Ağustos ayından itibaren yoğunlaşarak artan ekonomik krizin siyasi sonuçları ortaya çıkmaya başladı. İspanya'daki seçim karanının ardından Yunanistan'da hükümet düştü ve bugün de İtalya'da 3. Berlusconi hükümeti, istifa planını açıklaması ile birlikte fiilen sona erdi. Ancak düşen hükümetlerin yerine getirilmek istenen "teknokrat hükümetler" düşünüldüğünde, kapitalizmin sıkıştığında pek de demokrasi sevdalısı olmadığı bir kez daha görülmüş oldu.
Ekomik kriz giderek derinleşirken, krizin salladığı hükümetlerin yerine geçecek teknokrat hükümetler seçeneği giderek güçleniyor. Yunanistan'da kurulacak olan "milli birlik" hükümetinin başbakanlığını yapacak olan Papadimos, daha önce Yunanistan Merkez Bankası başkanlığı ve ECB başkan yardımcılığı yapmıştı. Yani, Papadimos, aslında bugünkü krizin açığa çıkmasında önemli payı olan neo-liberal politikaların üst düzey bir uygulayıcısı olarak görülebilir. Krize neden olan politikaların uygulayıcısının, krizden kurtarıcı olarak iktidara getirilmesi ilginç ancak şu aşamada AB için önemli olan iktidara kimin geldiği değil, Yunanistan için öngörülen paketin parlamentodan çıkması.
İtalya'daki istifa, krizde bir başka aşamaya geçtiğimizin önemli bir göstergesi, zira İtalya'nın 2.5 trilyon doları aşan borcu, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda'nın toplam borçlarından çok daha yüksek. Ve Avrupa'nın 3. en büyük ekonomisi olan İtalya'nın iflası ya da Euro bölgesinden çıkmak durumunda kalması, zaten sallantıda olan Euro'nun da sonunu getirebilir. Bu aşamada, AB yetkililerinin (Almanya ve Fransa olarak da okuyabiliriz) İtalya'nın batmaması için ellerinden geleni yapacakları ortada. Ancak tüm bu yapılanların siyaseten bir maliyetinin olduğu, 17 yıllık siyasi hayatında nice badireler atlatan Berlisconi'nin bile istifa etmek zorunda kalmasıyla daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
Ancak daha enteresan olan, kriz süreçlerinde (2001 krizi Türkiye'sini hatırlarsak), demokrasi, halkın talepleri, seçim ya da katılım gibi kavramların bir kenara konularak, bunların yerine "ekonominin gereklerini" "bilen" uzmanların iktidara getirilmeleri.
Ekonomik kriz, hızla siyasi krize dönüşerek devam ederken, yönetenler yönetme kabiliyetlerini giderek kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar. İşte bu noktada "ulusal birlik" gibi nosyonlar devreye sokularak, hayatlarının daha da kötüleşmesine izin vermemek için mücadele eden insanların tepkilerine engel olmaya çalışılıyor. Bunu yaparken de siyasi olarak tarafsız ya da depolitize olduğu düşünülen teknokrat uzmanlar, krizden çıkış için iktidara getiriliyor.
Hikaye bilindik, bir o kadar da bayat! Kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Efendim, ekonomi, tıpkı doğa bilimleri gibi "pozitif" bir bilim dalıdır. Karmaşık matematiksel modellerden ya da bilgisayar destekli piyasa tahminlerinden de görüldüğü gibi, ekonominin işleyişini kavramaya herkesin gücü yetmez. Her konunun bir uzmanı olduğu gibi, ekonominin de uzmanları vardır. Ekonominin kendi yasalarından anlamayan siyasetçiler, hele demokrasi gibi piyasa karşıtı bir sürecin içinde olan siyasetçiler, ekonominin "gereklerini" anlayamayabilir, ya da anlasa da yine demokratik seçimler nedeniyle yerine getiremeyebilir. Bu noktada, iktidar, ekonominin gereklerini yerine getirmeye muktedir olmayan siyasetçilerden alınıp, teknokrat uzmanlara verilmelidir.
İtalya'daki gelişmeler ile ilgili Citigroup Inc.'nin New York ofisinden Greg Anderson'ın yaptığı yorum, yukarıda aktardığımız eski hikayenin yeniden tekrarlanacağı yönünde güçlü sinyaller vermesi açısından anlamlı. Zat-ı muhterem diyor ki: "Piyasa perspektifinden bakıldığında, muhtemelen teknokrat bir hükümet isteniyor. Zira bu çok muhtemel, troykayı memnun edecek ve İtalya'nın birkaç ay daha geçirmesine neden olacak".
Citigroup temsilcisinin yaptığı yorumdan bir iki gün sonra, İtalya'da teknokrat bir başbakanın başkanlığındaki bir geçiş hükümeti kurulacağı ilan edildi. İtalya'daki "Sanayiciler Birliği Başkanı Emma Marcegaglia da Mario Monti liderliğinde kurulacak teknokrat hükümetin, seçimlere gitmekten daha iyi olacağını belirtti".
Evet, ekonomik kriz derinleşerek devam ediyor ve giderek siyasi krizlere dönüşüyor. Bu aşamada devreye giren teknokrat hükümetler ise, kriz sürecinin otoriter yönetimlere doğru hızla ilerlediğinin önemli bir göstergesi.
Bu durumda eski hikaye ile ilgili eski soru yeniden gündeme geliyor:
Sahi, demokrasi gerçekten de kapitalizm için en iyi yönetim şekli mi?