Sürekli kaygı altında yaşayan ve kendini düşünmekten etrafında ne olduğunu anlayamayan Bayan Stevenson’ın kocasına telefonla ulaşma çabasıyla başlar, Lucille Fletcher’ın 1943 tarihli radyo oyunu Sorry, Wrong Number (Kusura Bakmayın, Yanlış Numara olarak çevrilebilir). Her seferinde meşgul sesini duymaktan bıkıp operatörü arayan Bayan Stevenson yardım talebinde bulunur. Operatör bağlantı kurmakta başarılı olur, ancak aslında ana karakterimizin başka bir telefon konuşmasına kulak misafiri olduğunu okuruz. İki adamın konuşmasında George isimli katile bir kadını öldürme talimatı verilmektedir: Kansız ve çabucak. Mücevherler de çalınacak ki soygun görüntüsü verilsin.
Bayan Stevenson dinlediği konuşma sonrasında tekrar operatörü arar, ancak konuşmanın kimler arasında geçtiğini öğrenemeyeceğini anlar. Önce polisi aramalıdır. Kahramanımız derdini polise anlatmaya çalışsa da, bir kişinin öldürülmek üzere olması, polisin harekete geçmesini beraberinde getirmemektedir. Konuşmadan akılda kalanlar adresi, şahısları tespit etmeye izin vermez. Bayan Stevenson’ı dinlemekten ziyade önündeki yemekle ilgilenen komiser, eğer öldürülecek kişi arayanın kendisi değilse yapacağı bir şey olmadığını anlatmaya çalışır. Bu düşünce Bayan Stevenson’ı rahatsız eder, bir cinayeti engellemek için uğraşırken konu niye buraya varmıştır? Yıllardır hasta yatağındadır, kendisini karısına adamış kocası sayesinde hayattadır.
Kahramanımız, kocasına da ulaşamazken artık akıl sağlığından endişe etme noktasına varır, Hastaneyi arayarak yardım talebinde bulunur. Ancak elde yeterli kadro olmadığı için sadece doktor onayıyla Stevenson’ın yanına bir kişi gönderilebilecektir. Hemen ardından evde birisinin olduğunu anlayan Bayan Stevenson panik içinde tekrar polise ulaşmaya çalışır. Her zaman yanında olduğundan şüphe etmediği ve sonsuz güven duyduğu kocasının talimatıyla eve gelen George kendisine verilen işi tamama erdirir. Polis departmanı telefonu açtığında karşıda Bayan Stevenson değil George vardır. Katil, “kusura bakmayın, yanlış numara” diyerek ahizeyi yerine koyar.
Bu radyo oyunu yıllarca oynandı, film uyarlamaları yapıldı. Başarısı kaygı ve huzursuzluğu teslim ederken, oyunda kaçınılmaz görünen gelişmelerin birbirlerini izlemesi ve yine de olayların nasıl bu şekilde cereyan ettiğine şaşırabilmemizden geliyor.
YENİ VE NORMAL Mİ?
Bu uzun girişin Türkiye ekonomisindeki gelişmelere şaşırma duygumuzla bir ilişkisi var. Kur krizi yaşamış ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı 8 Kasım akşamı kriptik bir notla Instagram üzerinden istifa etti. Erdoğan yönetiminin kontrolü altında olan medyanın suskunluğu nedeniyle bir gün boyunca durum anlaşılamadı.
7 Kasım’da Merkez Bankası Başkanlığı'na Naci Ağbal’ın atanmasını, istifa sonrası Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Lütfi Elvan’ın getirilmesi ve sonrasında BDDK’nin takas limitlerini esnetmesi takip etti. Türk Lirası çok hızlı değer kazanırken politika faizinin 19 Kasım’da yükseleceği, Türkiye’nin “normalleşme” olarak adlandırılan politika demeti uygulayacağı beklentisi arttı.
Bu beklenti inşası, çarpık bir rasyonalite anlayışına dayanıyor. “Yeni Ekonomi Yönetimi” olarak adlandırılan kadrolardan, son 4-5 yıllık süreçte neoliberal iktisatçılar, sermaye grupları ve muhalefet partilerinden sıklıkla duyduğumuz eleştirileri göz önünde bulundurmaları bekleniyor. Gerekçe istikrara kavuşma, gerekçe Türkiye’nin risk priminin bu sayede inecek olması... Kaygı altındakilere ise belirli bir düşünme tarzı salık veriliyor: “Kendilerini size adamış devlet seçkinleri rasyonel olanı görüyorlar ve gerekeni yapacaklardır.”
Ağbal’ın 2018-20 arasında Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nı üstlenmesi, Elvan’ın 2016-18’de Kalkınma Bakanı görevi üstlenmiş olması bir kenara bırakılmış duruyor. 11 Kasım’da Cumhurbaşkanı’nın parti grup toplantısında “uzun vadeli tasarruflar ve yatırımlar”dan dem vuran, “serbest piyasa ekonomisi kurallarından” taviz verilmeyeceğini belirttiği konuşmasının son üç yılda yayımlanan Yeni Ekonomi Programlarının tekrarı olduğu da görmezden geliniyor.
