Kriz Notları Facebook Sayfası

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Rejimin Gidişatı ‘Kriz’e Yön Verecek

Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş'ün yeni baskısı vesilesiyle Birgün Gazetesi'nden Semih Güven'in sorularını yanıtladık. Dünya ve Türkiye ekonomisindeki son gelişmeleri değerlendirdik, röportajı Kriz Notları okuyucusu ile de paylaşıyoruz.
***

ABD’de 2008 yılında patlak veren 21. yüzyılın ilk büyük krizinin etkileri tüm dünyayı alt üst etmeye devam ederken, Ümit Akçay ve Ali Rıza Güngen’in Nota Bene yayınlarından 2014 yılında çıkan ‘Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş’ adlı kitabı ikinci baskısını kısa bir süre önce yaptı. Biz de kitabın yazarlarına krizin boyutlarında oluşan son durumu ve Türkiye’ye ilişkin güncel gelişmeleri sorduk.[1]

*** 


Kitabın ilk baskısı Mart 2014'te yayınlandı. Şüphesiz ki ardından pek çok gelişme yaşandı ama birinci baskıdan farklı olarak 2016 Nisan’da çıkan ikinci baskıda bizi hangi konular bekliyor? Değişimi kısaca özetleyebilir miyiz? 

Ali Rıza Güngen: İkinci baskıda ABD’de krizin oluşumu, yeni finansal mimari ve kririn daha önceki krizlerle karşılaştırılması ile ilgili bölümlerde sınırlı değışiklikler yaptık. Avro bölgesi krizi ile ilgili bölümde incelediğimiz ülkelerdeki gelişmeleri 2016’ya taşıdık. Özellikle son bölümde önemli eklemeler söz konusu oldu. Bu bölümü büyük ölçüde yeniden kaleme alarak hem 2016’nın ilk aylarındaki önemli uluslaralarası finansal gelişmeleri yorumladık, hem de Türkıye ekonomisinin kriz öncesindeki ve sonrasındaki resmini çıkarmaya çalıştık. 

Krizin merkez ülkesi ABD, 2008 krizinin etkilerini bertaraf etti mi? ABD ekonomisinin son dönemde diğer gelişmiş ülkelere oranla 'sağlam' durduğu görüşüne katılıyor musunuz? 

Ümit Akçay: Kriz sonrasında ABD, özel zararın devlet aracılığıyla sosyalleştirmesi mekanizmasının en etkin işlediği yerlerden biri oldu. Bu, üç ayak üzerinden gerçekleşti. Eylül 2008’deki şokun ardından ilk olarak faizlerin sıfırlanması, ikinci olarak iflas etme sınırında olan (finansal ve finansal olmayan) firmaların kurtarılması ve sonrasında da miktarsal genişleme uygulamaları hayata geçirildi. İstihdama katılım oranının düşmesi ve çalışanların düşük ücretli - yarı zamanlı işlere yönlendirilmesi sonucunda işsizlik önemli oranda düşürüldü. Ancak bu nispi toparlanmayı mümkün kılan ABD’nin hegemonik devlet olmayı sürdürebilmesi, dolayısıyla da rezerv parayı basan ülke olma ayrıcalığını korumasıydı. 


ABD Merkez Bankası Fed'in beklentilere rağmen 2016'da faiz artırımına henüz gitmediğini görüyoruz. Neden? 

ÜA: 2015’e gelindiğinde FED’in öngörüsü, ABD ekonomisindeki toparlanmanın tamamlandığı ve orta vadede yaşanacak olan enflasyon artışına karşı 2016’ta 4 faiz artşının yapılacağı idi. Ancak hem ABD hem de dünya ekonomisindeki olumsuz gelişmeler nedeniyle 4 faiz artışı rafa kaldırıldı. ABD ekonomisinde, özellikle de sanayi üretiminde 2014 ortalarından itibaren yaşanan durgunluk ve hatta daralma trendi 2016’nın ilk çeyreğinde de sürdü. İşin çarpıcı olan yanı, tarihsel olarak verilere bakıldığında, ABD’de sanayi üretiminin daraldığı yılların aynı zamanda ekonominin geneli için de resesyonun yaşandığı yıllar olmasıdır. Her ne kadar Nisan verilerinde kısmı bir toparlanma gözlesek de, tarihsel trend devam ederse 2016, kuvvetli bir faiz artışı sürecinin mümkün olmadığı, hatta yeni bir daralma sürecinin başlangıcının yaşandığı bir yıl olabilir. Faiz artışına gidilememesinin diğer nedeni de gerek Avrupa ve Japonya’da, gerekse geç kapitalistleşen ülkelerde krizin derinleşerek sürüyor olması. 


