Sorular şunlardı:
1) Koronavirüs ile görünür hale gelen kriz, bir aşırı üretim krizi mi, eksik tüketim krizi mi, yoksa ikisinin de iç içe geçtiği bir genel bunalım mıdır?
2) Merkez bankalarının parasal genişleme stratejilerinin amacı nedir? Krizi yatıştırma ya da aşma yönünde etkisi olabilir mi?
3) Sosyal demokrat bir partinin, ücretli izin, işsizlik maaşı, salgın süresince temel mal ve hizmetler dışında üretimin durdurulması gibi talepleri karşılamak için parasal genişlemeyi mi savunması gerekir? Bunu yeni-Keynesçilik diye mi anlamalıyız?
4) İnsanlık virüse karşı sürü bağışıklığı kazandığında kapitalizm bu krizden yeni bir genişleme dönemi (boom) ile çıkabilir mi?
Cevaplarım şimdilik şunlar:
1) 2008-09 finansal krizi ve takip eden evreleri tartışmaya kalktığımızda, krizin ikinci evresini 2010-12 Avro Bölgesi krizine tarihleyebilir, 2013 sonrasındaki dönemi ise üçüncü evre olarak tanımlayabiliriz. İç içe geçen evrelerin sürekli bir ekonomik kriz hali ya da depresyon olarak nitelenmesi ise uygun değil. Çünkü küresel Kuzey’de kilit konumdaki bazı ülkeler, bilhassa ABD açısından, ekonomik toparlanma 2010’ların başında gerçekleşti. ABD’nin durgunluk yaşayabileceği, ABD’ye bağlı olarak son derece düşük büyüme oranları kaydeden çok sayıda kuzey ülkesinin de resesyona girebileceği 2018’de konuşulmaya başlandı. FED’in 2015’in sonunda başlattığı faiz oranlarındaki yükselişin 2018’de sonuna gelindiği düşünülüyordu. Yine de FED tekrar indirimlere yönelmişti, hamleleri durgunlaşma karşısında para politikası aracılığıyla tepki verildiğini gösteriyordu.
2020 krizini, 2008-09’un devamı ve fakat ondan farklı olarak görmek gerekiyor. Yaklaşık 1,5 yıl önce ABD’de ve küresel ekonomide durgunluk tartışmasının görülme nedeni, 2008-09 sonrasındaki toparlanmayla başlayan borsa rallisinin devam edemeyeceği düşüncesiyle ve ana sanayi kollarında piyasa verilerinin kötüleşmesi ilgiliydi. Bizzat 2008-09 sonrasındaki politika tepkileri o ralliyi başlatmış, hatta finansal piyasalarda daha da genişlemeyi desteklemişti. Ancak 2020 krizini bir dördüncü evre olarak tanımlayabileceksek de farkı görmek gerekli. Virüs salgınını kontrol etmek için uygulanan kısmi fiziksel mesafelenme uygulamaları dahi özel tüketim harcamalarında büyük bir düşüşe neden oluyor.
Kısacası, kapitalist birikimin aşırı birikim ve krizlerle yol alması bir araz değil “normal” seyir olduğu için (metaların üretim ve dolaşım koşulları – piyasanın sınırları yokmuşçasına – elde edilecek kar olanaklarına ket konmamış gibi görünüm sunduğundan, kapitalist bu sınırların ötesinde üretmeye meyledeceğinden) 2020 krizinin pişme sürecini, aşırı birikim krizinin oluşma süreci olarak değerlendirebiliriz. Eksik tüketim kavramını şahsen kullanmamayı tercih ediyorum. Tüketim ve üretim aynı sürecin parçası, tek bir bütünün kısımları olduğu için.
Ancak 2020 krizinin zamanlaması ve derinliği bir salgın tarafından belirlendiği ve ekonomik krizle halk sağlığı krizi birbirine geçtiğinden bu tespite ek yapmak gerekiyor. OECD 2020 Mart ayı sonu tahminlerine göre birçok ülkede özel tüketim harcamalarının salgın sırasında yüzde 30-35 civarında düşmesi bekleniyor. Salgının kontrol altına alınamaması ya da ikinci bir dalga bu oranı artırabilir. Dolayısıyla kamu alımlarıyla telafi mekanizmasına karşın bir yandan da daha önce eşi hiç görülmedik bir talep kısıtlaması karşımızda duruyor. Bu nedenle tüketimdeki düşüş, krizin seyrine ve 2020’deki farklı politika tepkilerine büyük etkide bulunacak.
2) Merkez bankaları, miktarsal kolaylaştırma politikaları aracılığıyla, ortadan kalkmış likiditeyi temin etmeye, borsa çöküşlerinin banka / gölge banka temerrütlerine uzanmasını engellemeye çalışıyor. Gelecekte elde edilecek gelir akımı üzerindeki hak iddialarının metalaştırılması ve finansal piyasalarda dolaşımı, sermayeler için büyük olanaklar sağlarken, riski her köşeye yayıyor. Bir küresel finansal krizde güvenli limanlara kaçış baş gösterdiği için istikrarsızlıkların sınırlanması / bitirilmesi kolay olmuyor. Sadece ABD dolarına olmasa da, en başta ABD dolarına olmak üzere sağlam paraya ve elbette dolar cinsi finansal varlıklara kaçış işin görünen yüzü, lakin finansal oynaklık dolar cinsi varlıklara hücumla sınırlı kalmıyor. 23 Mart sonrasında ortalamada günde 90 milyar dolarlık varlık alımı yapan FED ya da başka alım yapan merkez bankaları, finansal oyuncuların ihtiyaç duyduğu likiditeyi sağlıyorlar (aynen 2008-09’da olduğu üzere).
