Hikaye çatısı gerçekten acıklı: devlet mülkiyetinde olan, 80 yaşında
dolayısıyla bir finansal kuruluş için erişkin yaşta denebilecek bankanın önce
özelleştirilmeye çalışılması, sonra çoğunluk hissesi devlette ve fakat
Özelleştirme İdaresi’nde olan bir bankaya dönüşümü, 2008-09’da yeniden fark
edilen faydalarıyla yeni bir hayata kavuşması ama bu hayatın Varlık Fonu’nun
evlatlığına dönüşmekle yeni bir çalkantı evresine girmesi ve çapsız bir
dolandırıcının itirafları nedeniyle isim değişikliğine uzanması (ya da uzanma
ihtimali) ve bunun aileyi toptan yıkıma sürüklemesi. Fazla melodramatik,
senaryo olsa yüzüne bakılmaz…
Türkiye’nin baskı ve zulümle karakterize edilebilecek bir dönemden geçtiği
herkesin malumu. Otoriter ya da proto-faşist olarak nitelenebilecek bir dönemde
bu kadar melodram fazla gelebilir. Ne de olsa göz gözü görmüyor. Sadece siyasi
baskılar ve 12 Eylül Anayasası’na dahi aykırı kararname yönetimi (decretismo
a la turca) nedeniyle değil, aynı zamanda olayların hızlı aktığı kriz
ortamı nedeniyle de. Siyasal iktidar için 2013’ten bu yana bir tarafa doğru
itilen Türkiye’nin ölüm kalım mücadelesi olarak tarif edilen husus, aslında
aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere 2014’ten itibaren daha dalgalı bir
sermaye girişinin gerçekleşmesi ve bunun Türkiye’nin finansman ihtiyacının
yoğunlaşmasıyla çakışmasından ibaret. Bu dönemde önlem niteliğinde olduğu kadar
akıntı icabı binlerce düzenleme gerçekleşti. Ancak zamanlama nedeniyle yeni
banka düzenlemesi olağandan fazla dikkat çekti.
Yeni düzenleme ne anlama geliyor?
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu 16 Kasım’da Resmi Gazetede
yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle banka bölünmelerini yeniden düzenledi.[i]
Düzenleme üzerine yapılan temel spekülasyon ABD’de süregiden davada Reza
Zarrab’ın söyleyecekleri sonrasında Halkbank’a yüksek bir ceza verilebileceği
ve bu olasılık karşısında hükümetin Halkbank’ın tabelasını değiştirerek
(Emlakbank çatısı altında) bankayı koruma uğraşına girdiğiydi. Spekülasyonlar
karşısında BDDK Başkanı Mehmet Ali Ekben düzenlemenin ticaret kanununa uyum
için yapıldığını belirtti. Bu çalışmanın Zarrab davasında baş aşağı gidişin
görünür olduğu dönemden bu yana devam ettiği söylense ve teknokratların ya da
ilgili bakanların yalanlamalarının pek dikkate alınamayacağı bilinse de
Türkiye’de bankacılık sektörüne ilişkin bir cezanın sadece tabela değişikliğiyle
geçiştirilemeyecek etkileri olacağı malum.
Söz konusu değişiklik şuna izin veriyor: 31 Mayıs 2018’e kadar faaliyete
geçme süresi tanınan Emlakbank’ı Türkiye Varlık Fonu satın alabilir, bu iki
banka arasında kurulan iştirak mekanizması ile Halkbank varlıkları tamamen
değil ancak siyasi iktidarın karar vereceği ölçüde diğer bankaya aktarılabilir.
Yine de siyasi iktidarın isteği hilafına banka iştirakini ve hisse devrini vb.
engelleyecek bir BDDK’nın günümüz koşullarında olmadığı, hukuki düzenlemeleri
iktidar uzantılarının bir söz ve kararnameyle ortadan kaldırabildiği göz önünde
bulundurulursa, bu düzenlemeye gerek olup olmadığı sorusu cevapsız kalmaktadır.
Daha somut veriler için başka göstergelere bakmak mantıklı olabilir.
Düzenlemenin Resmi Gazete’de yayımlandığı gün Halkbank hisselerinde yüzde 10’a
varan bir yükseliş yaşandı. Yüksek oynaklık görülmesi durumunda müdahale eden
devre kesiciler nedeniyle işlemlere bir süre ara verildi. Daha sonrasında
Halkbank hisseleri benzer bir seviyeden işlem görmeye devam etti. Önceki 70
günde yaklaşık olarak yüzde 30 değer kaybeden hisseler böylece birkaç gün
içinde yüzde 10 değer kazandı.[ii] Bu kadar tesadüf finansal piyasalarda mümkün
değildir. BCG Partners ve Citi aracılığıyla hisse alan ve fiyatı yukarı
çekenler büyük olasılıkla düzenlemeden haberdar olan, en azından alınan
önlemlerin Halkbank’ın birden erimesine izin verilmeyeceği şeklinde
yorumlanacağını öngörenlerdi.