Avrupa'da da işler pek yolunda gitmiyor. Avrupa Merkez Bankası politika faizini yüzde 0'a kadar indirdi. Avrupa'daki en büyük sorun ne ve çözüm için yol alındı mı? 

ARG: AMB para politikası kararlarıyla kredi piyasasını canlandırmaya çalışıyor. 10 Mart’ta sadece faiz indirmedi, ayrıca yatırım notuna sahip şirket tahvillerini de miktarsal genişleme programına ekledi ve miktarsal genişlemenin hacmini artırdı. Bu önlemler ve hedef gözetilen yeni finansman operasyonu hazırlığı işlerin yolunda gitmediğini gösteriyor. Avrupa’daki temel sorun iki ayaklı. Birincisi mali birlik olmadan parasal birlik yaratmanın getirdiği sıkıntıların aşılamamış olması. İkincisi krizin nedeni olarak emek birim maliyetlerinin Avro bölgesi çeperindeki yüksekliği tespiti ve kamu borcunun düşürülmesi için ağır kemer sıkma politikalarının uygulanmaya devam etmesi. Bu tespitler üzerinden çıkartılan reçete ekonomik daralma karşıtı önlemleri yapısal reformları geciktireceği gerekçesiyle engelliyor. Bu nedenlerle neoliberalizm çerçevesinde kalınarak verilen politika tepkileri Avrupa’yı boğmaya devam ediyor diyebiliriz. 

Ayrıca, alınan her önlem yeni çalkantıların oluşmasına da neden oluyor. İtalya’daki banka kurtarma operasyonunun kamuya daha az yük getirmek üzere özel sektör katkısıyla gerçekleştirilmesi girişimi, örneğin, ortaya güdük bir kurtarma fonu çıkardı ve sorunu ağırlaştırdı. Ya da Yunanistan’da 2015’te borç silmeye karşı gelen Troyka Yunan toplumu üzerindeki boyunduruğu sıkılaştırdı ancak bu riskin bütün Avro Bölgesi’ni zorlamaya devam etmesini sağlamış oldu. Kısa vadede Avro Bölgesı’nde emekçiler lehine bir çözüm ihtimali görünmüyor. Sermayenin önlemleri ise sorunu ertelemeye dönük ve palyatif. 


Yunanistan'ı sorayım. SYRIZA, Yunanistan'a dayatılan neoliberal dayatmalara meydan okuyarak iktidara geldi fakat sonuç olarak Troyka'nın yeni kemer sıkma dayatmaları kabul edildi ve ülkede uygulanmaya devam ediyor. Herkes merak ediyor, Yunanistan nereye koşuyor? 

ARG: Troyka’nın 86 milyar avroluk kurtarma paketinin bir bölümünün daha Yunanıstan’a aktarılması için devam eden görüşmelerde istenen yasal değişiklikler yapılırken, ekonomik daralma ve deflasyona bir çözüm bulamayan Syrıza geçtiğimiz günlerde tekrar borç yapılandırması gerekliliğini gündeme getirdi. 2012 borç takası sonrası borç silmenin yeniden gündeme geleceğini 2014’te yazmıştık. Yunanistan’ın borcunun GSYH’ye oranı şu an 2012’den daha yüksek, işsizlik oranı yüzde 24. Eğer Syriza iktidarını koruyabilirse ve ekonomik toparlanma hızlı bir şekilde gerçekleşmezse büyük ihtimalle kısa bır zamanda, örneğin bir yıl içinde kısmi borç silme ve/veya yapılandırma gerçekleşecek. Ancak hem Avro Bölgesi’nde yetkileri artmış AMB hem de başta Almanya olmak üzere Avro Bölgesi politika yapıcıları borç yapılandırmasının kemer sıkmayı ve emek maliyetlerini azaltıcı düzenlemeleri aksatmaması konusunda hassaslar. 


