Kriz Notları Facebook Sayfası

19 Nisan 2019 Cuma

Reform/kurtarma paketi ve gidişat: Bozuk düdüklü misali

Son on günü kısaca şöyle özetleyebilirim: Devlet tasarruf çağrılarına karşılık vermeyen, çünkü açlık sınırında ücret alan çalışanları (yeniden) zorunlu olarak bireysel emeklilik sistemine katma kararlılığını ilan etti. Aynı zamanda işçinin haklı fesih kullanmasını zorlaştıracak bir düzenlemeyle, zor günde dayanacağı tazminatına da sermaye adına el koymaya niyet edildiği tekrar görüldü. Enerji sektörü ağırlıklı ve pahalı bir kurtarma hamlesi geliyor. Yaz çok sıcak geçecek.


Alamet-i farikası devlet bankalarının sermayelendirilmesi olan, araya kıdem tazminatı fonu çalışmasını sıkıştıran “reform paketi” 10 Nisan’da açıklandı. Rezervler yerinde sayar, döviz hesapları çözülmezken, Washington’daki seferîlere bağlanarak Türkiye’de mevduat faizlerinin artması için izin alınırken (evet, o iş artık izinle yapılıyor) ne olur ne olmaz diye Türkiye’de bankacılık sektörünün güçlü bir yapıya sahip olduğuna dair haberler yaptırıldı.

Geçen hafta ilan edilen reform/kurtarma paketi birkaç hesaba dayanıyor: Kredi çöküşü geride kaldı, hatta şirketlere verilen kredilere bakılırsa bir patlama yaşanıyor. Devlet bankaları bu tempoyu sürdürsün isteniyor. Ancak sermaye yeterlilikleri eridiği için desteklenmeleri gerekli. Bankalar kredi için halen esasen vadesi düşük mevduatlara bel bağlıyor, yabancı para tercihi arttığında sistem supabı bozuk düdüklü tencereye dönüyor. O nedenle tasarrufların sisteme akması süreci hızlansın, hatta tamamen zorunlu hale getirilsin isteniyor. Arada uluslararası sermayenin önerdiği, Türk sermayedarının rüyalarını süsleyen kıdem tazminatı düzenlemesi ve ortaya çıkan fonu da yine finansal sermaye emrine sokma fantezileri kuruluyor.


Bu hesapların arkasındaki düşünme tarzını iyi anlamak gerek ki başımıza gelecekleri görelim.

EKOSİSTEMDE ZORUNLU DÖNÜŞÜM

Türkiye’de finansal okuryazarlığı artırma ve herkesi hesap sahibi yapma çabalarıyla bir arada yürüyen ve son 5-6 yıldır belirginleşen bir dönüşüm mevcut. Aktif dijital müşteri sayısı 40 milyonu aştı. Türkiye Bankalar Birliği’nin açıkladığı verilere göre toplam banka çalışanı sayısı 2015’ten bu yana, toplam şube sayısı da 2014’ten bu yana azalıyor. Fakat, daha az şube ve banka çalışanına karşın bankacılık sektörüyle daha içli dışlı hale geliyoruz. Çünkü bankacılık işlemlerini giderek kendimiz yapıyoruz.

Finansal teknolojilerin daha yaygın kullanımı “finansal katılım” ve “finansal içerilme” söyleminin belkemiğini oluşturuyor. Müşterinin kendisini kredi bağımlısı değil, aile üyesi olarak görmesi, aktif bir şekilde sistemin çağrısına yanıt vermesi gerekli. Zincir, tasarrufların finansal sistemde kolayca değerlendirilmesi, ihtiyaç duyulan fonları oluşturması, yatırım ve üretim için gerekli finansmanın ülke olanakları dâhilinde temini şeklinde kuruluyor. Teknoloji kullanımı ve bankacılıkta dijitalleşme ve bu süreci kolaylaştıracak, hızlandıracak olan dönüşüm.

Türkiye’de son on yılda giderek daha açıktan teşvik edilen ve hızlanan dönüşümün bir gerekçesi de borç sürdürülebilirliğine uzanıyor. Ekonomik büyümenin görülmediği ya da uzun yıllar boyunca yerinde sayacak bir ülkede özel sektörün borç çevrimi zorlaşır. Tasarrufların finansal sisteme akması kör topal büyüyen ekonomiler için reçete olarak sunuluyorken, daralan bir ekonomide bu ihtiyaç aciliyet kazanır. Bireysel Emeklilik Sistemiyle entegre bir kıdem tazminatı reformu ve sisteme katılımı tamamen “zorunlu” kılma söz konusu bakışın uzantısı. İlan edildiği üzere 80 milyar doları bulan bir fonu beş yıl içinde yaratmak, teşvik ötesine geçip zorla dönüştürmeyi gereksiniyor.