Halkbank’ın nasıl bir yapısı bulunuyor?
Siyasal iktidarın olan bitene ilişkin tasavvuru bankacılık sektörüne ne
kadar zarar vereceği kestirilemeyen büyük ve uluslararası bir komplonun
gerçekleşmekte olduğu yönünde. Yorum biliniyor ancak Halkbank’ın yapısı ve
önemi o kadar tartışılmıyor:
Halkbank bilanço büyüklüğü itibarıyla Türkiye’nin 5. büyük bankası. Aktif
büyüklüğü 279,7 milyar TL. Türkiye’de verilen nakdi kredilerin neredeyse onda
birini bu banka veriyor. Eylül 2017 itibarıyla ortalama özkaynak karlılığı
yüzde 17,65, ortalama aktif karlılığı yüzde 1,57.[iii] Bu rakamlar Hazine faiz
destekli yatırım kredileri veren, gerektiğinde siyasal iktidarın projeleri
doğrultusunda ucuz kredi kullandıran bankanın karlılığının (yeniden
yapılandırıldıktan sonraki yıllara göre gerilemekle birlikte) halen oldukça
yüksek olduğunun ifadesi.
Banka 2001 krizi sonrasında görev zararları kapatılarak yeniden
yapılandırıldıktan sonra, kendi faaliyetini düzenleyici kurallara rağmen çok
daha fazla ticari banka işlevi üstlendi. Mülkiyet yapısı itibarıyla Banka 2001
krizi sonrasında yüzde 51,11’i Özelleştirme İdaresi’ne ait ve Aralık 2008 ve
Kasım 2012’deki halka arzlar sonrasında yüzde 48,86’sı gerçek ve tüzel kişilere
ait bir bankaya dönüştü. Bu dönüşüm sırasında özelleştirme uğraşları iki büyük
hisse arzının ötesine geçemedi. Kısmen büyük bankaların toptan satışının
uluslararası finansal kriz sonrasında zorlaşması, kısmen de devlet bankalarının
kriz karşısında işlevsel bir araç olarak kullanılabilmesi nedeniyle özelleştirme
projelerinin yerini farklı girişimler aldı. Söz konusu bankaların 2008 3.
Çeyrekten 2009 son çeyreğe kadarki ekonomik daralma sırasında krizin
etkilerinin hafifletilmesi için büyük bir şevkle kullanıldığı, bankacılık
sektöründeki kredi geri çağırma furyasına karşı set oluşturdukları
biliniyor.[iv]
Zaman içinde devlet bankalarının İslami finansal derinleşme bağlamında (bu
düşüncenin olgunlaşmasının müsebbibi de 2008-09 uluslararası finansal krizidir)
kullanılması düşüncesi ağırlık kazandı. Halkbank iştiraki bir İslami bir
bankanın kurulması ise Ekim 2015’te askıya alınmıştı. Bu tarihte Halkbank
katılım bankası lisans başvurusunu “şimdilik” geri çektiğini açıkladı. İran’a
olan ABD kaynaklı ambargonun delinmesi sırasında bankanın kullanılmış olması
nedeniyle süregiden belirsizliğin böyle bir adımın atılmasını askıya
aldırdığını iddia etmek mümkün görünüyor. Dolayısıyla Ziraat Katılım 2016’da
kurulsa da Halkbank için böyle bir adım atılmadı. Türkiye Varlık Fonu’nun
kurulması sonrasında 10 Mart 2017’de o zaman 638,8 milyon TL değerindeki
hisseler (ÖİB’ye ait olan yüzde 51) Varlık Fonu’na devredildi. Kısacası
Halkbank Türkiye bankacılık sektöründe ağırlıklı bir yeri bulunan ve dev bir
finansal şirket olarak yapılandırılan Varlık Fonu’na devri sonrasında uluslararası
soruşturma/dava nedeniyle çeşitli kusurları beraberinde taşıyan ancak
kullanışlı bir ticari devlet bankası konumunda.
Önem ve olası etkiler
Siyasi açıdan dış müdahaleyle bir devlet bankasının faaliyetlerinin
engellenmesi AKP’liler için bulunmaz fırsat. Kendi hukuk süreçlerini başka
ülkelere dayatacak nobranlıktaki ABD müesses nizamı için olan biten bir bakıma
Türkiye’deki siyasal iktidarı hizaya getirme araçlarından birisinin devreye
sokulması. Olayın uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler ambargo
düzenlemelerinin yorumlanması vb. alanlarda olduğu kadar jeostratejik
çekişmeler açısından mühim olduğu muhakkak.[v] Ancak daha önemli değilse de bir
o kadar önemli husus Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları nedeniyle
sıkıştırıldığı cendereden kaynaklanıyor.