Türkiye'ye gelecek olursak... Ekonominin geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

ÜA: Türkiye ekonomisi, küresel krizin eşitsiz gelişimi sürecinin tipik özelliklerinin izlenebildiği bir durumda. Örneğin Türkiye ekonomisinde büyümenin sürmesi merkez ülkelerde ekonomik canlanmanın gecikmesine bağlı gibi görünüyor. Yani kriz tüm ülkeleri tek bir şekilde etkilemiyor. Her bir ülke, dünya ekonomisindeki konumu, sahip olduğu doğal kaynaklar, teknolojik donanım, kurumsal ve sınıfsal güç dengeleri gibi faktörlere göre krizden farklı düzeylerde etkileniyor. Türkiye açısından bu süreçteki en önemli risk faktörü, özel sektör üzerindeki borçların çevriminde yaşanabilecek bir sıkıntının bankacılık sistemine sirayet etmesi. Bu gelişmeler bankaların ve ülkenin kredi notunda gerilemelere neden olursa, bu daha fazla sermaye çıkışını tetikleyebilir. Bu nedenle döviz kuru kritik önemde. TL’nin hızlı değersizleşmesi yukarıdaki mekanizmayı tetikleyebilir. Bu ise, merkez ülkelerde krizin gelişimi kadar Türkiye’de rejimin gidişatı ile ilgili mevcut düellonun ne kadar yıkıcı olacağı ve bununla da bağlantılı olarak faiz düzeyine bağlı. 


TCMB'nin faiz indirme sürecine girmesini doğru buluyor musunuz? Riskleri neler? 

ÜA: Yukarıdaki mekanizmadan devam edersek, özel sektör borcu kaynaklı sorunların bankacılık sistemine sirayet etmesi ve sermaye çıkışının daha da hızlanmasını önleyecek olan, Türkiye’de sermaye akımlarını cezbedecek düzeyde bir faiz oranının olması. Ancak diğer yandan, ihracatın çöktüğü bir ortamda, ekonomik büyümenin büyük oranda iç piyasa olanaklarıyla sınırlandığını da görüyoruz. İç piyasada inşaat sektörü gibi alanları destekleyecek olan ise faizi indirmek. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi döviz ve faizin nasıl şekilleneceğinde düğümlenmiş durumda. 

Diğer yandan Türkiye’de merkez bankasının alacağı tutum ve faiz politikasının bu denli tartışılır olmasının nedenlerinden biri, ekonomi politikasının para politikasına sıkıştırılmış olması. Ancak burada vurgulamamız gereken, küresel kapitalist sistem içinde geç kapitalistleşen bir ülke merkez bankası olarak TCMB’nin hareket alanının çok sınırlı olduğudur. Bunun iki nedeni var. İlki Türkiye’de üretimin yapısal ithalat bağımlılığı, ikincisi de finansın küresel finansal hareketlere duyarlılık derecesinin oldukça yüksek olmasıdır. 


Davutoğlu'nu koltuğundan eden politik gerginliğin ekonomiye yansımaları nasıl olacak? 

ARG: Davutoğlu’nun başbakanlıktan ayrılmaya zorlanması Türkiye’de dövizin değer kazanmasını hızlandırarak ve borsa düşüşünün benzer ülkelerden daha fazla olmasına neden olan belirsizlikle sermayeye bir darbe vurdu. ABD Doları cinsinden borcu 100 milyar dolar üzerinde olan özel sektörün, gelir kalemlerinin ağırlıklı kesimıni oluşturan TL’ye çevrilerek borcu hesaplandığında, borcun üç gün içinde yüzde 4’ten fazla arttığını görüyoruz. Bu ve ardından gelecek dalgalanmaların ekonomiye ilerleyen günlerde daha fazla yansıması olacaktır. Ancak bu, bir yandan da özel sektörün yeni fon kaynaklarına erişimine bağlı olarak etkisi zamana yayılan bir darbedir. 

Meselenin hazine garantileriyle ilgili olup olmadığı çokça yazıldı. Elde somut bır AKP içi tartışma verisi bulunmuyor, ancak AKP döneminde Hazine’nin üstlenmek zorunda kalabileceği açık ve örtük koşullu yükümlülük birikimi (Hazine bu verileri sağlıklı bir şekilde sunmuyor) tahmin edildiği kadarıyla 90 milyar doları bulduysa bu da siyasal kriz ya da iktisadi çalkantıların yakın gelecekte birbirlerini çok daha doğrudan etkileyeceği bir konjonktürün içinde olduğumuzun habercisidir. 

***

[1] Bu röportaj 22.05.2016 tarihinde Birgün Gazetesi’nde yer aldı. Erişim: http://goo.gl/vFLmb8