Kriz Notları Facebook Sayfası

20 Aralık 2020 Pazar

Gün batsa yatırımcıya ne olur?

Hazine ve Maliye Bakanı, yabancı yatırımcıya güven veren, en liberal ülkelerden bir tanesinin Türkiye olduğunu açıklayadursun, 2019 sonunda oranı binde 2’ye çıkartılmış olan Banka Sigorta ve Muamele Vergisi’nin oranının yüzde 1’e yükseltildiği kararı bayramın hemen öncesinde yayımlandı. Yabancı para mevduatlarının, bankacılık sistemindeki toplam mevduatlara oranı halen tarihin en yüksek seviyelerinde gezindiği için döviz alım satımını caydırıcı ve gelir yaratıcı yeni bir önlem bekleniyordu. Bu kararın, Erdoğan yönetimi açısından yıllık 12 milyar TL’ye varan ek gelir yaratabileceği hesaplanıyor. Toplayacağını öngördüğü verginin çok altında gelir elde edecek olan, çok yüksek bir borçlanma temposu tutturarak yıllık hedefi kadar borçlanmayı şimdiden yapmış bir yönetim için yetersiz rakamlar. Ancak politika yapıcılar döviz alım-satımını zorlaştırmak ve bunu yaparken de dikkate değer gelir yaratmanın hiç yoktan iyi olduğunu düşünüyor olmalılar.



20 Nisan’dan 20 Mayıs’a kadar geçen sürede 4 bin 500 ürüne yüzde 30’a varan ek gümrük vergisi getirildi. Turizm gelirlerindeki düşüş ve döviz getirici faaliyetlerde aksama nedeniyle ekonomi yönetimi zorlanırken alınan bu önlemler Türkiye’nin ithalat cenneti olmaktan çıkarılacağı vurgusuyla pazarlandı. Önlemler ve yeni kararlar bize pandemi etkilerinin 2020 yazında yok olacağını uman ekonomi yönetiminin planına sadık kaldığını gösteriyor. Bir ay önce aylık borçlanma rekoru kırmış olan, giderek daha fazla döviz ve altın cinsi borçlanmak zorunda kalan ekonomi yönetimi, 2020 kur krizini şimdilik savuşturmuş görünüyor, fakat kazanılan zaman oldukça sınırlı.

KRİZİN ÜSTÜNDE KADER Mİ VARDIR?

Mevcut sıkışmışlık nedeniyle art arda gündeme gelen uygulamaları 2018 Ağustos’undan bu yana uluslararası takas piyasasına Türk Lirası sağlanmasını sınırlandırmak için uygulanan kontrollerin ve yerli ve milli olmakla kalmayıp yoğun teknoloji kullanan bir sınai sektörün inşası vaatlerinin üzerine eklediğinizde daha korumacı ve kalkınmacı bir çizginin oluştuğu düşüncesine kapılabilirsiniz. Fakat son yıllarda verilen tepkiler, henüz dört başı mamur bir yeni birikim stratejisine geçişe işaret etmiyor.

Türkiye’nin piyasa ekonomisinden uzaklaştığı gibi muğlak bir ifadeyle olanları açıklamak, neoliberal birikim mantığının uygulamadaki esnekliklerini görmezden gelmek anlamına gelir. İthalatın zorlaştırılması, döviz alım satımının kısıtlanması ve uygulanan sermaye kontrolleri sistematik bir nitelik kazandığında ya da kazanırlarsa yeni bir modele geçişin gerçekleştiğini belirtebileceğiz. Fakat, kesin olan hususlardan birisi; geçici olduğu düşünülse de döviz getirici sektörlerin akıbeti belirsiz, yüksek istihdam yaratan sektörleri durmuş bir ekonomi resmi karşısında ekonomi yönetiminin çıkış aradığıdır.

