2016 yılının en ilginç kitaplarından biri, Harvard
Üniversitesi’nden iktisatçı Kenneth Rogoff’un The Curse of Cash (Nakit Paranın Laneti) kitabı
idi. Kitabın ilginçliği, 2008 krizi sonrasında ortaya çıkan politika tepkileri
sonucunda tıkanan para politikasına yeni bir boyut ekleme girişimi olmasından
kaynaklanıyor. Kitap bu yazıdaki gibi kısa bir değini ile tüketilemeyecek kadar
kapsamlı. O nedenle aşağıda konunun teknik yanlarına girmeden, mümkün olduğunca
sadeleştirerek önemli bulduğum şu noktaya işaret etmeye çalışacağım: 2008
krizinin etkileri sürerken kapitalizmin tarihine daha önce deneyimlenmemiş ve
bu nedenle de sonuçları henüz bilinmeyen bir bölgeye geçiliyor.
Tıkanma
2008 krizi pek çok boyutuyla yeterince tartışıldı, ancak
kriz farkı boyutlarıyla sürdüğü için tartışma da canlı bir şekilde devam
ediyor. Kriz sonrasında dünyanın önde gelen kapitalist merkezlerinde
geliştirilen politika tepkisinin ana kulvarı, para politikasının kullanılarak
finansal piyasaların ve finans aracılığıyla da yatırımların yeninden
canlandırılmaya çalışılması oldu. Ancak bu çaba senkronize bir şekilde
gerçekleşmedi. ABD’de çöküş sonrası hızla atılan adımlar, faizlerin sıfıra
çekilmesi ve miktarsal genişleme programlarının ardı ardına uygulanması oldu ve
uygulama sonlandı.
Avrupa’da, ana politika tepkisi kemer sıkma olarak
şekillendi, ancak deflasyon riskinin giderek artmasıyla beraber 2015’te resmi
olarak miktarsal genişleme programı devreye sokuldu. Japonya’da ise 2008 krizi
öncesindeki uygulamaları bir kenara koyarsak, krizin derinleşmesiyle birlikte
2012’den itibaren miktarsal genişleme uygulanmaya başlandı ve halen sürüyor.
Ancak 8 yıl sonra geldiğimiz nokta, gerek geleneksel (faizlerin sıfırlanması)
gerekse geleneksel olmayan (merkez bankası bilançolarının genişlemesi ve
miktarsal genişleme) para politikası araçlarının tükenmesi oldu. Bu noktadan
sonra kapitalizm tarihinde, bilinmeyen sulara (unchartered territory) geçiliyor.
Negatif Faiz
Akla hemen, madem para politikası ile istenilen sonuçlar
elde edilemiyor, neden maliye politikası devreye sokulmuyor sorusu gelebilir.
Negatif faizi savunan görüşler, maliye politikasının uygulanmasının önündeki
engelin yüksek kamu borçluluğu olduğunu ileri sürüyor. Yani bütçe açıkları
yüksekse, yatırımları canlandırmak için yapılacak bir mali genişleme, bu sefer
kamu borç krizleri ile sonuçlanabilir. Bu nedenle, maliye politikası kanalı
kapalıdır, geleneksel para politikası ise işlevsizdir. O halde geriye, para
politikasına yeni bir boyut ekleme seçeneği kalıyor. O boyut, faizin sadece
pozitif alanda yukarı aşağı hareket etmesi yanında, negatif alana da
geçebilmesi.
Ancak negatif faiz deneyi şimdilik oldukça sınırlı
tutuluyor. Örneğin İsveç, İsviçre, Danimarka, Avro Bölgesi ve Japonya’da
uygulanan negatif faizler -0.75’in altına henüz inilmedi. Bunun nedeni, faizlerin
daha fazla inmesi durumunda buraya yatırılan paranın nakte dönme tehlikesi,
yani hazine kağıtlarından ve banka hesaplarından çıkma riski (Rogoff, 2016, s.
123).
Bunun yanında negatif faiz, esas olarak bankalar ile
merkez bankaları arasında gerçekleşiyor ve nakit paranın varlığında bankalar bu
maliyeti müşterilerine yansıtmakta çekingen davranıyor. Çünkü eğer banka negatif
faizin getirdiği maliyeti müşterilerine yansıtırsa bu, insanların bankalardaki
tasarruflarını çekip yastık altında saklamasına neden olabilir. Yansıtmaması
durumunda ise, bu maliyeti bankacılık
sistemi ödeyecektir ki zaten 2008’den beri bir türlü toparlanamayan finansal
sistem için bu yeni bir çöküşe neden olabilir.
