Bir seferlik gelirlerin dışarıda bırakıldığı faiz dışı yıllık dengede 131 milyar TL ile yeni bir rekor kırılmış olması, Türkiye’nin orta vadede büyüme potansiyeline etkide bulunacak etmenlerden gayrisafi sabit sermaye oluşumundaki gerileme ya da ihracatın büyümeye olan katkısının 2019 yılı 3. çeyreği için negatif çıkması ekonomi yönetiminin kapsamlı dönüşüm anlatısını örseliyor. Ekonomi yönetimi her gün bir müjdeyle aya, fezaya gideceğimizi ima ededursun, karışık bir resim var karşımızda. Bu resmi, nasıl bir mesafeden bahsettiğimi ve nereye gidilebileceğini kısaca aktarayım.
ATILIM MI, DURGUNLAŞMA MI?
2 Aralık’ta açıklanan 2019 yılı 3. çeyrek büyüme verilerine göre bu dönemde bir önceki yılın aynı dönemine göre hasıla yüzde 0,9 arttı. Kriz geride kaldı demek için bahane kollayanlara gün doğmuş olsa da buradaki sorunlara değinmek gerekiyor.
Öncelikle yıllık pozitif büyüme rakamı, çeyreklik bazda, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış büyüme rakamlarıyla bir arada değerlendirilmeli. Sırasıyla 2019 yılı ilk üç çeyreğinde yüzde 1,7; yüzde 1 ve yüzde 0,4 büyümüş olan bir ekonomide istikrarlı büyümeden değil durgunlaşmadan bahsedilebilir.
İçinden geçtiğimiz dönemi Türkiye’nin önceki kriz dönemleriyle karşılaştırmak da faydalı. Endeks verilerine göre Türkiye’de ekonomik daralma dönemleri ve takibindeki büyüme çizgisini aşağıda aktarıyorum. 2018 baharında başlayan daralmanın daha hafif atlatılıyor olduğu, bununla birlikte “geçti gitti” demenin mümkün olmadığı görülecektir.
Erdoğan yönetiminin yatırımlarda umduğu toparlanmanın gerçekleşmemiş olması bir yana, ihracat temelli bir toparlanmanın da görülmediği büyüme verilerinden çıkıyor. Net ihracatın büyümeye katkısı çeyreklik bazda negatif. İhracat artışı (yıllıklandırılmış artış bir önceki 12 aya göre 4 milyar dolarla gülünesi olsa da) devam ediyor, ama 2018’de açıklanan ihracat temelli krizden çıkış stratejisinin verdiği meyveler şimdiden kurtlanmış gibi duruyor.
Sonuçta sıkıntı devam ediyor, ancak bir şok yaşanmazsa pozitif büyüme rakamlarının görüleceği durgunlaşmayı deneyimliyoruz. Fakat bir yandan da devlet harcamaya devam ediyor, Merkez Bankası’nın 12 Aralık’ta devam ettirdiği faiz düşüşleri ve devlet bankaları öncülüğünde kredi genişlemesi görülüyor. Bu anlamda mesafe kat edilmiş denilebilir. Ancak ekonomi yönetiminin atılım olarak pazarlamaya çalıştığı şey durgunlaşma, daha kibar bir ifadeyle zayıf toparlanma.
NEREDE KALDI BU SERMAYE?
Ekonomi yönetiminin düşünce dizgesi, devletin benzer bir harcama temposunu ilanihaye sürdüremeyeceği ve hanelerin 2010-11’dekine benzer kredi iştahı sergileyemeyebileceği gibi gerçekler nedeniyle nihai sınamayı sermaye girişleri karşısında yaşayacak.
