Almanya ve Çin'in büyümesi yavaşlıyor, İngiltere'de enflasyon beklentilerin çok üzerinde çıktı, ABD'de yeni plan hazırlıkları başladı. Türkiye'de de Orta Vadeli Program'ın revizyonu gündemde. Ve Rubini bir kez daha yineledi, "Marks haklıydı". Evet, nerede kalmıştık?
Geçtiğimiz haftaki toz dumanın ardından son gelişmeleri özetleyerek başlayabiliriz. Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi, Avrupa'nın lokomotifi olan Almanya'dan gelen ikinci çeyrek verileri. Buna göre Almanya'daki büyüme verileri, henüz krizin etkileri gün yüzüne çıkmamışken, yani Nisan-Haziran arasında binde 1 oranında gerçekleşti. Yani ekonomik büyüme durma noktasına geldi. Buna geçtiğimiz günlerde gelen Fransa'nın büyüme rakamlarını da eklediğimizde, Kıta Avrupa'sının iki büyük ekonomisinin en azından büyük bir sıkıntı içinde olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bu iki ülkedeki büyüme trendleri bu şekilde devam ederse (ki krizin etkileriyle daha da kötüleşmesi çok muhtemel) yıl sonunda resmen resesyona girmeleri kesin gibi görünüyor.
Krizin göbeğinde olan İtalya ise, 45 milyar Euro'luk yeni tedbirler paketini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Paket dahilinde sadece yerel yönetimlerden en az 50.000 kişinin işten çıkarılması öngörülüyor. Paketin geri kalanı ise şöyle:
-yerel hizmetlerin özelleştirilmesi,
-özel sektörde kadınlar için emeklilik yaşının yükseltilmesi,
-kamu çalışanlarının ücretlerinin azaltılması,
-verimliliği artırmak için dini bayramların pazar günü kutlanmasını ve
vergilerin yükseltilmesi.
Berlusconi'nin bu programı İtalyan parlamentosundan geçirmesi için 60 günü var. Görültüğü gibi bu "kurtarma" programı, çalışanların tüm haklarını ellerinden almaya yönelmiş durumda ve bir anlamda tam bir protopit plan.
Diğer yandan, Avrupa'dan ayrı durmaya çalışan İngiltere'de Cameron hükümeti, karşılaştığı isyanların şokuyla uğraşadursun, krizin etkilerinin hissedilmesiyle birlikte, yönelmeye başladığı otoriter uygulamaları daha da yoğunlaştırmak zorunda kalacağa benziyor. Açıklanan Temmuz ayı verilerine göre Britanya'daki enflasyon beklentilerin iki katını aşarak %4.4 seviyesine ulaşmış bulunuyor. Ancak bunun karşılığında, Bank of England'ın enflasonla mücalede etmek için faiz aracını kullanması, kriz ortamında neredeyse imkansız. Zira zaten ekonomik büyüme bir problem iken, faizleri artırmak, ülkeyi büsbütün krize sürükleyebilir.
ABD'deki borç sorunundan, rezervlerinin dolar olarak tutması nedeniyle en çok tedirgin olan Çin ekonomisi ise hala % 9'ların üzerinde büyümesine rağmen, en büyük pazarı olan Avrupa ve ABD'deki yavaşlamadan nasibini alacak gibi görünüyor. Bu yavaşlamada Çin hükümetinin faizleri artırmasının etkisi olsa da, esas etkinin dünyadaki kriz beklentilerinden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Günümüzde dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve deyim yerindeyse dünyanın fabrikası olan Çin, ısrarla Batılı hükümetleri güvenilir mali tedbirler almaları için uyarıyor, zira Batı durgunluğa girerse, bundan en az Batılılar kadar Çin de etkilenecek. Tabii burada çok spekülatif olsa da şu soru akla geliyor. Peki, neredeyse dünya nüfusunun dörtte birini barındıran Çin, dünya krizinden etkilenmemek için iç pazarına dönerse ne olur?