NALINCI KESERİ

Sermayenin kendince kutlu davası, toplumun tasarruflarını kullanma olanaklarını teknoloji aracılığıyla artırma uğraşı olarak da nitelenebilir. Ancak bu arzunun sıradan vatandaşın hayatına doğrudan yansımaları mevcut. Örneğin bankalar çok sayıda dijital işlemden komisyon alıyor ve vatandaşla girdikleri ilişkiyi nalıncı keseri gibi sürekli kendi çıkarlarına yontuyor. Dijitalleşme tüketici davranışını yönlendirmeyi kolaylaştırmak üzere de kullanılabiliyor. Uluslararası ödeme sistemleri ve dev finansal kuruluşların önderliğinde son birkaç yıldır nakit paranın ortadan kaldırılması uğraşının ne kadar mukaddes olduğu propagandası tüketiciyi yönlendirme ve dürtme (nudging) imkânlarıyla da ilgili.

Bir zamanlar “üç-beş şarkı elli bavulda” gelip yeni aranjmanlarla müzik sahnesini işgal eden şarkıcıların yaptığını tekrarlamaya meraklı “araştırmacılar”ın, bu doğrultuda, Türkiye’de kayıt dışılığı önlemek için daha hevesli biçimde dijitalleşmeyi desteklediğini görmeye devam edeceğiz. 18 Nisan’da İstanbul’daki Finans Liderleri Zirvesi’ndeki dijitalleşme konuşmaları bu trendin örneklerinden. Dijital çitleme ve yeni gözetim araçlarının kullanımını görünmez kılma çabası modern vaizlerin söylemlerini de biçimlendirecek. Ama bunları not düşmüş bulunup içinden geçtiğimiz trajediye dönelim.

BASINÇ BİRİKİMİ VE TRAJİK GİDİŞAT

Kriz arka planında hızlandırmaya çalıştıkları dönüşümün temel amacı yurtiçi tasarrufların sermaye emrine hızla amade kılınması. Ne de olsa yüksek katma değerli üretim ve yoğun teknoloji kullanımı için büyük yatırımlar gerekli, bunun için de altlık sağlayacak fonlar yaratılmalı. Finansal katılımın cilalandığı nokta esasen burası. Fakat sermayenin ucuz fonlara erişimini kolaylaştırmak için atılan adımlar Türkiye’nin küresel ekonomideki bağımlı konumunu görmezden geliyor. Bir yandan da ekonomik çöküş kaynaklı huzursuzluk birikmeye devam ediyor. Ancak politika yapımı, kurullar ve konseyler balonuna kapatılmış; sermayenin organik aydınlarının suflesiyle biçimlenen bir sürece indirgenebildikçe karar alma sorunsuz gerçekleşiyor.

Sonuç elbette trajiktir. Türkiye tarihinin en yüksek işsizlik oranlarından birisinin kaydedildiği bir ortamda aceleyle yetiştirilmiş hissi veren powerpoint'lerin
 ortaya saçılmasıdır.

Bugün Türkiye’de tasarruf oranları daha hızlı artmıyor, yeterince birikim finansal sistemde değerlenmiyor, emekçilerin üçte biri kayıt dışı çalışıyor ve yolsuzluk engellenmiyorsa sorumlusu yeterince dijitalleşememe değil. Yeterince vergi toplanmıyorsa sorumlusu açlık sınırında ücret alan asgari ücretli değil. Kıdem tazminatı büyük oranda “belirsiz” bir alacak gibi duruyorsa, bunun sorumlusu çalışanın bir fon sisteminde olmaması ya da tazminatı çevrimiçi kontrol edememesi değil.

Siyasi tercihler ve uygulamalar ile sermayenin iş yapma kültürünü, beslendiği düzeni ve birikim modelini eleştirmeden hayal pazarlayanlara, yılan yağıyla çıkıp her hastalığı tedavi etmekten bahsedenlere şüpheyle yaklaşmakta fayda var.


Not: Bu yazı 19 Nisan 2019'da gazeteduvaR'da yayımlanmıştır.