10 Aralık’ta açıklanan ödemeler dengesi verileri toplam sermaye girişinin henüz istenen seviyeye gelmediğini ancak önce çöken, şimdi durgunlaşan ekonomide finansman ihtiyacının azalması nedeniyle kur seviyelerinin korunabildiğini söylemeye izin veriyor (elbette daha önce ele aldığım bir devridaim makinası yardımıyla). Ekim ayında verilen 1,55 milyar dolar cari fazladan daha önemli olan veri Türkiye’ye gerçekleşen toplam sermaye girişinin seyri. Aşağıda hem yurtiçi yerleşiklerin hem de yabancıların Türkiye’ye doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve krediler aracılığıyla getirdiği parayı ve kaynağı bilinmeyen sermaye girişlerini toplayarak aktarıyorum.
Toplam sermaye hareketlerinin seyri üzerinden bir kriz içi dönemlendirme yapmak için bir süre daha geçmesi gerekiyor. Ancak kriz sırasındaki gidişat, idare edilebildiğini ve durgunlaşma sırasında zaten sınırlı olan finansman ihtiyacını karşılayacak kadar yabancı sermayenin girdiğini gösteriyor.
AYA, FEZAYA YA DA PLEBİSİTE?
Buradan nereye gidileceği elbette belirsiz. Başa döneyim.
Sorunlu kredilerin temizlenmesi ve kredi yapılandırması sürecinin 2020’de tamamlanması planlanıyor. Burada pürüz çıkmaması ve küresel konjonktürün finansal genişleme evresinin devamı durumunda AKP kadrolarının bugüne kadar alınan mesafenin devamını getirerek, daha az çalkantıyla yönetmesi ihtimali mevcut.
Bu sırada, ekonomi yönetiminin ima ettiği kapsamlı dönüşüm olmaksızın belirli bir seviyede seyre devam edecek olan ekonomik faaliyet birçok toplumsal sorunun çözümünü değil ağırlaşmasını getirecek. Geniş toplumsal kesimlerin 2018-19’daki servet yitimi kadar mevcut gelir dağılımı adaletsizliği ve içerideki politik atmosfer de yoğun kaygı yaratmaya devam ediyor. AKP kadrolarının kullanmayı iyi bildiği uluslararası gerilimler de iktisatçıların sevdiği terimle “dışsal şok” üretebilecek nitelikte.
Verilerin ima ettiği durgunlaşma ve fakat krizin bedelini toplumun geniş kesimlerine ödetebilme kapasitesi ile muhalefetin dağınıklığı karşısında ne öngörülebilir? Nereye gidiliyor? Yönetenler açısından yeni bir siyasi belirsizlik demek olan seçim olasılığı tartışmasının kendisi bu bağlamda o kadar anlamlı görünmeyebilir. Ancak rejimin karakteri nedeniyle bu tartışmayı yapmak durumundayız.
Sınırlı çevrelerde de olsa yürütülen bu tartışmada ileri sürülen çeşitli argümanları tekrarlamayacağım. Tartışmanın şimdi yapılıyor olmasının iki nedenini hatırlatayım: 17 yıllık AKP iktidarında ilk defa olmasa da partide kayda değer ayrışmalar yaşanıyor, birden fazla yeni oluşum çıkıyor ve 17 yıllık AKP iktidarında ikinci defa büyük ve sarsıcı bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu bağlamda yönetenlerin krizin bedelini topluma ödetebilme kapasitesinde henüz bir aşınma olmaması ve ihtiyaç duyulan finansal desteğin bulunabilmesi nedeniyle en tepedekilerin seçimi düşünmedikleri doğrudur. Ancak otoriter ve plebisiter rejimin ikide bir sandıkla lideri onaylatmak zorunda olduğu da unutulmamalıdır.
