Türkiye’de ilginç bir kanun
değişikliği gerçekleşecek. Belki de bir OHAL kararname maddesi ile Türkiye’nin
borçlanma limiti değiştirilecek ya da geçiçi bir maddeyle borç limiti krizi
savuşturulacak.
Hatırlatmak gerekirse 2002 yılında
kabul edilen temel borç yönetimi kanunu (4749 sayılı kanun) bütçede belirtilen
gelir-gider farkı miktarını net borçlanma limiti olarak tanımlamıştı. Kanun
devamında limitin arttırılma koşullarını (muazzam kesinlikte bir cümle ile
başlayarak) sıralıyordu:
“Borçlanma limiti değiştirilemez.
Ancak borç yönetiminin ihtiyaçları ve gelişimi dikkate alınarak, bu limit yıl
içinde en fazla yüzde beş oranında artırılabilir. Bu miktarın da yeterli
olmadığı durumlarda, ilave yüzde beş oranında bir tutar, ancak Müsteşarlığın
görüşü ve Bakanın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile artırılabilir.”
Şimdi ise bu limit değiştiriliyor. 26
Temmuz günü de Ekonomi Koordinasyonundan Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet
Şimşek, borçlanma limiti içinde kalınamayacağını, kendisinin (limitin ne kadar
aşılacağına dair) net bir rakam telaffuz etmek istemediğini söyledi.
Türkiye’de borçlanma sınırlarının
içinde kalınamaması en son 2009’da gerçekleşti ve getirilen bir geçici madde
ile (5917 sayılı kanun) limit, net borç kullanım tutarının beş katına
çıkartıldı. Şimdi benzer bir arttırım zorunluluğu söz konusu.
Bu noktaya nasıl gelindi?
2016’da ekonomiyi canlandırmak için
başlatılan şirket kurtarma operasyonlarının eşlikçisi kamu harcamalarının
artışı oldu. Darbe girişiminden sonra gerçekleşen çok sayıdaki düzenleme içinde
vergi ertelemeleri ve indirimleri de önemli bir yer tuttu. Maliye Bakanı Naci
Ağbal bu son kalemdeki düzenlemelere – vergilerde yapılan indirimler, Eylül ayı
sonuna kadar mobilya ve konut satışında KDV’nin yüzde 8’e indirilmesi, yine
Eylül ayına kadar beyaz eşyada ÖTV’nin sıfırlanması vb. – atıfta bulunarak, düzenlemelerin
bütçeye getireceği toplam yükün 2017 için 11,9 milyar lira olarak
hesaplandığını belirtti.
Söz konusu yük sene başında ise 1
milyar lira olarak hesaplanmaktaydı. Çünkü indirim süresi ve kapsamı
sınırlıydı. Ancak hem referandum sürecindeki harcamalar hem de vergi
indirimlerinin süre ve kapsamının artışı bütçeye binen yükü arttırdı. Bunun
doğrudan Hazine nakit gerçekleşmelerine yansıması oldu. Aşağıdaki tablo
değişimi özetliyor.
Hazine Nakit Gerçekleşmeleri (milyar TL)
|
||
2016 ilk 6 ay
|
2017 ilk 6 ay
|
|
Gelirler
|
262,9
|
292,3
|
Giderler
|
283,2
|
334,5
|
Faiz Dışı Denge
|
4,6
|
-15,8
|
Nakit Dengesi
|
-7,7
|
-33,3
|
Borçlanma
|
18
|
44,8
|
Kaynak:
Hazine
Verilere göre Hazine’nin faiz
dışındaki giderleri (ve bu nedenle toplam giderler kalemi) bir önceki yılın
aynı dönemine göre 2017’nin ilk altı ayında 50 milyar lira kadar arttı. Sonuç
Hazine’nin nakit açığının fırlaması ve ilk altı ayda bir önceki yılın aynı
dönemindekinin 2,5 katı borçlanılmasıdır.
Türkiye’nin borçlanma limiti 2017 yılı
bütçesine göre 47,5 milyar TL’dır. Dolayısıyla bu rakam büyük ihtimalle Temmuz
sonunda geçilecektir.
Yukarıda değinilen kanun değişikliği (ya
da OHAL düzeni nedeniyle bir kararname) ise son derece ilginç yansımaları
bulunan bir değişiklik olacaktır.
İstenmeyen Sorular ve Kifayetsizlik
Sürekli harcama kesintisi dayatan mali
kural tartışmalarını bu kısa yazıda incelemek mümkün değil. Türkiye’de
borçlanma limitinin nasıl bir politik-ekonomik düzlemde hangi toplumsal
sınıfların işine yaradığının ayrıntısına girmeden şimdiki limit sorununun akla
getirdiği istenmeyen soruları hatırlatalım.
Bir istibdat rejimindeyiz. Buna
katılmayanlar ya da sorunun formülasyonunu benimsemeyenler olsa da akıllardaki
soru şu şekilde formüle edilebilir:
Tek adamın istekleri doğrultusunda
siyasal ve iktisadi gündemi biçimlendirmek sonunda maliyetli krizlere neden
olur mu? Bizim ele aldığımız borç limiti sorunu bağlamında tekrar ifade edecek
olursak, ekonomide reisçilik ve kamu maliyesinde steril neoliberalizm bir arada
yürüyebilir mi? (Bu sorunun kendisinin yetersizliği başka bir yazının konusu)
Sadece, hiç arzu edilmeyecek bir
bağlamda soruyu tekrar tekrar akıllara getirmesinden kaynaklanmıyor, borç
limiti düzenlemesinin ilginçliği. Aynı zamanda Ekonomi Koordinasyonundan
Sorumlu Başbakan Yardımcısı’nın borç limitinin geçileceğini kamu önünde kabul
ettiği gün (26 Temmuz) 2017 Kamu Borç Yönetimi Raporu’nun Şimşek’in önsözüyle
ve “kamu maliyesinde sıkı duruş”un korunduğu vurgusuyla yayımlanmış olması da
kifayetsizliğin bu kadarı dedirtiyor. Kısaca, üstü örtülmek istenen bir soru
şudur: Borçlanma limitinin değiştirildiği yılda bazı resmi raporlarda yapılan
sıkı duruş ve mali disiplin vurgusu iktidar içi bir uyarı mıdır, yoksa basit
bir pazarlama yöntemi midir?
Son bir nokta daha: Ekonomiyi
canlandırma amaçlı düzenlemeler-indirimler-ertelemelerin 2018 yılında bütçeye
getireceği ek yükün 7,4 milyar TL olması bekleniyor. Ama bizzat bu rakamı
açıklayan Maliye Bakanı Naci Ağbal, bundan 6 ay önce ekonomik canlanma
tedbirlerinin bütçeye yükünün son derece sınırlı olacağını ilan etmişti. Dolayısıyla
başka bir soru da şudur: Küresel ekonomideki zayıf toparlanma ve sermaye
akımlarının seyrinde değişim olmadığı süreçte kamu harcamaları ve ek önlemler
aracılığıyla ekonomik büyümeyi kamçılama politikası ne kadar sürdürülebilir?
Şimşek ve Ağbal, başlarındaki zatın
hesaplarının gereği olarak kamu maliyesindeki hesapların tutmayışını çok acemi
bir şekilde örtmeye çalışıyorlar. Kifayetsizliklerinin kriz hazırlacıyıcılarına
değil mizah malzemesine dönüşmesi temennimizdir.