2018-19 krizinin başlangıcından bu yana kriz yönetiminin krizi nedeniyle alınan kısa süreli önlemlerin bir yönelim değişikliği anlamına henüz gelmediğini vurgulamak gerekiyor. Eğer ithalat vergileri kalıcı olur ve hedef gözeten bir şekilde yeniden tasarlanırsa, kambiyo vergisini kısa vadeli sermaye hareketlerini vergilendirme doğrultusunda önlemler takip ederse, borç birikiminin diğer yüzü yeni bir teşvik ve yatırım politikası haline gelirse o zaman değişimin tamamlandığını söyleyebileceğiz. Kısacası, krizin otomatik olarak yeni bir birikim rejimini getireceğini varsayamayız. Ancak rant aktarımıyla safların sıkı tutulduğu, hanelerin borçlandırılmasıyla iç pazarda genişlemenin süreğen kılındığı, şirketlerin kolay finansmana erişebildiği dönem sona erdiği için yıllardır süregiden alternatif arayışının kriz koşullarında yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Bu arayışın nereye varacağı, küresel likidite koşullarına, ekonomi yönetiminin satın almış olduğu zaman sırasında yapılanlara bağlı. Erdoğan yönetimi, birkaç aylık süre zarfında sermaye birikimini istikrarlı bir düzleme oturtamayacak olsa da, sermayenin kayıplarını toplumun geneline ödeterek krizi yönetmeye devam ediyor.

GÖKLERDEN GELEN DÖVİZ Mİ VARDIR?

Daha korumacı, Güney Amerika ülkelerinde uygulanan ve 2013 sonrasında büyük hasar almış “yeni kalkınmacı” uygulamaları anımsatan bir rekabetçilik inşası için öncelikle uluslararası ortam müsait görünmüyor. Ticaretin canlanması ve dolara kolay erişimin sağladığı politika alanını kullanan çeşitli Güney ülkeleri yüzyıl dönümünden itibaren bir yandan tampon oluşturmak için rezerv biriktirebilmiş, diğer yandan çok yüksek tempolu ihracat artışları yaşarken, özel müdahaleler ile artan gelirleri düşük gelir gruplarına ve fakat daha fazlasıyla ekonomik rekabet gücünü orta vadede artıracak sektörlere destek olarak aktarabilmişlerdi. Uzun zamandır “yeni kalkınmacı” politikaları yüzyıl dönümündekine benzer bir paket haline uygulama imkânı kalmadı.

Erdoğan yönetimi, yüksek teknoloji yoğun üretim yapacak milli sanayi inşası için, ithalatın önündeki çok sayıda engelin aşağı çekeceği büyüme oranlarını iç pazar ya da devlet olanaklarının kullanımıyla telafi edecek bir çizgi arzuluyor olabilir. Ancak bu süre zarfında küresel finansal koşulların sıkılaşması ya da çalkantılar karşısında istikrar sağlayabilecek rezervlere ve mali alana ihtiyaçları bulunuyor. Aylık borçlanma rekoru kırmış, kamu özel işbirlikleri projelerinin yükünü önümüzdeki yıllarda hissetmeye devam edecek ve salgın sırasında halka kredi vermenin ötesine geçememiş bir yönetimin bugünlerde böyle bir alanı bulunmadığı aşikar.

Rezerv bakımından ise daha trajik bir durum söz konusu. Katar’la mevcut takas anlaşmasının genişletilmesi ile sağlanan ek 10 milyar dolar, 20 Mayıs’ta bilançoya yansıdı. Nisan ayı sonunda 27,5 milyar dolara gerilemiş net rezervler, Katar’dan gelen ödünç 10 milyar dolara karşın bayram öncesinde 32 milyar dolar civarındaydı. Dün yayımlanan verilere dayanarak, ödünç alınmış dolarları çıkardığımızda Nisan sonu rakamı eksi sekiz milyar dolara düşüyor. Nisan sonundaki takas rakamına sadece Katar anlaşmasını katarak tahmin yürüttüğümüzde Mayıs ayı sonunda eksi 13 milyar dolar net rezerv (ya da 13 milyar dolar açık) bulunduğunu görüyoruz.