Elektronik Para
Tam da bu aşamada Rogoff, para politikası kanalında
yaşanan bu tıkanıklığı aşmak için yaratıcı bir öneride bulunuyor: Nakit para
kullanımı (aşamalı da olsa) terk edilerek tam elektronik para sistemine
geçildiğinde, negatif faiz politikası etkin olarak uygulanabilir ve böylelikle
para politikasına yeni bir boyut eklenmiş olur. Bu önerinin dayandığı mantığı
basitçe şöyle açıklayabiliriz. Nakit para varlığını sürdürdükçe, faizlerin
negatife düşmesinin bir sınırı var. Parayı evde (yastık altı) ya da banka dışı
başka bir güvenli ortamda saklamanın maliyetinin, bankaya yatırma maliyeti
altına düşmesi durumunda, insanlar ya da firmalar birikimlerini bankaya ya da
hazine kağıtlarına yatırmaktan vazgeçebilir. Tersten söylersek, negatif faiz
uygulaması ile paranın bankada durması cezalandırılır ve harcamaya-yatırıma
dönmesi beklenir. Ancak nakit para varlığını sürdürdükçe, nakde dönme seçeneği
negatif faizlerin etkin olarak işlemesini sınırlamaktadır.
Nakde dönme ihtimalinin gerçekleşmesi finansal sistem
için köklü bir çöküş olurdu. Çünkü bu durumda finansal sistem kapalı bir sistem
olmaktan çıkarak, sürekli dışarıya sızıntı veren bir havuz halini alacaktır. Tam
elektronik para sistemi, havuzdan dışarıya sızıntı olma ihtimali ortadan kalkacağından,
faizlerin negatif olması, harcamaların ve yatırımların artması için bir zorlama
mekanizması haline gelecektir. Böylelikle krizden çıkış mümkün olacaktır. Dolayısıyla
tam elektronik para sisteminde, para politikasının alanı genişler, faizler
sadece yukarıya değil, aşağıya doğru da (negatif) hareket edebilir hale gelir.
Bunu mümkün kılacak olan ise, havuzdaki kaçakların tıkanması, yani parayı
sistemden çıkararak nakit olarak saklanması ihtimalinin ortadan kaldırılmasıdır.
Tam elektronik para önerisi, henüz bir düşünce egzersizi olma
aşamasında. Böyle olsa da sonuçlarını düşündüğümüzde ilginç bir tablo ortaya
çıkıyor. Nasıl altın standardından Bretton Woods sistemine geçiş, meta-paradan,
maddi içeriğinden arınmış paraya geçiş süreci anlamına geldiyse, nakit paradan
elektronik paraya geçiş de bunun bir benzeri olabilir. Benzerlik sadece maddi
içeriğin ortadan kalkmasında değildir, hatta bu nakitten elektronik paraya
geçerken önemsiz bir ayrıntı olacaktır. Daha önemlisi para politikasının tek
boyutlu işleyen yapısına ikinci boyutu ekleme çabasıdır.
Sonrası
Rogoff’un önerisi parlak olsa da, Trump’ın seçilmesiyle
ABD’de yatırımların ve büyümenin canlandırılması için yol, köprü, baraj ya da
havaalanı yapımı gibi daha geleneksel yolların tercih edilmesi ihtimali arttı. Deyim
yerindeyse Trump, Rogoff’unki gibi bir “neşter müdahalesi” yerine “balyoz
hamlesi” öneriyor. Eğer 20 Ocak 2017’de, göreve başladıktan sonra Trump yönetimi
ekonomik vaatlerini yerine getirebilirse, FED, geçtiğimiz hafta ilan ettiği
gibi, faizi artıracak. Bu durumda henüz negatif faiz alanına geçmemiş olan ABD
için bu uygulama bir süreliğine de olsa ortadan kalkacak. Ancak Avrupa ya da
Japonya için bu durum henüz söz konusu değil. Ortaya çıkan sonuç ise, küresel
düzeyde faizlerdeki kutuplaşmanın artması ve küresel finansal sistem için yeni gerilimlerin
doğması olacaktır.
Sonlandırırken hatırlatmakta fayda var. Faiz yatırımlar
için önemli bir değişken ancak tek değişken değil. Faizler kadar, hatta daha
önemli olan kar beklentisi. Kar beklentisinin yüksek olmadığı bir ortamda
bırakın negatif faizleri, yani tasarrufların bankada saklanmasının
cezalandırılmasını, firmalara ucu açık çekler verilse dahi, yatırımların
yeniden canlanması garanti değil.