Gelelim ABD'ye. Geçtiğimiz hafta önemli eyaletlerinden biri olan Alabama'daki iflastan sonra Başkan Obama, Eylül ayından ekonomik krizden çıkış için yeni bir plan hazırladıklarını açıkladı. Planda ne olacağı henüz kesin değil, ama yapılan açıklamalara göre planın "çok net" olacağı ilan ediliyor! ABD'nin krizden çıkış için çok fazla seçeneğinin kalmadığını daha önceden söylemiştik. Ancak kısaca tekrarlamak gerekirse, FED'in faizleri 2013 yılına kadar sıfıra yakın tutacağını açıklamasından sonra para politikası alanında yapılacak çok da fazla bir şey kalmamıştı (enflasyon yaratma gibi çok riskli bir kumar oynamak dışında). Maliye politikasında ise daraltıcı önlemler alması gündemde. Ancak şu andaki mesele % 9'ların üzerinde olan işsizlik rakamları ve bunun kısa vadede azaltabilecek herhangi bir ekonomik büyüme emaresi de ufukta görünmüyor. Durum böyleyken, Eylül planında ne açıklanacağını gerçekten merak ediyoruz!
Türkiye'ye baktığımızda ise dolardaki dalgalanmaların ve borsa zikzaklarının sürdüğü görülüyor. Ekonomiden sorunlu Başbakan Yardımcısı Babacan, geçen hafta yaptığı açıklamada, Eylül ayından Orta Vadeli Program'ın revize edileceğini ve burada, ithalat bağımlılını azaltmak adına sektörel anlamda "kısmi ithal ikamesi" uygulayabileceklerini ilan etti. Bu konu çok su kaldırır, o nedenle tartışmasını bir başka yazıya bırakacağız ancak ilk elden söylenebilecek şu, Türkiye'deki uluslararasılaşmış sermaye kesimlerinin uzun süreden beri cari açığa işaret etmeleri ve yeni bir sanayi politikası gerekliliği üzerinde durmaları, ilk sonuçlarını veriyor.
Son olarak bu aralar pek sesi soluğu çıkmayan Dünya Bankası Başkanı'nın dünya ekonomisinin "tehlikeli bölgede" olduğu uyarısına değindikten sonra, modern zamanların kahini olan Prof. Rubini kendisinden beklenen açıklamayı yaptı: "Marks haklıydı, sitem kendi kendine çökebilir!". Rubini'nin bunu hangi matematiksel modelden çıkardığını net olarak bilemiyoruz, çünkü internet sitesindeki bilgilere ancak para verilerek ulaşılabiliyor! Ancak Marks'ın haklı olduğu konusunda değil ama sistemin kendi kendine çökeceği konusunda söylediklerine pek kulak asmamak gerekiyor. Zira bir toplumsal ilişkiler bütünü olaran kapitalizm tarihte hiçbir zaman kendiliğinden çökmedi. Şimdilik söylenebilecek olan, kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini umarak beklemenin kimseye bir yararının olmadığı !
Geçtiğimiz haftaki toz dumanın ardından son gelişmeleri özetleyerek başlayabiliriz. Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi, Avrupa'nın lokomotifi olan Almanya'dan gelen ikinci çeyrek verileri. Buna göre Almanya'daki büyüme verileri, henüz krizin etkileri gün yüzüne çıkmamışken, yani Nisan-Haziran arasında binde 1 oranında gerçekleşti. Yani ekonomik büyüme durma noktasına geldi. Buna geçtiğimiz günlerde gelen Fransa'nın büyüme rakamlarını da eklediğimizde, Kıta Avrupa'sının iki büyük ekonomisinin en azından büyük bir sıkıntı içinde olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bu iki ülkedeki büyüme trendleri bu şekilde devam ederse (ki krizin etkileriyle daha da kötüleşmesi çok muhtemel) yıl sonunda resmen resesyona girmeleri kesin gibi görünüyor.
Krizin göbeğinde olan İtalya ise, 45 milyar Euro'luk yeni tedbirler paketini geçtiğimiz günlerde açıkladı. Paket dahilinde sadece yerel yönetimlerden en az 50.000 kişinin işten çıkarılması öngörülüyor. Paketin geri kalanı ise şöyle:
-yerel hizmetlerin özelleştirilmesi,
-özel sektörde kadınlar için emeklilik yaşının yükseltilmesi,
-kamu çalışanlarının ücretlerinin azaltılması,
-verimliliği artırmak için dini bayramların pazar günü kutlanmasını ve
vergilerin yükseltilmesi.
Berlusconi'nin bu programı İtalyan parlamentosundan geçirmesi için 60 günü var. Görültüğü gibi bu "kurtarma" programı, çalışanların tüm haklarını ellerinden almaya yönelmiş durumda ve bir anlamda tam bir protopit plan.
