Şaibeli referandum sonrasında Türkiye
ekonomisinin nereye yol alacağı konusunda çok keskin ifadeler kullanmak uygun
görünmüyor. Buna karşın olağanüstü hal dönemindeki ekonomik önlemler ve yakın
zamandaki gelişmelere bakarak gidişatı anlamlandırabiliriz.
Bunlardan başta geleni, darbe girişimi
sonrasında gerçekleşen çöküşün kısmen kamu harcamalarındaki muazzam artışla,
kısmen de 2017 başından itibaren tekrar artan portföy yatırımları ağırlıklı sermaye
girişleriyle telafi edilmesidir. Bu etkenler nedeniyle Türk lirasındaki düşüş
bir süreliğine durdurulabilmiş, krizin derinleşmesinin önüne geçilebilmiştir.
Ancak bütün karar alma süreçlerinin tek bir lider figürüne bağlandığı idari
düzenlemelerin yaratacağı istikrarsızlık kadar Türkiye ekonomisinin yapısal
sorunları da yeni çalkantıların bizleri beklediğine işaret etmektedir.
Referandum ne getirdi?
Çalkantı derken sadece döviz kuru
oynaklığından söz etmiyoruz. Türkiye ekonomisinde emeği politik olarak daha da zayıflatacak
ancak aynı zamanda kapitalistlerin rekabet gücünü orta ve uzun vadede
arttıracak bir dönüşüm gündemi kendisini hem uluslararası tavsiyelerle hem de
siyaset yapıcıların kelime tercihlerinde yansıtıyor. (Sonucun tescil edildiği
varsayımıyla) Referandumun temel ve dolaysız ekonomik sonucu bu yapısal reform
gündeminin tekrar ısıtılması ve ilgili adımların atılmasıdır. Kabaca ifade
edilecek olursa uluslararası finansal kuruluşların bakışı “Türkiye demokrasiden
uzaklaşıyor” cümlesiyle değil, “artık elinizi kolunuzu bağlayan bir şey
kalmadı” ile özetlenebilir. Bu nedenle örneğin, daha önce gündeme gelen kıdem
tazminatı fonu adı altında bir düzenleme ile özel sektörün maliyetlerinin
kısmen devlet tarafından üstlenilmesine yönelik girişim ayrıntılandırılacak ve bu
alanda işçilerin haklarının muhtemelen zamana yayılarak tırpanlanması söz
konusu olacaktır.
Türkiye’de gerilim yaratan unsurlardan
önemli bir tanesi de dışarıdan sermaye girişlerine olan ihtiyacın beraberinde
getirdiği yapısal reform gündemine sıkışmışlığın, rahatlıkla kurumsalcı bir
tadilattan geçirilmiş piyasacılık içine oturtulamayacak gibi duran
uygulamalarla bir arada yürümesidir. Kısaca açıklamak gerekirse daha esnek emek
piyasalarında, daha vasıflı işçiler ve daha yoğun teknoloji kullanımı ile
hukuki olarak bilinebilir / öngörülebilir / anlaşılabilir bir iş yapma
kültürünün yaratılmasına dönük adımlar atılacağı yönlü beklenti özellikle
uluslararası sermaye ile daha fazla bütünleşmiş kesimlerde varlığını
korumaktadır. Ancak Türkiye’de ne hızlı bir vasıf kazanma, ne yoğun bir
teknolojik atılım ne de hukuk devleti ilkelerinin yürürlükte olduğu ve hukuk
sisteminin adalet terazisinin kefesinin uluslararası standartlar uyarınca
gözden geçirildiği bir dönem söz konusudur. Buna karşın referandum sonuçlarının
tescili kısa süreli bir istikrar ve sorunların ertelenebilmesi yönündeki bir
beklentiyi de genel olarak sermaye cephesinde güçlendirmektedir. Referandumun
dolaylı ve ikinci ekonomik sonucu bu nedenle özel sektörün döviz açık
pozisyonunun yönetilmesi ve kredi kanallarına erişim konusunda bir süreliğine
görülecek ferahlamadır. Popüler bir jargon içinden ifade edilecek olursa
sermaye açısından 2017 kaybedilmemiş görünmektedir.
Muhtemel gelişmeler:
öncekinin aynısı
Bu kısa özet yapısal reform gündemi ve
buna yönelik adımların yaratacağı çalkantıyla sermayenin beklentileri bir araya
geldiğinde toplumsal gerilimlerin artma ihtimaline işaret ediyor. Resme Türkiye
ekonomisindeki zayıf büyümenin yarattığı aciliyet hissiyatı ve yönetim
pratiklerinin üstesinden gelemeyeceği sorunları eklememiz gerekir.