Bu genişleme hamlesi krizi yatıştırma etkisinde bulunuyor. Ancak tek başına yeterli değil. Herkesin nakit ya da likit varlıklara yönelmesi nedeniyle deyim yerindeyse parasal sıkışma yaşanıyor ve hemen aşılamıyor. Avrupa bankaları gibi dolar pozisyonu almış yatırımcılarla iş yapan, kendileri de dolar cinsi varlık tutan bankaların örneğin muazzam likidite ihtiyaçları açığa çıkıyor. Küresel son kredi mercii konumuna itilmiş Amerikan Merkez Bankası bu nedenle 14 bankayla takas hatlarını canlandırdı. Daha uzun vadeli takas işlemleriyle, FED başka merkez bankalarına dolar sağlıyor. Bu sayede diğer finansal varlıkların hızlı fiyat düşüşleri engelleniyor. FED ayrıca 31 Mart sonrasında ABD devlet tahvili veren merkez bankalarına limit olmaksızın repo imkanı tanıyarak da likidite sağlıyor. Rezervleri olan, örneğin takas anlaşması olmayan merkez bankaları da böylece devlet tahvilini verip sonrasında tahvili geri almak üzere dolar alıyorlar. Aldıklarını kendi piyasalarını sakinleştirmek, kendi şirketlerine destek vermek amacıyla kullanıyorlar. Şubat ve Mart aylarında yoğunlaşarak, küresel Güney’den 90 milyar dolar kadar portföy sermayesi çıktığı için merkez bankaları bu tarz ek müdahalelere gereksinim duyuyor. (IMF bu tarz bir müdahaleye uygun/hızlı tepki veremediği için) Böyle bir krizde gereken parayı FED’in sağlaması krizi hafifletiyor.
3) Sosyal demokrat bir partinin, Türkiye gibi bir ülkede halk sağlığı kriziyle mücadelede ücretli izin, üretimin temel mal ve hizmetler dışında bir süre tamamen durması gibi önlemleri hayata geçirebilmek için Merkez Bankası kaynaklarının kullanılmasını savunması olağan. Bu tarz bir kaynak kullanımının mevcut koşullarda enflasyonist bir etki yaratması zaten mümkün değil. Söz konusu acil önleme neyin eşlik edeceği ise, yine kabaca liberal bir tepki ile sosyal demokrat bir öneri arasındaki farkı belirleyebilir. Örneğin Türkiye’de olduğu üzere salgının yol açtığı ekonomik çöküş sırasındaki parasal genişlemeyi, piyasa reformlarının eşlikçisi olarak pazarlamaya kalkan liberal iktisatçıların tersine sosyal demokrat bir hat vergi dilimlerinin ayarlandığı ve dolaylı vergilerin payının azaltılacağı bir reform , stratejik sektörlerde kamulaştırma ile kısmi mülkiyet transferi ve çok sert olmayan sermaye kontrolleri ile bu tarz bir parasal genişlemeyi farklı bir şekilde politik müdahale olanaklarına bağlayabilir.
Kısacası kendi başına parasal genişlemenin bu koşullar altında yeni-Keynesgil bir uygulama olmayacağını; ancak, bu hamlenin vergi düzenlemeleri, harcama önceliklerinde değişim gibi kapsamlı düzenlemelerle iç pazarı hedefleyen bir yeni-Keynesçiliğe varabileceğini düşünüyorum. Muhafazakar ve liberal bir parti, elbette toplumcu taleplere hiç kulak asmadan, şirket kurtarma uğraşlarının parçası olarak parasal genişlemeye gidebilir.
4) Çöküşün büyüklüğü nedeniyle, takip eden yıllarda büyük bir genişleme deneyimlenmesi beklenebilir. Ancak (biraz kehanet gibi olacaksa da) bazı coğrafyalarda kolay bir toparlanmanın olmayacağını söyleyebiliriz. Devlet borç krizleri nedeniyle başta Avrupa’da ve küresel Güney’in (bu grup içinde) görece yüksek borçlu ülkelerinde 2020 sonundan başlayarak büyük çalkantılar olması muhtemel. Salgın herkesi derinden etkilese de, çöküş eşitsiz gerçekleşiyor. Takip eden borç krizleri de birbirlerinden farklı olacak, ama art arda sıralanacaklar. Canlanma, borç krizlerini aşacak bir politika maharetiyle gelirse dahi (ki yok öyle bir maharet, bilgi, beceri), küresel kapitalizmin “atılımı” yeni üretken kapasite inşasına değil, ertelenmiş tüketime yaslanacağı için kısa süreli olacak.