadan ödemeleri üzerine
kurulmuş olan bu finansal mimari 2008’de büyük bir gürültü ile çöktü.[1]
Trump’ın İlk İki Haftası
İlk iki haftasında Trump, bizdeki Kanun Hükmünde
Kararname sistemine benzer bir şekilde çıkardığı Başkanlık Kararnameleri ile
vaatlerini hayata geçireceği yönünde güçlü sinyaller verdi. Yeni seçildiğinde
müstakbel başkanın ekonomi politikası üzerine, “Trumponomics 101” başlığıyla yazmıştım. Vaatleri arasında korumacı dış
ticaret politikası ve büyümeyi hızlandırmak için mali politika marifetiyle
yatırımların artırılması gibi önlemlerin yanında en zenginlere yapılacak vergi
indirimi ve finans sistemi için düşünülen kuralsızlaştırma en önemli başlıklar
idi.
Henüz yatırımlarla ve bunların nasıl hayata geçeceği ile
ilgili adımlar göremedik. Trans Pasifik Anlaşması’ndan çekilme kararı, korumacı
politikanın ilk adımı olarak görülebilir. Bunun dışında doların değerli olduğu
ve Çin ile Almanya gibi ülkelerin kendi paralarını dolara karşı
değersizleştirerek avantaj elde ettikleri gibi konular, Twitter kanalı ile
ifade edildi! Bunların dışında ekonomik alandaki en net adım kuralsızlaştırma
yönlü gözden geçirme ile atılmış oldu. Hazine tarafından yapılacak gözden
geçirmenin nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor değil. Zira yeni yönetimin
Hazine Bakanı olan Steven Mnuchin, Wall Street’in en büyüklerinden olan Goldman
Sachs’ın eski bir yöneticisi!
Yeni Çöküşlere Kapı Aralandı
2008 krizinin nedenleri üzerine yapılan tartışmalara
bakıldığında, 1990’lı yıllarda hayata geçirilen kuralsızlaştırma adımlarının
önemli olduğunu ileri süren hatırı sayılır sayıda araştırmacı mevcut. Bu
yaklaşımı savunanlara göre, finansal piyasaların yeterince düzenlenmemesi ve
eksik denetim, firmaların aşırı risk almasına neden oldu ve bu da finansal
çöküşün gerçekleşmesinde etkili oldu. Eğer sorun düzenleme eksikliği ise, bu
akıl yürütmenin mantıki sonucu olarak, gerekli düzenlemeler yapıldığında
krizler önlenebilirdi.
Bu elbette içinde yaşadığımız kapitalist sistemin temel
özellikleri ve sisteme içsel olan kriz dinamikleri göz önüne alınınca naif bir
çerçeve olarak kalıyor. Ancak 2008 çöküşü sonrasında, özellikle de Occupy Wall Street hareketinin yarattığı
basıncı ortadan kaldırmak için bazı yüzeysel düzenlemeler hayata geçti. Dodd-Frank
ile somutlaşan bu düzenlemelerle, ne batmak için çok büyük firmalar (too big to fail) sorunu çözüldü, ne de
gölge bankacılık sistemi denetlenebildi. Dolayısıyla uygulamada, Trump’ın bu
adımı büyük değişiklikler getirecek bir sonuç doğurmayacak.
Vurgulamamız gereken şu: 2008 çöküşü sonrasında, (YFM
gibi) krizin patlak vermesinde etkili olan mekanizmalar, kriz sonrasında da,
neredeyse hiç değişmeden varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla elimizde 2008'deki
çöküşün tekrarlanmayacağına kanıt olarak gösterebileceğimiz herhangi bir
dayanak mevcut değil. Trump’un kuralsızlaşmada yeni adımlar atma politikasının
tek etkisi, yeni finansal çöküşleri daha da hızlandırmak olacaktır.
[1] Yukarıda kısaca özetlediğim anlatının daha kapsamlı
halini merak edenler, meslektaşım Dr. Ali Rıza Güngen ile yazdığımız ve 2016’da
ikinci baskısını yapmış olan Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin
Geleceği kitabımıza bakabilir.
Bu yazı, 06.02.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı.