Kriz Notları Facebook Sayfası

22 Kasım 2017 Çarşamba

Çalkantı, kriz ve bir devlet bankasının hikayesi

Hikaye çatısı gerçekten acıklı: devlet mülkiyetinde olan, 80 yaşında dolayısıyla bir finansal kuruluş için erişkin yaşta denebilecek bankanın önce özelleştirilmeye çalışılması, sonra çoğunluk hissesi devlette ve fakat Özelleştirme İdaresi’nde olan bir bankaya dönüşümü, 2008-09’da yeniden fark edilen faydalarıyla yeni bir hayata kavuşması ama bu hayatın Varlık Fonu’nun evlatlığına dönüşmekle yeni bir çalkantı evresine girmesi ve çapsız bir dolandırıcının itirafları nedeniyle isim değişikliğine uzanması (ya da uzanma ihtimali) ve bunun aileyi toptan yıkıma sürüklemesi. Fazla melodramatik, senaryo olsa yüzüne bakılmaz…

Türkiye’nin baskı ve zulümle karakterize edilebilecek bir dönemden geçtiği herkesin malumu. Otoriter ya da proto-faşist olarak nitelenebilecek bir dönemde bu kadar melodram fazla gelebilir. Ne de olsa göz gözü görmüyor. Sadece siyasi baskılar ve 12 Eylül Anayasası’na dahi aykırı kararname yönetimi  (decretismo a la turca) nedeniyle değil, aynı zamanda olayların hızlı aktığı kriz ortamı nedeniyle de. Siyasal iktidar için 2013’ten bu yana bir tarafa doğru itilen Türkiye’nin ölüm kalım mücadelesi olarak tarif edilen husus, aslında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere 2014’ten itibaren daha dalgalı bir sermaye girişinin gerçekleşmesi ve bunun Türkiye’nin finansman ihtiyacının yoğunlaşmasıyla çakışmasından ibaret. Bu dönemde önlem niteliğinde olduğu kadar akıntı icabı binlerce düzenleme gerçekleşti. Ancak zamanlama nedeniyle yeni banka düzenlemesi olağandan fazla dikkat çekti.

Yeni düzenleme ne anlama geliyor?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 16 Kasım’da Resmi Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle banka bölünmelerini yeniden düzenledi.[i] Düzenleme üzerine yapılan temel spekülasyon ABD’de süregiden davada Reza Zarrab’ın söyleyecekleri sonrasında Halkbank’a yüksek bir ceza verilebileceği ve bu olasılık karşısında hükümetin Halkbank’ın tabelasını değiştirerek (Emlakbank çatısı altında) bankayı koruma uğraşına girdiğiydi. Spekülasyonlar karşısında BDDK Başkanı Mehmet Ali Ekben düzenlemenin ticaret kanununa uyum için yapıldığını belirtti. Bu çalışmanın Zarrab davasında baş aşağı gidişin görünür olduğu dönemden bu yana devam ettiği söylense ve teknokratların ya da ilgili bakanların yalanlamalarının pek dikkate alınamayacağı bilinse de Türkiye’de bankacılık sektörüne ilişkin bir cezanın sadece tabela değişikliğiyle geçiştirilemeyecek etkileri olacağı malum.

Söz konusu değişiklik şuna izin veriyor: 31 Mayıs 2018’e kadar faaliyete geçme süresi tanınan Emlakbank’ı Türkiye Varlık Fonu satın alabilir, bu iki banka arasında kurulan iştirak mekanizması ile Halkbank varlıkları tamamen değil ancak siyasi iktidarın karar vereceği ölçüde diğer bankaya aktarılabilir. Yine de siyasi iktidarın isteği hilafına banka iştirakini ve hisse devrini vb. engelleyecek bir BDDK’nın günümüz koşullarında olmadığı, hukuki düzenlemeleri iktidar uzantılarının bir söz ve kararnameyle ortadan kaldırabildiği göz önünde bulundurulursa, bu düzenlemeye gerek olup olmadığı sorusu cevapsız kalmaktadır.

Daha somut veriler için başka göstergelere bakmak mantıklı olabilir. Düzenlemenin Resmi Gazete’de yayımlandığı gün Halkbank hisselerinde yüzde 10’a varan bir yükseliş yaşandı. Yüksek oynaklık görülmesi durumunda müdahale eden devre kesiciler nedeniyle işlemlere bir süre ara verildi. Daha sonrasında Halkbank hisseleri benzer bir seviyeden işlem görmeye devam etti. Önceki 70 günde yaklaşık olarak yüzde 30 değer kaybeden hisseler böylece birkaç gün içinde yüzde 10 değer kazandı.[ii] Bu kadar tesadüf finansal piyasalarda mümkün değildir. BCG Partners ve Citi aracılığıyla hisse alan ve fiyatı yukarı çekenler büyük olasılıkla düzenlemeden haberdar olan, en azından alınan önlemlerin Halkbank’ın birden erimesine izin verilmeyeceği şeklinde yorumlanacağını öngörenlerdi.

Halkbank’ın nasıl bir yapısı bulunuyor?

Siyasal iktidarın olan bitene ilişkin tasavvuru bankacılık sektörüne ne kadar zarar vereceği kestirilemeyen büyük ve uluslararası bir komplonun gerçekleşmekte olduğu yönünde. Yorum biliniyor ancak Halkbank’ın yapısı ve önemi o kadar tartışılmıyor:

Halkbank bilanço büyüklüğü itibarıyla Türkiye’nin 5. büyük bankası. Aktif büyüklüğü 279,7 milyar TL. Türkiye’de verilen nakdi kredilerin neredeyse onda birini bu banka veriyor. Eylül 2017 itibarıyla ortalama özkaynak karlılığı yüzde 17,65, ortalama aktif karlılığı yüzde 1,57.[iii] Bu rakamlar Hazine faiz destekli yatırım kredileri veren, gerektiğinde siyasal iktidarın projeleri doğrultusunda ucuz kredi kullandıran bankanın karlılığının (yeniden yapılandırıldıktan sonraki yıllara göre gerilemekle birlikte) halen oldukça yüksek olduğunun ifadesi.

Banka 2001 krizi sonrasında görev zararları kapatılarak yeniden yapılandırıldıktan sonra, kendi faaliyetini düzenleyici kurallara rağmen çok daha fazla ticari banka işlevi üstlendi. Mülkiyet yapısı itibarıyla Banka 2001 krizi sonrasında yüzde 51,11’i Özelleştirme İdaresi’ne ait ve Aralık 2008 ve Kasım 2012’deki halka arzlar sonrasında yüzde 48,86’sı gerçek ve tüzel kişilere ait bir bankaya dönüştü. Bu dönüşüm sırasında özelleştirme uğraşları iki büyük hisse arzının ötesine geçemedi. Kısmen büyük bankaların toptan satışının uluslararası finansal kriz sonrasında zorlaşması, kısmen de devlet bankalarının kriz karşısında işlevsel bir araç olarak kullanılabilmesi nedeniyle özelleştirme projelerinin yerini farklı girişimler aldı. Söz konusu bankaların 2008 3. Çeyrekten 2009 son çeyreğe kadarki ekonomik daralma sırasında krizin etkilerinin hafifletilmesi için büyük bir şevkle kullanıldığı, bankacılık sektöründeki kredi geri çağırma furyasına karşı set oluşturdukları biliniyor.[iv]

Zaman içinde devlet bankalarının İslami finansal derinleşme bağlamında (bu düşüncenin olgunlaşmasının müsebbibi de 2008-09 uluslararası finansal krizidir) kullanılması düşüncesi ağırlık kazandı. Halkbank iştiraki bir İslami bir bankanın kurulması ise Ekim 2015’te askıya alınmıştı. Bu tarihte Halkbank katılım bankası lisans başvurusunu “şimdilik” geri çektiğini açıkladı. İran’a olan ABD kaynaklı ambargonun delinmesi sırasında bankanın kullanılmış olması nedeniyle süregiden belirsizliğin böyle bir adımın atılmasını askıya aldırdığını iddia etmek mümkün görünüyor. Dolayısıyla Ziraat Katılım 2016’da kurulsa da Halkbank için böyle bir adım atılmadı. Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması sonrasında 10 Mart 2017’de o zaman 638,8 milyon TL değerindeki hisseler (ÖİB’ye ait olan yüzde 51) Varlık Fonu’na devredildi. Kısacası Halkbank Türkiye bankacılık sektöründe ağırlıklı bir yeri bulunan ve dev bir finansal şirket olarak yapılandırılan Varlık Fonu’na devri sonrasında uluslararası soruşturma/dava nedeniyle çeşitli kusurları beraberinde taşıyan ancak kullanışlı bir ticari devlet bankası konumunda.

Önem ve olası etkiler

Siyasi açıdan dış müdahaleyle bir devlet bankasının faaliyetlerinin engellenmesi AKP’liler için bulunmaz fırsat. Kendi hukuk süreçlerini başka ülkelere dayatacak nobranlıktaki ABD müesses nizamı için olan biten bir bakıma Türkiye’deki siyasal iktidarı hizaya getirme araçlarından birisinin devreye sokulması. Olayın uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler ambargo düzenlemelerinin yorumlanması vb. alanlarda olduğu kadar jeostratejik çekişmeler açısından mühim olduğu muhakkak.[v] Ancak daha önemli değilse de bir o kadar önemli husus Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları nedeniyle sıkıştırıldığı cendereden kaynaklanıyor.

Türkiye’deki bankalar 2016 başından bu yana net dış finansman açısından (zamanın büyük kısmında) eksideler. Kısaca bankalar taze kaynak bulmakta son iki yıldır çok zorlanıyor. Darbe girişimi sonrasında ve referandum sürecinde (sonrasında da seçim sath-ı mailinde) kredi genişlemesini teşvik siyaseti bu koşullarda faizleri yukarı çıkartıyor. Hazine’nin 2017 bütçesindeki borç limitini yılsonunda 37 milyar TL kadar aşacak borçlanma temposu yukarı gidişe destek oluyor. 2017’de Türkiye’nin toplam dış borç stoku gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 52’sine ulaştı. Gelecek 12 ay içinde vadesi gelen dış borç ve cari açığın toplamı olarak ifade edilebilecek finansman ihtiyacı rakamı ise yaklaşık olarak 210 milyar dolar. Verilerle birlikte ele alındığında tek bir cümle ile ifade edecek olursak Türkiye’nin, sermaye kaçışlarına daha duyarlı hale geldiğini, kriz beklentisinin yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla Halkbank etrafındaki spekülasyon ve muhtemel yaptırımların esasen etkide bulunacağı nokta mevcut yoğun gerilimin halihazırdaki finansman ihtiyacıyla çakışmasıdır. Başka bir ifadeyle Türkiye ekonomisinin sorunları nedeniyle ufak esintiler dahi ekonomik bir fırtına yaratabilir. Kaldı ki ülkedeki en büyük finansal kuruluşlardan birisinin uluslararası ödeme sistemlerinden çıkartılması ya da uluslararası faaliyet yürütemeyecek hale getirilmesi, bugünden öngörülemeyecek bir finansal çalkantıya yol açar. Bankanın önemi ve yaptırımların ekonomik yansımaları nedeniyle muhtemel ceza ve yaptırımlar birer kabus senaryosu oluşturuyor. Buna karşın bugünden yarına büyük bir yaptırımın da görülmeyebileceği not edilmeli: bir o kadar olası olan bankanın işlemesini zorlaştıracak bir ölçüde ceza kesilmesi ve banka üzerinde dönen spekülasyonlarla AKP’nin elindeki büyük bir finansal aracın iktidarın tercih edeceği biçimde kullanılmasını ABD otoritelerinin mümkün mertebe engellemesidir. Finansman ihtiyacı bu kadar yüksek bir ekonomide siyasal iktidarın düşük büyüme lanetinden uzaklaşmak için tercih ettiği yolu devam ettirmesi istikrarsızlığı derinleştirebilir. Halkbank’ın kendisi ya da ona yönelik yaptırımlar tek başlarına değil ancak mevcut arka planda Türkiye’ye sermaye girişlerinde dalgalanmalara sundukları katkıyla krizde etkili olacaktır.


İktidarın aileyi (bankacılık sektörünü) korumak için kendi meşrebince bir koruma programı yaratıp yaratmadığını ve bunun etkilerini dikkatle takip edeceğiz. Şimdilik hikayeyi hatırlatmakla yetinelim ki bu melodramı kahramanlık filmine dönüştürmeye uğraşanlarla dalga geçebilelim.   



Bu metin abstrakt dergi'de 21 Kasım 2017'de yayımlanmıştır. 

[i]Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, bankaların devir, bölünme ve hisse devri işlemlerine ilişkin yönetmeliğinde değişiklik yaptı. 16 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğinin lafzı şu şekilde: BDDK’nın bankaların bölünmesine dair yönetmeliğindeki “bölünmeye ilişkin hükümler, 15 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü saklı kalmak kaydıyla, bir bankanın malvarlığının bir veya birden fazla bölümünün bankanın infisah etmesine neden olmayacak şekilde devredilmesi ve bu suretle bankanın devredilen malvarlığı bölümlerinin karşılığında devralan şirketlerdeki payları ve hakları elde ederek yavru şirketini oluşturması sonucunu doğuran kısmi bölünmesine uygulanmaz.” Halkbank’ın acıklı hikayesinin bu düzenlemeyle taçlanan bir trajedi olup olmadığını kısa vadede göreceğiz.
[ii] Hisse fiyatı seyri için bkz. http://www.bloomberght.com/borsa/hisse/turkiye-halk-bankasi
[iii] Bkz. Türkiye Halk Bankası A.Ş. 3. Çeyrek Ara Dönem Faaliyet Raporu, www.kap.org.tr
[iv] Bkz. Marois, T. and Güngen, A. R. (2016) “Credibility and class in the evolution of public banks: the case of Turkey”, The Journal of Peasant Studies, 43 (6): 1285-1309
[v] Bu alanda en öngörülü ve iyi değerlendirme Selva Tor tarafından yazılmıştır. Bkz. Tor, S. (2016) “Büyük resmin küçük adamı: Sarraf”, www.aljazeera.com.tr (25. 3. 2016).
[vi] Bkz. Güngen, A. R. (2017) “Türkiye’de Ekonomik İstikrarsızlığın Farklı Boyutları, Beklentiler ve Alternatifler”, Ayrıntı Dergi, 19.