Önümüzdeki günlerde takip edilmesi gereken bazı gelişmeler ve kararlar var: Örneğin, uzun zamandır ertelenen infaz düzenlemesi, paternalist iktidar tarafından nihayete erdirilecek mi? Öğrenci ve yeni mezunların kredi yurtlar kurumu borçlarının silinmesi ya da yapılandırılması planı hayata geçirilecek mi? 2020 yılında bir işçinin sağlıklı geçimi için gerekli olan ücrete yakın bir asgari ücret belirlenecek mi? Yeni Ekonomi Programı’nda tekrar ileri sürülen ancak adım atılmayan birkaç önemli gedik öylece bırakılacak mı? Başka bir deyişle, kıdem tazminatı düzenlemesi de, devlet harcamalarına set çekilmesi gibi girişimler de yeniden (bir süreliğine de olsa) ertelenecekler mi? Ortaya atılan ve fakat sonra ortada bırakılan yeniden değerleme hesabındaki farkın Hazine’ye aktarılması gibi bir düzenleme ile parasal genişleme gerçekleşecek mi?
Bu ve benzeri birkaç alandaki kararlar Türkiye’de 2020 atmosferini bir ölçüde belirleyecek. Resmi tamamlayan unsur uluslararası gelişmeler. Tekrarlayayım: Uluslararası sıkışmışlık karşısında her türlü kurumsal mekanizmayı geçerek, seçmenle doğrudan ilişki kurmayı tercih eden bir siyasetçi, plebisiter karakter nedeniyle aralıklarla doğrudan onaya ihtiyaç duyulan bu rejim sürekli sandığı çağırmasa tartışmayı sürdürmek anlamlı olmazdı. Ancak dağınık olsa da muhalefette restorasyoncu bir iktidar için bolca adım atılıyor. Bu sırada ekonomi yönetimi 2017 referandumu ve 2018 seçimleri öncesinde görülenlere benzer çeşitli kararlar alıyor ya da bu kararların alınacağı yeni dönemeçler yaklaşıyor.
Bu ekonomiyle aya, fezaya gidilmeyeceği kesin. Buna karşın alınan mesafe ekonomi yönetiminin 2018-19 planının kısmen işlediğini de gösteriyor. Yalnız bu kısmi bir başarı. Bu kadar belirsizlik, uluslararası sıkışmışlık ve yeni yatırımların pek ortalarda görünmediği bu zayıf toparlanma işleri karıştırıyor.
İsterseniz ona seçim demeyelim, ancak bir plebisit ihtimali, liderin doğrudan milletine (ya da kendi şahsına) seslenip çeşitli “odakları” hedefe koyarak tekrar onay aldığı yeni bir kampanya ihtimali her daim eşikte duruyor.
not: Bu yazı 13 Aralık 2019'da gazeteduvaR'da yayımlandı.
ATILIM MI, DURGUNLAŞMA MI?
2 Aralık’ta açıklanan 2019 yılı 3. çeyrek büyüme verilerine göre bu dönemde bir önceki yılın aynı dönemine göre hasıla yüzde 0,9 arttı. Kriz geride kaldı demek için bahane kollayanlara gün doğmuş olsa da buradaki sorunlara değinmek gerekiyor.
Öncelikle yıllık pozitif büyüme rakamı, çeyreklik bazda, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış büyüme rakamlarıyla bir arada değerlendirilmeli. Sırasıyla 2019 yılı ilk üç çeyreğinde yüzde 1,7; yüzde 1 ve yüzde 0,4 büyümüş olan bir ekonomide istikrarlı büyümeden değil durgunlaşmadan bahsedilebilir.
İçinden geçtiğimiz dönemi Türkiye’nin önceki kriz dönemleriyle karşılaştırmak da faydalı. Endeks verilerine göre Türkiye’de ekonomik daralma dönemleri ve takibindeki büyüme çizgisini aşağıda aktarıyorum. 2018 baharında başlayan daralmanın daha hafif atlatılıyor olduğu, bununla birlikte “geçti gitti” demenin mümkün olmadığı görülecektir.
Erdoğan yönetiminin yatırımlarda umduğu toparlanmanın gerçekleşmemiş olması bir yana, ihracat temelli bir toparlanmanın da görülmediği büyüme verilerinden çıkıyor. Net ihracatın büyümeye katkısı çeyreklik bazda negatif. İhracat artışı (yıllıklandırılmış artış bir önceki 12 aya göre 4 milyar dolarla gülünesi olsa da) devam ediyor, ama 2018’de açıklanan ihracat temelli krizden çıkış stratejisinin verdiği meyveler şimdiden kurtlanmış gibi duruyor.
