Türkiye ekonomisinde 2016 sonlarında görülen stragflasyonist sıkışma, alınan önlemlerle bir süreliğine de olsa atlatıldı ancak biriken temel ekonomik sorunlarla ilgili atılan ciddi bir adım henüz ortada yok. Anaakım iktisatçıların “yapısal reformların gerekliliği” söylemi sürerken, Başbakan Yıldırım, “reform devrimi gerçekleştireceğiz” açıklamasıyla çıtayı biraz daha yükseltti. Ancak şimdi gündemde, Cumhurbaşkanı’nın bakanlıklardan gelecek bilgilerle hazırlanmasını istediği 180 günlük plan var. Açıklamalardan anlaşılan, bunun ardından 2018 için bir yıllık bir hazırlık daha yapılacak. Peki, planlama ufku neden 6 ay ile 1 yıla sıkışmış durumda? Bunun nedeni, 2019’da yapılacak olan, ülkenin kaderini tayin edici nitelikteki Cumhurbaşkanlığı seçimleri.
Çıkmaz Yollar
180 günlük plana geçmeden kısaca hatırlatmakta fayda var: Türkiye’de, ekonomi politikalarının yönelimi konusu bir süredir belirsizliklerle dolu. Temel ekonomik sorunların çözümüne dair iki yaklaşım öne çıkıyor ve her ikisinin de sonu çıkmaz yolla bitiyor. Bunlardan ilki “yapısal reformların gerekliği” yaklaşımı. Bu yaklaşım bize özgü değil, ölçeği biraz daha genişletirsek, bu yaklaşımın anaakım iktisadın günümüzdeki standart reçetesi olduğunu görebiliriz.
Örneğin, Yunanistan’da krizin en yoğunlaştığı günlerde gündem yapısal reformların uygulanmasıydı. Çin ekonomisinde yavaşlama belirginleşince bunun yapısal reformların eksikliği nedeniyle gerçekleştiği söylendi. ABD’de krizden çıkış bir türlü güçlü bir büyümeye temposuna dönüşmeyince yanıt hazırdı: ABD yapısal tedbirleri yeterince almamaktadır. Ya Türkiye ekonomisi?
Muhalefetinden iktidar partisine, hükümet yanlısı iktisatçısından muhalif “görünümlü” liberal yorumcusuna kadar herkesin üzerinde uzlaştığı tek konu, Türkiye ekonomisindeki temel sorununun yapısal reformların eksikliği olduğudur. Şehir efsanesine dönüşen bu reformların içeriğini ise, herkes kendi meşrebince olduruyor. Özetle, dünya genelinde tıkanan neoliberal modelin daha da derinleştirilmesine yönelik olarak formüle edilecek olan yapısal reformların Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözmede işlevli olması oldukça zor.
İkinci çıkmaz yolun savunucuları olan “yerli ve milli iktisatçıların” (evet, bu iddiada olanlar var) naifliği ise, kapitalizmi dert etmeden küresel kurumların (Batı’nın) dayatmalarına (neoliberalizme) karşı gelinebileceği gibi temelsiz bir inanca kapılmış olmaları. 20. yüzyılda “bağımlılık” tartışmalarından bir nebze haberi olan biri, kapitalizmle derdi olmayan herhangi bir anti-emperyalist çizginin, hızla sermayenin programı haline gelebileceğini ve çözülmesi istenen sorunların yeniden üretilmesinden başka bir sonucun ortaya çıkmayacağını bilir. Dolayısıyla, ikinci öneri de çıkmaz yola sapıyor.
180 Günlük Plan
Çıkmaz yollar ile ilgili iki kısa hatırlatma sonrasında şunu söyleyebiliriz. Gündemde olan ne anaakım iktisatçıların beklentilerini karşılayacak bir yapısal reform programıdır, ne de neoliberal küresel finans sermayesiyle çelişmeyi göze alan bir “kalkınmacı” seçenek. Gündemde 2019 seçimlerine kadar mevcut sorunların mümkün olduğu kadar gündelik hayata yansımasını engelleyecek ve sorunları 2019 sonrasına erteleyecek bir “geleceğe kaçış” planıdır.
Basına yansıdığı kadarıyla öğrenebildiğimiz, bu planda “yatırımlar, 2019’da yapılacak seçimlere kadar ‘öncelikle vatandaşlara değen’ olarak ayıklanacak”. 180 günlük planda, “acil olmayan kamu yatırımlarının durdurulması, eldeki kaynakların reel sektörün canlandırılması, küçük ve orta ölçekli yatırımcıyı ve vatandaşı rahatlatacak tercihlere yönelmesi” öncelik olarak tespit edilmiş.
Enflasyonu Düşürmek İçin İthalat
180 günlük planın ayrıntılarını henüz bilmiyoruz, ancak geçtiğimiz haftalarda alınan bazı kararlar bize ipuçları sunuyor. Örneğin enflasyonu düşürmek için Gıda Komitesi’nin tavsiyeleriyle, tarımsal ürünlerin ithalatından alınan gümrük vergilerinin düşürülmesi kararları bu çerçevede ele alınabilir. TL’deki değersizleşmenin tarımsal maliyetlere yansımaları açıkken, faiz politikasının kilitlenmiş olmasının sonuçları bu alana da yansıyor. Yapılan, ithalat yoluyla gıda ve et fiyatlarının düşürülmeye çalışılması.
Yani, mevcut tarımsal krizi aşmaya dönük bir önlemler paketi yerine, sorunun “vatandaşa değen” kısmı için kısmi bir çözüm gündemde. Özellikle tarımsal alanda ithalatın serbestleştirilmesinin yerli üretim kapasitesini aşındıracağı bilinen bir gerçek. Yaşanacak olan şu: şimdilik ithalatla indirilen gıda fiyatları, üretimdeki sorunlar daha da derinleştiğinde, daha fazla ithalat yapma zorunluluğu ile sonuçlanacak. Burada altı çizilmesi gereken husus, bu tip önlemlerin, bilgi eksikliği gibi teknik bir sorun nedeniyle alınmadığı. Yerli üretim kapasitesini erozyona uğratacak bu tip kararlar, ekonomi yönetiminin sorunları 2019 sonrasına erteleme stratejisinin bir parçası. Bir politika hatası değil, bilinçli olarak uygulanan bir politika.
Hedef 2019
Mevcut konjonktürde Türkiye’de ciddi bir ekonomi politikası tartışması yapmak olanaksızdır. Bunda Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı değişiklikler sonucunda resmi verilerdeki tutarsızlıkların etkisi kadar, planlama ufkunun çok kısalmış olması da etkilidir. Mevcut tüm kronik meselelerin 2019 sonrasına ertelenmesi ve o zamana kadar ekonominin büyük bir sorun çıkarmayacak şekilde yönetilebilmesi temel amaçtır. Bunun ne kadar gerçekleştirilebilir olduğunu, büyük oranda dış gelişmeler, erken kapitalistleşmiş ülkelerde küresel krizden çıkış için alınan önlemlerin neler olacağı ve bunların Türkiye’yi ne düzeyde etkileyeceği belirleyecek. Ancak sorunlar giderek kronikleştiğinden, 2019 sonrasında da ekonomi politikasının yönelimi tartışması yine gündemde olacak.
Bu yazı,
10.07.2017 tarihinde Gazete Duvar’da yer aldı. Erişim: http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/07/10/hedef-2019/