GECEYİ ONARAN MİMARLAR

Otoriter rejimler oldukça dayanıklılar. Küresel Güney’de, uluslararası iş bölümündeki konumları ve merkeze bağımlılıkları nedeniyle bu rejimlerin mevcut kırılganlığı; emeği örgütsüzleştirme, muhalifleri sindirme ve devleti gündelik hayatın her alanına nüfuz edecek şekilde kullanabilme imkanı sayesinde korunan bir dayanıklılıkla iç içe durumda. Türkiye farklı bir yerde değil, kısacası karşımızdaki melez idare-i maslahatçılığın yeni bir kalkınma hikayesi yazma imkanı yok, ancak süreci yönetme ve iktidarı koruma kapasitesi mevcut.

İki unsur, bu dönem zarfında “ne yapsalar boş, bir sonraki seçimde kaybedecekler” biçimindeki “kaderci” yaklaşımı (bkz. ironik bir şekilde “sakın kader deme” videosu ile promosyona girişen Ali Babacan’dan, CHP tepe kadrolarına ve liberal gözlemcilere son bir ayda gelen açıklamalar) geçersiz kılıyor. İlki istikbali tepelerdekilere bağlı küçük adamların ve devlet kadrolarının canhıraş bir savunuya girişmiş olmaları ve bu çabalarının otoritenin uygun gördüğü davranış kalıbı dışına çıkmanın bedelini artırarak destekleneceğine dair güçlü işaretlerin bulunması. İkincisi ise demokrasi ve yatırım özdeşliği kurmuş, kanımca yatırımcı demokrasisinin (1) bir versiyonunu savunurken kendinden emin ana akım muhalefetin geniş toplumsal kesimlere çıkış sunmaktaki yetersizliği.

Hızlı bir dönüşüm olmayınca, toplumsal adalet sağlanarak çıkış olmayınca ne mi oluyor? 4,5 milyar doların ortadan kaybolduğu 1MDB skandalı sonrasında başbakanın yargılandığı Malezya’yı örnek verebiliriz: İktidar blokunun eski unsurlarının başını çektiği bir muhalif blok, egemen parti UMNO’nun 61 yıllık iktidarına 2018’de son verip, ırksal-dinsel üstünlük düşüncesinden beslenen otoriterliğin ve her karara sirayet etmiş yolsuzluğun sona erebileceği düşüncesini doğurmuştu. Dini koruma ve (siyasal) Malay üstünlüğüne halel gelmemesi üzerinden yeniden tanzim olan, UMNO’nun ana gövdesini oluşturduğu yeni adıyla Milli Birlik, 21 ay sonra 2020’de, istikrarsız bir ittifakla da olsa çoğunluğu yeniden ele geçiriverdi.



1- Siyasal iktidarın ekonomi yönetimi alanında nullesasen uluslararası yatırımcılara ve Türkiye’deki sermaye gruplarına hesap vermesi; sermaye girişinin sürekliliğini sağlamak adına ekonomi yönetiminin yatırımcı arzuları doğrultusunda bir yapısal reform gündemine hapsedilmesine kısaca yatırımcı demokrasisi diyorum. Ana akım muhalefet de mevcut ekonomi yönetimi de bu konuda birbirlerine yakın bir söylem tutturuyorlar. 27 Mayıs 2020 tarihli TRT yayınında Bakan Albayrak rasyonel yatırımcı profilini ve Türkiye’nin verdiği güveni şu sözlerle tarif etti: “Dövizini bozduracak, swap yapacak, BİST’e gelecek, ayrılacak, bono alacak, DİBS alacak veya kağıt alacak. Ertesi gün satacak, dolarını, pound’unu, euro’sunu, yabancı parasını transferini yapacak, EFT’sini, çıkacak. [Yabancı yatırımcının] En ufak bir zorlukla karşılaşmadan dünyada bu kadar rahat hareket edebildiği çok az ülke var.”


not: bu yazı 29 Mayıs 2020'de gazeteduvaR'da yayımlandı.