Türkiye’deki bankalar 2016 başından bu yana net dış finansman açısından
(zamanın büyük kısmında) eksideler. Kısaca bankalar taze kaynak bulmakta son
iki yıldır çok zorlanıyor. Darbe girişimi sonrasında ve referandum sürecinde
(sonrasında da seçim sath-ı mailinde) kredi genişlemesini teşvik siyaseti bu
koşullarda faizleri yukarı çıkartıyor. Hazine’nin 2017 bütçesindeki borç
limitini yılsonunda 37 milyar TL kadar aşacak borçlanma temposu yukarı gidişe
destek oluyor. 2017’de Türkiye’nin toplam dış borç stoku gayrisafi yurtiçi
hasılanın yüzde 52’sine ulaştı. Gelecek 12 ay içinde vadesi gelen dış borç ve
cari açığın toplamı olarak ifade edilebilecek finansman ihtiyacı rakamı ise
yaklaşık olarak 210 milyar dolar. Verilerle birlikte ele alındığında tek bir
cümle ile ifade edecek olursak Türkiye’nin, sermaye kaçışlarına daha duyarlı
hale geldiğini, kriz beklentisinin yoğunlaştığını söyleyebiliriz.
Dolayısıyla Halkbank etrafındaki spekülasyon ve muhtemel yaptırımların
esasen etkide bulunacağı nokta mevcut yoğun gerilimin halihazırdaki finansman
ihtiyacıyla çakışmasıdır. Başka bir ifadeyle Türkiye ekonomisinin sorunları
nedeniyle ufak esintiler dahi ekonomik bir fırtına yaratabilir. Kaldı ki
ülkedeki en büyük finansal kuruluşlardan birisinin uluslararası ödeme
sistemlerinden çıkartılması ya da uluslararası faaliyet yürütemeyecek hale
getirilmesi, bugünden öngörülemeyecek bir finansal çalkantıya yol açar. Bankanın
önemi ve yaptırımların ekonomik yansımaları nedeniyle muhtemel ceza ve
yaptırımlar birer kabus senaryosu oluşturuyor. Buna karşın bugünden yarına
büyük bir yaptırımın da görülmeyebileceği not edilmeli: bir o kadar olası olan
bankanın işlemesini zorlaştıracak bir ölçüde ceza kesilmesi ve banka üzerinde
dönen spekülasyonlarla AKP’nin elindeki büyük bir finansal aracın iktidarın
tercih edeceği biçimde kullanılmasını ABD otoritelerinin mümkün mertebe
engellemesidir. Finansman ihtiyacı bu kadar yüksek bir ekonomide siyasal
iktidarın düşük büyüme lanetinden uzaklaşmak için tercih ettiği yolu devam
ettirmesi istikrarsızlığı derinleştirebilir. Halkbank’ın kendisi ya da ona
yönelik yaptırımlar tek başlarına değil ancak mevcut arka planda Türkiye’ye
sermaye girişlerinde dalgalanmalara sundukları katkıyla krizde etkili
olacaktır.
İktidarın aileyi (bankacılık sektörünü) korumak için kendi meşrebince bir
koruma programı yaratıp yaratmadığını ve bunun etkilerini dikkatle takip
edeceğiz. Şimdilik hikayeyi hatırlatmakla yetinelim ki bu melodramı kahramanlık
filmine dönüştürmeye uğraşanlarla dalga geçebilelim.
Bu metin abstrakt dergi'de 21 Kasım 2017'de yayımlanmıştır.
[i]Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, bankaların devir, bölünme ve hisse devri işlemlerine ilişkin yönetmeliğinde değişiklik yaptı. 16 Kasım’da Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğinin lafzı şu şekilde: BDDK’nın bankaların bölünmesine dair yönetmeliğindeki “bölünmeye ilişkin hükümler, 15 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü saklı kalmak kaydıyla, bir bankanın malvarlığının bir veya birden fazla bölümünün bankanın infisah etmesine neden olmayacak şekilde devredilmesi ve bu suretle bankanın devredilen malvarlığı bölümlerinin karşılığında devralan şirketlerdeki payları ve hakları elde ederek yavru şirketini oluşturması sonucunu doğuran kısmi bölünmesine uygulanmaz.” Halkbank’ın acıklı hikayesinin bu düzenlemeyle taçlanan bir trajedi olup olmadığını kısa vadede göreceğiz.
[ii] Hisse fiyatı seyri için bkz.
http://www.bloomberght.com/borsa/hisse/turkiye-halk-bankasi
[iii] Bkz. Türkiye Halk Bankası A.Ş. 3. Çeyrek Ara Dönem Faaliyet Raporu, www.kap.org.tr
[iv] Bkz. Marois, T. and Güngen, A. R. (2016) “Credibility and
class in the evolution of public banks: the case of Turkey”, The Journal of Peasant Studies, 43 (6):
1285-1309
[v] Bu alanda en öngörülü ve iyi değerlendirme Selva Tor tarafından
yazılmıştır. Bkz. Tor, S. (2016) “Büyük resmin küçük adamı: Sarraf”, www.aljazeera.com.tr (25. 3. 2016).
[vi] Bkz. Güngen, A. R. (2017) “Türkiye’de Ekonomik
İstikrarsızlığın Farklı Boyutları, Beklentiler ve Alternatifler”, Ayrıntı Dergi, 19.