Diğer yandan, Avrupa'dan ayrı durmaya çalışan İngiltere'de Cameron hükümeti, karşılaştığı isyanların şokuyla uğraşadursun, krizin etkilerinin hissedilmesiyle birlikte, yönelmeye başladığı otoriter uygulamaları daha da yoğunlaştırmak zorunda kalacağa benziyor. Açıklanan Temmuz ayı verilerine göre Britanya'daki enflasyon beklentilerin iki katını aşarak %4.4 seviyesine ulaşmış bulunuyor. Ancak bunun karşılığında, Bank of England'ın enflasonla mücalede etmek için faiz aracını kullanması, kriz ortamında neredeyse imkansız. Zira zaten ekonomik büyüme bir problem iken, faizleri artırmak, ülkeyi büsbütün krize sürükleyebilir.
ABD'deki borç sorunundan, rezervlerinin dolar olarak tutması nedeniyle en çok tedirgin olan Çin ekonomisi ise hala % 9'ların üzerinde büyümesine rağmen, en büyük pazarı olan Avrupa ve ABD'deki yavaşlamadan nasibini alacak gibi görünüyor. Bu yavaşlamada Çin hükümetinin faizleri artırmasının etkisi olsa da, esas etkinin dünyadaki kriz beklentilerinden geldiğini söylemek yanlış olmaz. Günümüzde dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve deyim yerindeyse dünyanın fabrikası olan Çin, ısrarla Batılı hükümetleri güvenilir mali tedbirler almaları için uyarıyor, zira Batı durgunluğa girerse, bundan en az Batılılar kadar Çin de etkilenecek. Tabii burada çok spekülatif olsa da şu soru akla geliyor. Peki, neredeyse dünya nüfusunun dörtte birini barındıran Çin, dünya krizinden etkilenmemek için iç pazarına dönerse ne olur?
Gelelim ABD'ye. Geçtiğimiz hafta önemli eyaletlerinden biri olan Alabama'daki iflastan sonra Başkan Obama, Eylül ayından ekonomik krizden çıkış için yeni bir plan hazırladıklarını açıkladı. Planda ne olacağı henüz kesin değil, ama yapılan açıklamalara göre planın "çok net" olacağı ilan ediliyor! ABD'nin krizden çıkış için çok fazla seçeneğinin kalmadığını daha önceden söylemiştik. Ancak kısaca tekrarlamak gerekirse, FED'in faizleri 2013 yılına kadar sıfıra yakın tutacağını açıklamasından sonra para politikası alanında yapılacak çok da fazla bir şey kalmamıştı (enflasyon yaratma gibi çok riskli bir kumar oynamak dışında). Maliye politikasında ise daraltıcı önlemler alması gündemde. Ancak şu andaki mesele % 9'ların üzerinde olan işsizlik rakamları ve bunun kısa vadede azaltabilecek herhangi bir ekonomik büyüme emaresi de ufukta görünmüyor. Durum böyleyken, Eylül planında ne açıklanacağını gerçekten merak ediyoruz!
Türkiye'ye baktığımızda ise dolardaki dalgalanmaların ve borsa zikzaklarının sürdüğü görülüyor. Ekonomiden sorunlu Başbakan Yardımcısı Babacan, geçen hafta yaptığı açıklamada, Eylül ayından Orta Vadeli Program'ın revize edileceğini ve burada, ithalat bağımlılını azaltmak adına sektörel anlamda "kısmi ithal ikamesi" uygulayabileceklerini ilan etti. Bu konu çok su kaldırır, o nedenle tartışmasını bir başka yazıya bırakacağız ancak ilk elden söylenebilecek şu, Türkiye'deki uluslararasılaşmış sermaye kesimlerinin uzun süreden beri cari açığa işaret etmeleri ve yeni bir sanayi politikası gerekliliği üzerinde durmaları, ilk sonuçlarını veriyor.
Son olarak bu aralar pek sesi soluğu çıkmayan Dünya Bankası Başkanı'nın dünya ekonomisinin "tehlikeli bölgede" olduğu uyarısına değindikten sonra, modern zamanların kahini olan Prof. Rubini kendisinden beklenen açıklamayı yaptı: "Marks haklıydı, sitem kendi kendine çökebilir!". Rubini'nin bunu hangi matematiksel modelden çıkardığını net olarak bilemiyoruz, çünkü internet sitesindeki bilgilere ancak para verilerek ulaşılabiliyor! Ancak Marks'ın haklı olduğu konusunda değil ama sistemin kendi kendine çökeceği konusunda söylediklerine pek kulak asmamak gerekiyor. Zira bir toplumsal ilişkiler bütünü olaran kapitalizm tarihte hiçbir zaman kendiliğinden çökmedi. Şimdilik söylenebilecek olan, kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini umarak beklemenin kimseye bir yararının olmadığı !