Sonuçta sıkıntı devam ediyor, ancak bir şok yaşanmazsa pozitif büyüme rakamlarının görüleceği durgunlaşmayı deneyimliyoruz. Fakat bir yandan da devlet harcamaya devam ediyor, Merkez Bankası’nın 12 Aralık’ta devam ettirdiği faiz düşüşleri ve devlet bankaları öncülüğünde kredi genişlemesi görülüyor. Bu anlamda mesafe kat edilmiş denilebilir. Ancak ekonomi yönetiminin atılım olarak pazarlamaya çalıştığı şey durgunlaşma, daha kibar bir ifadeyle zayıf toparlanma.
NEREDE KALDI BU SERMAYE?
Ekonomi yönetiminin düşünce dizgesi, devletin benzer bir harcama temposunu ilanihaye sürdüremeyeceği ve hanelerin 2010-11’dekine benzer kredi iştahı sergileyemeyebileceği gibi gerçekler nedeniyle nihai sınamayı sermaye girişleri karşısında yaşayacak.
10 Aralık’ta açıklanan ödemeler dengesi verileri toplam sermaye girişinin henüz istenen seviyeye gelmediğini ancak önce çöken, şimdi durgunlaşan ekonomide finansman ihtiyacının azalması nedeniyle kur seviyelerinin korunabildiğini söylemeye izin veriyor (elbette daha önce ele aldığım bir devridaim makinası yardımıyla). Ekim ayında verilen 1,55 milyar dolar cari fazladan daha önemli olan veri Türkiye’ye gerçekleşen toplam sermaye girişinin seyri. Aşağıda hem yurtiçi yerleşiklerin hem de yabancıların Türkiye’ye doğrudan yatırım, portföy yatırımı ve krediler aracılığıyla getirdiği parayı ve kaynağı bilinmeyen sermaye girişlerini toplayarak aktarıyorum.
Toplam sermaye hareketlerinin seyri üzerinden bir kriz içi dönemlendirme yapmak için bir süre daha geçmesi gerekiyor. Ancak kriz sırasındaki gidişat, idare edilebildiğini ve durgunlaşma sırasında zaten sınırlı olan finansman ihtiyacını karşılayacak kadar yabancı sermayenin girdiğini gösteriyor.
AYA, FEZAYA YA DA PLEBİSİTE?
Buradan nereye gidileceği elbette belirsiz. Başa döneyim.
Sorunlu kredilerin temizlenmesi ve kredi yapılandırması sürecinin 2020’de tamamlanması planlanıyor. Burada pürüz çıkmaması ve küresel konjonktürün finansal genişleme evresinin devamı durumunda AKP kadrolarının bugüne kadar alınan mesafenin devamını getirerek, daha az çalkantıyla yönetmesi ihtimali mevcut.
Bu sırada, ekonomi yönetiminin ima ettiği kapsamlı dönüşüm olmaksızın belirli bir seviyede seyre devam edecek olan ekonomik faaliyet birçok toplumsal sorunun çözümünü değil ağırlaşmasını getirecek. Geniş toplumsal kesimlerin 2018-19’daki servet yitimi kadar mevcut gelir dağılımı adaletsizliği ve içerideki politik atmosfer de yoğun kaygı yaratmaya devam ediyor. AKP kadrolarının kullanmayı iyi bildiği uluslararası gerilimler de iktisatçıların sevdiği terimle “dışsal şok” üretebilecek nitelikte.
Verilerin ima ettiği durgunlaşma ve fakat krizin bedelini toplumun geniş kesimlerine ödetebilme kapasitesi ile muhalefetin dağınıklığı karşısında ne öngörülebilir? Nereye gidiliyor? Yönetenler açısından yeni bir siyasi belirsizlik demek olan seçim olasılığı tartışmasının kendisi bu bağlamda o kadar anlamlı görünmeyebilir. Ancak rejimin karakteri nedeniyle bu tartışmayı yapmak durumundayız.