Değişen hiçbir şey yok mu? Elbette söylemin tonu değişti, muhtemelen çok sayıda yatırımcıya faizlerin baskılanmayacağına dair tekrar güvence verildi. “Kurallı” neoliberalizm peşindeki muhalefetin söylemi birkaç günde elinden alındı.
Ancak esasen yapılanlar ve krizin kendisi önem taşıyor. Liranın kasım başına göre değer kazanmış olmasının arkasındaki esas neden 2018 Ağustos’unu takiben görüldüğü üzere uluslararası yatırımcılar için kârlı bir pencerenin açılmış olması. Kur krizleri ülke finansal varlıklarına yatırım yapıp, yerel para birimleri bir önceki döneme kıyasla reel olarak değer kazanırken çifte kazanç sağlayan uluslararası fonlar bakımından çok kârlı bir alışveriş imkânı ortaya koyuyor. Sonuç olarak bugünlerde 2018’in son üç ayında olduğu üzere Türk Lirası'nın değer kazanmasını görüyoruz.
Önceki gelişmeleri de unutmamak gerek: Temmuz ve ağustos aylarında Türkiye merkezî yönetim borç stokunun onda birine yaklaşan miktarda içeriden ve döviz cinsi borçlandı. Kurdaki kaybı yavaşlatmak için kullanılan devridaim makinasına yeni yakıt sağlandı. Albayrak liranın değer kaybını hafifleteceklerini ima etse de önceki yıllarda aralıklarla vurguladığı rekabetçi kur isteğini ağustos başında yeniden dillendirdi, değer kaybı artarken defalarca tekrarladı. Bu gelişmelere faizin arka kapıdan da olsa hızla artışı eşlik etti. Temmuz ortasından kasım ayı ortasına ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti 700 baz puan arttı.
Kısacası kişilere ve söylemlere değil, yapılanlara bakmak, farklı finansal aktörlerin aldığı pozisyonlara dikkat etmek şart.
Albayrak istifa ettiği için değil, önceki aylarda çarpıcı değer kaybını takiben ve faizin zaten artmış olması yeni bir ortam oluşturduğu için Türk Lirası değer kazanıyor.
Yeni Merkez Bankası Başkanı istediği için değil, son dört aydır faiz artıyor. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı'nın planlama geçmişi nedeniyle değil, faiz artışının görülmesi nedeniyle kredi hacmi artış temposu tekrar yavaşlıyor. Devlet seçkinleri düşünüp taşınıp “rasyonel” olanı tercih ettikleri için değil, pandemi sırasındaki müdahalelerin sınırına dayanıldığı için bir farklılaşma görülüyor.
Parlatılan senaryo, 2020’de gerçekleşmesi öngörülen ancak pandemi nedeniyle deneyimlenemeyen toparlanmanın çok daha güçlü bir şekilde önümüzdeki aylarda başlaması. Muhalefeti susturmak için işlevsel söylem de cabası.
OYUNUN DEVAMI
Yeni bir dönem anlatısının taşıyıcısı ve piyasanın “gerekleri”ni kavramış sunulan “yeni” ekonomi kadroları Türkiye’de 2017’de referandum nedeniyle, 2018’de seçim ve sonrasında küresel finansal koşullar nedeniyle, 2020’de pandemi nedeniyle yapılamayanın peşine düşeceklerini ima ediyorlar. Fakat “güven ve kredibilite” kazanma söylemi Erdoğan ve Albayrak’ın kriz sırasında ve öncesindeki açıklamalarından pek farklılık barındırmıyor. Tökezleme durumunda aynı kriz yönetim tekniklerine başvurulması Erdoğan’ın destek aldığı tabanın konsolidasyonu için gerekli duruyor.
Kaygı içinde bir çıkış yolu arayışı ve geniş kitlelerin tedirginliği oldukça anlaşılır. Fakat yaratılan beklenti ve her soruna yazılan kurallı neoliberalizm reçetesi, kriz karşısında çırpınanları; olanları, geçmişi anlamadan her daim kocasına güven duyan Bayan Stevenson gibi davranmaya davet ediyor.
Yeni bir toparlanma-çöküş döngüsü olasılıklar dahilinde. Fakat bu anlamda değişim sorunların geride kalmasına yol açmayacak. Hasta yatağındaki Türkiye ekonomisinin, “rasyonel”, “yeni” kadrolar sayesinde hayata tutunacağı beklentisi herhangi bir temele sahip durmuyor. Bu temelsizlik, güven kazanma vurgusunun ve buna eşlik eden “yeni” kadroların siyaseten işlevsel olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
not: bu yazı gazeteduvaR'da 13 Kasım 2020'de yayımlandı.