Türkiye’de darbe girişimi sonrası
ekonomik çöküş karşısında iç talebi canlandırmayı isteyen siyasal iktidar kredi
genişlemesini sınırlandırmak adına 2010 sonrasında getirilen düzenlemelerin bir
kısmını 2016 Eylül’ünde kaldırdı. Özel sektörü teşvik (ihracat kredilerinde
kapsamlı teminat, özel sektörün prim ödemelerine erteleme, KOBİ’lere 3 yıllık
ve ilk 12 ayı ödemesiz kredi vb.) yanı sıra özel sektörün maliyet ve
risklerinin kısmen üstlenilmesi (Kredi Garanti Fonu aracılığıyla kefalet
sağlanması) gibi kriz karşıtı önlemlere kamu harcamalarının radikal bir şekilde
arttırılması eşlik etti.[i]
Artan işsizliğe karşı başlatılan
istihdam kampanyasının rekor kıran işsizlik oranını düşürmede ne kadar başarılı
olduğunu bahar ayları verilerinin birkaç ay içinde açıklanmasıyla
anlayabileceğiz. Ancak Kredi Garanti Fonu aracılığıyla 186 bin firmaya kredi
kullandırılmış olması kamu kefaletinin devreye sokularak bankaların kredi
maliyetinin de düşürülmesinin çok sayıda firmaya sorunları öteleme fırsatı
tanıdığını gösteriyor. Çeşitli tüketim mallarında KDV’nin Nisan ayı sonuna kadar
kaldırılmasını da ekleyerek, yakın dönemde hükümetin temel tercihinin iç pazarı
canlandırmak ve ekonomik daralmayı engellemek üzere kamu kaynaklarını (kredi
kefaletinden, vergi almamaya, oradan kamu harcamalarını arttırmaya kadar
varacak şekilde) seferber etme üzere biçimlendiğini söylemek mümkün görünüyor. Bu
tercihin maliyeti Hazinenin nakit dengesinin açık vermesi ve borçlanmanın
artışı şeklinde kendisini gösteriyor. Ancak Türkiye’nin kamu borcu miktarı ve
kamu borcunun hasılaya oranı, tercihin uzunca bir süre daha gündemde olmasına
izin verecek kadar hareket alanınını siyasal iktidara tanıyor.
Merkez kapitalist ülkelerde zayıf
toparlanmanın 2017’de sürmesi beklentisinin Türkiye ekonomisine ihracat
kanalıyla sınırlı da olsa canlandırıcı etkide bulunması tahayyül edilse dahi,
küresel finansal krizin artçı şoklarının geride kaldığını iddia etmek halen
mümkün değil. Bu nedenle de merkez ülkelerdeki para politikası tercihleri
Türkiye’deki ekonomik aktörlerin kredi kanallarını olumsuz etkileyebilecek
özellikler sergilemeye devam ediyor. Mevcut uluslararası konjonktürde ve
Türkiye’de düşük büyüme temposu nedeniyle siyasal iktidarın tercihlerinin
anayasa değişikliği referandumu sonrasında da son dokuz ayda görülen önlemlerin
türevleri şeklinde tezahür etmesi olasılığı son derece güçlü bulunuyor.
Türkiye Varlık Fonu’nun önümüzdeki
dönemde başlayacak operasyonlarını da bu bağlamda değerlendirmek uygundur.
İstanbul’un bölgesel finans merkezi haline gelmesi ve İslami fonların Türkiye’ye
çekilmesi için yapılacak operasyonların deyim yerindeyse aşağı süzülerek özel
sektörün erişebileceği kaynakların bollaşmasını sağlayacağı siyasal iktidar
tarafından umuluyor. İstanbul’un finansal merkez olması ve İslami finansal
derinleşme projesi, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının 2. dönemine kadar
geriye gidiyor, ancak OHAL döneminde kurumsal altyapısı hazırlanan varlık fonu
kullanımıyla önümüzdeki dönemde düşük büyümeye karşı yeni adımlar atılacağı
anlaşılmaktadır.
Esas sorun
Yukarıda değinilen nedenlerle, yeni
kıyafetlerini edinmiş rejimin ilk hedefinin emeğin mevcut hakları olduğunun altını
çizebiliriz. Ne pahasına olursa olsun büyüme oranının yükseltilmesi isteğiyle OHAL
dönemi uygulamalarına benzer palyatif kararlar ile daha orta vadeli ve kaynak
sorununu çözmeyi amaçlayan adımlar bir arada yürüyecektir.
Referandum sonrası esas sorun
milyonlarca emekçinin bir avuç kifayetsiz muhterisin kararlarından doğrudan
etkilenmesi ve direniş kanalının siyaseten biraz daha zemin yitirmesidir. Otoriter
ve neoliberal Türkiye’nin hızla faşizme yakınsayan bir rejime kayışının
semptomatik ifadesi, mevcut devlet eliyle palazlandırılmış sendikalar ve
örgütlerin biricik yasal/meşru muhatap kabul edileceği şekilde diğerlerinin
tamamen tasfiyesi uğraşı olabilir. Uluslararası fon yöneticilerinden tutun da
Türkiye’nin yönelişi konusunda endişelerini beyan eden çeşitli uluslararası
finansal kuruluş/sektör temsilcilerine, birçok aktörün ses çıkarmayacağı ve
hatta destekleyebileceği bu dönüşümün “yapısal reform” olarak paketlenebilmesi dahi
ironik olsa da Türkiye şartlarında mümkündür. Ancak yakın dönemin temel
ekonomik meselesi olarak pişirilen dönüşüm ve atılacağını söylediğimiz adımlar,
aynı zamanda yeni bir soyguna maruz kalma ve örgütlenme hakkından mahrum
bırakılma karşısında milyonlarca emekçinin vereceği cevaba bağlı olarak biçimlenecektir.
Umudun işçi tulumu giymesi durumunda rejimin yeni kıyafetlerinin (bizim
gözümüzde değil ama sermaye kesimlerinin gözündeki) yaldızları fazlasıyla çabuk
dökülecektir.
Not: bu yazı ilk olarak 23.4.2017'de BirGün Pazar'da yayımlanmıştır.
[i] Darbe
girişimi sonrası ekonomik gelişmelere ve Türkiye ekonomisindeki yapısal
sorunlara ilişkin bir değerlendirme için daha önceki bir çalışmama da
bakılabilir: “Türkiye’de Ekonomik İstikrarsızlığın Farklı Boyutları,
Beklentiler ve Alternatifler”, Ayrıntı
Dergi, 19 (Ocak-Şubat 2017) https://goo.gl/5Q8D9J