Sınırlı çevrelerde de olsa yürütülen bu tartışmada ileri sürülen çeşitli argümanları tekrarlamayacağım. Tartışmanın şimdi yapılıyor olmasının iki nedenini hatırlatayım: 17 yıllık AKP iktidarında ilk defa olmasa da partide kayda değer ayrışmalar yaşanıyor, birden fazla yeni oluşum çıkıyor ve 17 yıllık AKP iktidarında ikinci defa büyük ve sarsıcı bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu bağlamda yönetenlerin krizin bedelini topluma ödetebilme kapasitesinde henüz bir aşınma olmaması ve ihtiyaç duyulan finansal desteğin bulunabilmesi nedeniyle en tepedekilerin seçimi düşünmedikleri doğrudur. Ancak otoriter ve plebisiter rejimin ikide bir sandıkla lideri onaylatmak zorunda olduğu da unutulmamalıdır.
Önümüzdeki günlerde takip edilmesi gereken bazı gelişmeler ve kararlar var: Örneğin, uzun zamandır ertelenen infaz düzenlemesi, paternalist iktidar tarafından nihayete erdirilecek mi? Öğrenci ve yeni mezunların kredi yurtlar kurumu borçlarının silinmesi ya da yapılandırılması planı hayata geçirilecek mi? 2020 yılında bir işçinin sağlıklı geçimi için gerekli olan ücrete yakın bir asgari ücret belirlenecek mi? Yeni Ekonomi Programı’nda tekrar ileri sürülen ancak adım atılmayan birkaç önemli gedik öylece bırakılacak mı? Başka bir deyişle, kıdem tazminatı düzenlemesi de, devlet harcamalarına set çekilmesi gibi girişimler de yeniden (bir süreliğine de olsa) ertelenecekler mi? Ortaya atılan ve fakat sonra ortada bırakılan yeniden değerleme hesabındaki farkın Hazine’ye aktarılması gibi bir düzenleme ile parasal genişleme gerçekleşecek mi?
Bu ve benzeri birkaç alandaki kararlar Türkiye’de 2020 atmosferini bir ölçüde belirleyecek. Resmi tamamlayan unsur uluslararası gelişmeler. Tekrarlayayım: Uluslararası sıkışmışlık karşısında her türlü kurumsal mekanizmayı geçerek, seçmenle doğrudan ilişki kurmayı tercih eden bir siyasetçi, plebisiter karakter nedeniyle aralıklarla doğrudan onaya ihtiyaç duyulan bu rejim sürekli sandığı çağırmasa tartışmayı sürdürmek anlamlı olmazdı. Ancak dağınık olsa da muhalefette restorasyoncu bir iktidar için bolca adım atılıyor. Bu sırada ekonomi yönetimi 2017 referandumu ve 2018 seçimleri öncesinde görülenlere benzer çeşitli kararlar alıyor ya da bu kararların alınacağı yeni dönemeçler yaklaşıyor.
Bu ekonomiyle aya, fezaya gidilmeyeceği kesin. Buna karşın alınan mesafe ekonomi yönetiminin 2018-19 planının kısmen işlediğini de gösteriyor. Yalnız bu kısmi bir başarı. Bu kadar belirsizlik, uluslararası sıkışmışlık ve yeni yatırımların pek ortalarda görünmediği bu zayıf toparlanma işleri karıştırıyor.
İsterseniz ona seçim demeyelim, ancak bir plebisit ihtimali, liderin doğrudan milletine (ya da kendi şahsına) seslenip çeşitli “odakları” hedefe koyarak tekrar onay aldığı yeni bir kampanya ihtimali her daim eşikte duruyor.
not: Bu yazı 13 Aralık 2019'da gazeteduvaR'da yayımlandı.